Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K 980’den sonra öykü yayımlamaya koyulan yazarların roman verimlemeye yönelişi üzerinde durmuştum geçen hafta, “Öykücüler Neden Roman Yazıyor?” başlığı altında. Olası nedenlere dayalı kimi ipuçları yakalamaya, öykücülüğümüz bağlamında bunun yol açacağı etkilerin neler olabileceği doğrultusunda kapı aralamaya çabalamıştım… Sonuçta öykücülerimizin “neden” roman yazdığına değgin sorular üretmeye girişmiştim kendimce… On öykücü romancımızı almıştım örnek olarak da… Ayfer Tunç, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz, Sibel K.Türker, Halide Eşber, Özcan Karabulut, Attilâ Şenkon, Faruk Duman, Behçet Çelik, İnan Çetin… Adlarını andığım öykücülerden roman veriminde en eskiye giden Ayfer Tunç, en yenisi ise Behçet Çelik… Tunç’un Kapak Kızı 1992’de, Çelik’in Dünyanın Uğultusu 2009’da yayımlandığına göre demek gruptaki öykücülerin roman yayımlama girişiminde eşik on yedi yıla yayılıyor. Bu yazarlar bütün olarak alındığında eşiğin biraz daha genişleyeceği kestirilebilir kolayca. Öykücülerden beşi; Halide Eşber, Sibel K.Türker, İnan Çetin, Özcan Karabulut, Behçet Çelik tek romanlı yazarlar henüz… Eşber’in Her Şey Seninle (2005), Türker’in Şair Öldü (2006), Çetin’in İblisname / Bir Hayalin Gerçek Tarihi (2007), Karabulut’un Amida, Eğer Sana Gelemezsem (2008), Çelik’in Dünyanın Uğultusu birer yıl arayla yayımlanmış romanlar. Ayfer Tunç, Aslı Erdoğan, Attilâ Şenkon, Sema Kaygusuz iki romanlı. Tunç’un Kapak Kızı’ndan sonraki yapıtı Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (2009). Erdoğan’ın Kabuk Adam (1994), Kırmızı Pelerinli Kent (1998), Şenkon’un Bütün Düşler Nazlı’dır (1998), Gökkuşağına İki Bilet (2004), Kaygusuz’un Yere Düşen Dualar (2006), Yüzünde Bir Yer (2009), bütün olarak alındığında on yedi yıl ile üç yıl arasında farklı zaman aralıklarında yayımlanmış görünüyor. Bu on yazar arasında en üretken öykücü Faruk Duman. Üç romanı var yazarın: Pîrî (2003), Kırk (2006), İncir Tarihi (2010). Duman’ın, üçüncü romanını yenice yayımladığı düşünülürse, öykücülerin roman verimleyişinde bir ivme artışı beklenebilir. Nitekim yayımlanan on altı romanın yıllara dağılımına bakıldığında yükselen bir debi seziliyor… 1992: 1, 1994: 1, 1998: 2, 2004: 1, 2005: 2, 2006: 3, 2007: 1, 2008: 1, 2009: 3, 2010: 1 (sürüyor). Bu romanlardan se itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Öykücüler nasıl roman yazıyor? kizi kadın, sekizi erkek öykücülerimize ait. Buna göre öykücülerin roman yazmaya yönelişinde 2000’den başlayarak son yıl içinde bir yoğunlaşmayla karşılaşılıyor. Bu verilerin ardından öykücülerimizin “nasıl” roman yazdıkları olgusuna geçebiliriz artık. YAPILARI BAĞLAMINDA ÖYKÜCÜLERİN ROMANLARI... Buradaki “neden”, “nasıl” sorusunun, yazarların ne’yi, nasıl anlattığı üzerinde yoğunlaşmak anlamına geldiğini bilmem anımsatmak gerekir mi? Yukarıda adlarını andığım yapıtlar için, yazarların, kendilerine özgün bir roman yolu çizebilmek ya da bu yönde akış sağlayabilmek amacıyla yoğun çaba harcadığı anlaşılıyor. Hatta birden fazla roman verimlemiş öykücülerin, romanlarını apayrı estetik yapılar halinde ortaya çıkarmaya çabaladıkları görülüyor. Burada örneklediğim romanların, yapı anlamında; 1. Dışa kapalı, rulo halinde kendi içine kıvrık romanlar, 2. Dışa dönük, derin vadide koyaklar, uçurumlar sunan ucu açık romanlar, 3. Aynı bir düzlemin açılımından oluşan romanlar halinde üç farklı grup ortaya koyduğu öne sürülebilir. Bu ayırmanın öteki öykücü romancıların verimleri için de geçerli olduğu kanısındayım kendi payıma. Gerçekten de günümüzde romanların yapıca üç farklı eğilim yansıttığı söylenebilir. Yazar, hangi gerçeklik temeline yaslanırsa yaslansın, roman verimimizde bu üçlü ayrımın izini sürebilmek olası. Demek ki yazarlarımız, soyutlayımda, dönüştürümde sergilediği hüner bir yana bu üç farklı modele uygun biçimde yapılandırıyor romanlarını. Sonuçta verimlenen romanlar da; 1. Biçemce postmodern kurmacanın, 2. Zenginleştirilmiş roman kavrayışı çoğulluğuna dayalı bir bileşenin, 3. Klasik anlatımcı romana giydirilen çok yönlü etkilerin yönsemesinde yapılandırılıyor. Ancak öykücü romancıların, öykücü olmayan romancılara oranla farkı kolayca çıkabiliyor ortaya. Bir kez öykücü yazarlar, öyküdeki çalışkanlıklarının yansıması bağlamında işçilik yönünden farklı tutum sergiliyor. Bu fark, sözcüklere, sözdizimlerine, ayrıntılara, bunların yerleştirilişine dönük yazar tutumlarında kendini gösteriyor en çok. Öykünün bu yöndeki zorlayıcılığı nedeniyle yazarlar romanlarında içyapıya karşı son derece duyarlı bir konum sergiliyor. Ne var ki zaman zaman bütünün gözden kaçtığı roman mimarisindeki bütünlüğün korunmasında güçlük çekildiği görülmüyor değil. Bir diğer olumsuz yan da romanların öykülerdeki çatıya benzer yaklaşımla kurulmaya çalışılmasında ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım, yazarların yapıca birbirine benzeyen romanlar kaleme almasına yol açıyor denebilir. Sözgelimi on yedi yıl arayla yazılmış, farklı kurgulara sahip çok ustalıklı romanlar olmasına karşın, Tunç’un Kapak Kızı ile Bir Deliler Evi…’nin yapıca örtüştükleri söylenebilir. Bunu birden fazla roman kaleme almış öteki yazarların romanları için de öne sürebilmek olası. Diyeceğim, öykücülerimiz, yapıca kendi romanlarının değişkeleri halinde romanlar çıkarıyor ortaya. Bu durum onların, öykünün bütününü görebilmekle birlikte sıra romana geldiğinde ölçüyü kıvamında tutturamadığını; öyküden kazandıkları alışkanlıkla iç mimari bağlamında romanda saltık mükemmelliği gözettiğini, ama iş çatı mimarisine geldiğinde öyküdeki parıltının görece gerisinde kaldıkları gibisinden bir izlenime vardırıyor bizi. O halde andığım yazarların roman evreni kurmakta, kahramanları buna yerleştirmekte, kendi içlerinde türdeş tutumlar sergilediği öne sürülebilir. Ayfer Tunç’ta gözlenen evrenkahraman ilişkilendirme biçimine Aslı Erdoğan, Sibel K.Türker, Özcan Karabulut, Attilâ Şenkon, Behçet Çelik romanlarında da rastlanıyor. Ne ki bu öykücülerin birebir örtüşen roman kalıplarına uyar biçimde yapıt verimledikleri de sanılmamalı. Sözgelimi Ayfer Tunç kahramanlarla evrenleri birbirine geçmeli biçimde kurarken romanda, Sibel K.Türker, Özcan Karabulut, Behçet Çelik, kahramanevren ilişkilenişini düzlem değiştirerek kotarıyor. Aslı Erdoğan, dönüştürümlerine kattığı büyü sarmalıyla, gerçekliği büyüyle sislendirerek, Attilâ Şenkon da düşlemci bir örtüşmeyle kotarıyor bunu. Sema Kaygusuz, Faruk Duman, Halide Eşber, İnan Çetin romanları bir yandan yukarıdaki yaklaşıma uygun örnekler olarak görünmekle birlikte görece daha karmaşık yapı yansıtıyor… Postmodern öğelerle içlidışlı yapılandırdıkları romanlarında yazarlar, gerek zaman gerek uzam gerekse kişi bağlamında çeşitli düzlem kaydırmalarıyla, sonra bunları söylen, masal diline dayalı yoğurmayla karşımıza çıkıyor. Andığım yazarlardan dokuzu ucu açık, bütünlüklü romanlarla okurun karşısına çıkarken Çetin, kendi içine kıvrılan, sürekli kendine döndüğü için de çevrimsel döngü sunan parçalı roman yapısıyla geliyor önümüze. Özetlersek; yazarların öykülerinden taşıdıkları izlekleri, konuları romanlarına buyur ederken yer yer öyküroman çatışması yaşadığı, büyük bölümü okurda bu kitaplarla hayatı, yaşamı yeniden yorumlama olanağının önünü açarken kimilerinin ise bizi oyunun temelinde yer alan işlevden uzak saltık kurgusal bir oyunla karşı karşıya bıraktıkları vurgulanabilir. ÖYKÜDE SAFRA OLANI ROMANIN SIRTINA YÜKLEMEK Öykü sanatı, doğrudan etkiye, etkilenmeye açık bir tür, yani sıkılanıp yoğunlaştırılmış bir etki gücüne sahip. Oysa roman, gücünü genişleyişteki egemenlikten, bunlarda tanrısal kapsayışla yayılış sergileyen özgür evren yaratısından alıyor denebilir… Buna göre biz, öykücü romancıların, öykü deneyimlerinden edindikleri birikimle romana soyundukları olgusuna varabiliriz sanıyorum. Bu kendini, en başta öykü için zorunlu olan arındırma, eksiltme, boşluk bırakma, susku vb. anlatı tutumlarında kendini gösteriyor. Sözcük seçiminde, sözdizimlerinde, ayrıntıya işlev yüklemede benzersiz deneyim sahibi öykücülerimizin, öteki romancılarımızdan ayrılan yanları, daha çok bu deneyimlerinde kendini gösteriyor bana göre. Yazınsal değerin bilicisi, deneyimcisi bağlamında öykü yazarları, öykünün sırtına yük olarak çökeceği, ıhacağı kuşkusu taşıdığı konuları, sorunları vb. romanlarına aktarmaya girişiyor denebilir. Öyleyse, bir çalım, öykülerini şişirmemek, değerini düşürmemek için roman yazdıkları bile düşünülebilir bu yazarların. Şairlerin, yük olacağı kaygısını taşıdığında benzer yaklaşımla bunları şiire karıştırmamak için öykü yazmaya yöneldikleri gözlenmez mi? Örneğin Şükran Kurdakul, bunu çok açık biçimde dile getirmişti geçmişte. Kendi ağzından okumuştum, kendisiyle yapılmış bir söyleşide ya da doğrudan kendi kaleme getirişinde. Öteki şairlerle öykücülerin de bu doğrultuda örneklenebilecek görüşleri olduğu biliniyor zaten. Öykücü yazarların yukarıda sıraladığım başarı örnekleri, bu yönde ulaştıkları düzey apaçık kendini koymakla birlikte roman atmosferi içinde bir ölçüde güme gidiyor. Ama bu arada böylesi deneyim sahibi yazarların iş romana geldiğinde birer öykü yazarı olarak karşımıza çıktığı da öne sürülebilir. Gerçekten ardışık, bakışımlı vb. romana yerleştirilmiş yazınsal uygulayımlar, çatı bütünlüğü altında zaman zaman sırıtan bir durum sergileyebiliyor. BİRBİRİNİN HENDESESİNE KISILAN ÖYKÜROMAN... Bütün bu verilerin ışığında, öykücülerin yazınsallık karşısında gösterdiği duyarlı tutuma, hatta aşırı özene karşın bütünde kimi noktaları gözden kaçırdığı söylenebilir. Özellikle romana eklemlendirilen öykülerin roman atmosferindeki uyumu konusunda, bunların yapıtaşı bağlamında mimari çatıdaki rolü kimi korozyonlara yol açabiliyor çünkü. Ancak öykücü yazarların, romanda iç mimariye dönük büyük işçilik sergilediği öylesine açık ki… Göz kamaştırıcı bir parıltı bu. O halde öykücü romancıların öykü sanatıyla roman sanatının kendilerine özgü hendeseleri arasında zaman zaman sıkıştığı, bu sıkıntının, onları bir açıdan dağıttığı savlanabilir. Bunların ardından öykücü yazarların kitaplarıyla sonuçta roman sanatımızın düzeyini yükselttiği, buna yönelik örnekçe oluşturduğu eklenebilir. Gerçekten de roman sanatımızın son on yılında romancılığımızın kazandığı ivmede öykücülerimiz büyük paya sahip. Onların bu başarısı, öykü deneyimleri bulunmayan yazarlar tarafından kaleme alınmış romanlarla karşılaştırıldığında, açık arayla önde görünüyor. Bu arada öykü sanatı aracılığıyla kadın yazarlarımızın romana dönük katkılarının da altını çizmek zorunlu geliyor bana. Ancak buna geçmeden kadın öykücülerimizin, öykü sanatındaki büyük katkıları üzerinde durulmalı ilkin. Konu üzerindeki düşünce savurmalarını 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne gelecek biçimde önümüzde hafta da sürdüreceğim… ? SAYFA 25 1 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1046