27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ suydu. Bugün er rütbesinde olanların çoğu lise, üniversite mezunu. Okuma yazma bilmeyen birisine komuta etmekle, lise, üniversite mezunu birisine komuta etmek arasında çok ciddi bir fark var. Onun için diyorum ki bıraksınlar bu transformasyon sürecini asker kendi doğal akışı içinde yaşasın. “ASKER SUSMAKLA KONUŞMAK ARASINDA TUTSAK!” “Asker niçin konuşuyor?” veya “Asker niçin susuyor?”... Bu konuya da yer veriyorsunuz kitabınızda. Hatta yazma gerekçelerinizden biri de bu. Anlatır mısınız? Öncelikle bu kitabın hazırlanmasına egemen olan düşünce, son dönemlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un seslendirmesi ile ‘TSK’ye karşı yürütüldüğü açıklanan planlı, sistematik ve organize asimetrik psikolojik harekâtın’ irdelenmesi ve nedenlerine varılması gereksiniminden kaynaklanmıyor. Hiç kimseyi ve kurumu; aklama, savunma ya da karalama ve suçlama gibi bir amacı yok. Ancak eleştirilerimiz var... Hem asker üzerinden mesaj iletme alışkanlığında olanlara hem de TSK’yi eleştirmeyi, hatta eleştiri düzeyini aşarak suçlamayı demokrat olmanın ya da demokratikleşmenin önkoşulu gibi algılayanlara... Demokrasiyi özümsemiş bir toplumda askerin konuşması veya susması ise tartışma konusu değildir, dikkat çeken, üzerinde konuşulan, gazetelerin manşetlerine ve televizyonların birinci haberlerine taşınan bir olgu da değildir. Gamze Akdemir, terör uzmanı Ercan Çitlioğlu ile... Onun için ordunun siyasetin dışında olmasını arzu ediyorsak, orduyu siyasetin içine çalışma çabalarından önce bizim vazgeçmemiz lazım. Bu açıdan susmakla konuşmak arasında tutsak ettiğimiz bir Silahlı Kuvvetler görüyoruz. Konuştuğu zaman eleştiren bir kesim var, sustuğu zaman yine eleştiren ayrı bir kesim var. Ve konuştuğunda söylediklerini kendi zihinsel dünyasına göre yorumlayarak bunu seslendirme alışkanlığında olan yine iki ayrı kesim var. Mesela “asker konuştu, masaya yumruğunu vurdu” yorumları… Konuştuklarına bakıyorsunuz, ne masaya yumruğunu vurmak var, ne de herhangi bir sert ifade ve eleştiri var. Şunu da görüyoruz ki, aslında TSK’ye en fazla zarar veren kesim, TSK’nin arkasına saklanarak siyaset yapmak isteyen veya yaptığı siyasete orduyu kendi istek ve iradesi dışında alet etmek isteyen kesimdir. Bunlar üstelik kendilerini orduyla çok yakın, çok özdeş gösteren bir kesim. Orduya verdikleri zararın ya asla farkında değiller ya da farkında olmalarına rağmen Makyevelist bir tutumla bunu devam ettiriyorlar. Kendi zihinsel dünyasına göre bir elbise dikiyor ve TSK’nin üzerine biçiyorlar. Oysa onla rın bir üniforması var yani bu alışkanlıktan vazgeçmek lazım. Bu orduyu gıyabında yüz göz etmektir, bir kısırdöngünün, tartışma sarmalının içine çekmektir. Kitapta TSK’nin içine çekildiği bu kısırdöngünün temel nedenlerini, yapılan haksızlığı ve bir anlamda da Türk halkının henüz demokrasiyi yeterince özümsememiş ve içselleştirmemiş olduğunu tarihe not düşebilmeyi de amaçladım. Söylenenler ile kamuoyuna aktarılanlar ve yaratılan algılamalar arasında bir karşılaştırma yaparak TSK’nin en etkili ağızlardan kamuoyu önünde defaatle vurguladığı ülkenin birincil önemdeki sorunlarını nasıl tanımladığını, bu sorunlar karşısındaki duruş ve görüşlerinin neler olduğunu bütünlüklü hale dönüştürerek bir referans kimliği yüklemek istedim. Orgeneral Başbuğ’un diğer Genelkurmay Başkanlarından farkı nedir sizce? İlker Başbuğ sadece bir asker değil bir entelektüel de. Askerlerin entelektüel olması bir ayrıcalıktır çünkü inanılmaz yoğun yaşamları içerisinde entelektüel birikim elde edebilmeleri son derece güçtür. Aylarca, yıllarca dağ başındasınız, terörle mücadeleden, çatışmalardan başınızı kaldırıp da neye, nasıl zaman ayıracaksınız. İlker Başbuğ terörle mücadelede Jandarma Asayiş Kolordu Komutan Yardımcısıyken ve fiili görev almış bir komutanken çatışma arasında çadırında kitap okumayı da ihmal etmeyen biri. Aynı anda her gün iki ya da üç tane kitap okuyan biri. Sosyolojiye, felsefeye ve eğitime büyük ilgisi var. Kitapta da yer verdim, eğitimin önemine birçok konuşmasında özellikle değiniyor. 7581 yılları ararında Kara Harp Akademisi’nde 6 yıl öğretmenlik yapmış. Harp Akademileri Komutanı Org. Hamza Günalp bile “Yüzbaşım, öğrenciniz olmayı arzu ederdim” diyor. Başbuğ, sürekli akılcılığı ve mantığı önceleyip duygusallığı öteleyen bir kişilik yapısına sahip. Demokrasiye inancı tam, demokrasiyi özümsemiş bir kişilik. 12 Eylül’den bahsederken ‘darbe’ bile demiyor. ‘12 Eylül durumu oldu, 12 Eylül olayı’ gibi tanımlamalar kullanıyor. Çünkü bırakınız darbeyi, darbe sözcüğünü dahi sevmiyor, telaffuz dahi etmek istemiyor. TSK’nin bu kadar haksız saldırılara maruz kaldığı şu dönemde duygusal davranmama becerisine sahip olmanın gerektirdiği irade gücünü bir düşünelim. Her gün medyasından, siyasilerinden dayak yiyen bir kurumun başındasınız, Türkiye’nin iç ve dış onlarca, yıllardır birikerek gelen ve hepsi yavaş yavaş sahneye çıkmaya başlayan sorunlar demetiyle boğuşuyorsunuz. Emrinizde 700 ila 800 bin silahlı insan var ve her gün dayak yiyorsunuz. Buna rağmen illegal hiçbir şey yapmıyorsunuz, yapmak isteyen birileri olursa onları da bastırıyorsunuz, “Ben böyle bir şeye asla müsaade etmem” diyorsunuz. Başbuğ, özellikle bu dönemde rejim adına ve uzlaşma adına çok büyük bir şanstır ve Türkiye Başbuğ’u yeteri kadar değerlendiremiyor. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “BaşbuğOrg. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek” / Ercan Çitlioğlu / Destek Yayınları/ 398 s. SAYFA 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1050
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle