Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Fadime Uslu’yla ‘Büyük Kızlar Ağlamaz’ üzerine ‘Nereye dönseniz anlatılmamış bir öykünün içindesiniz’ Büyük Kızlar Ağlamaz‘la öykü dünyasına giriş yapan Fadime Uslu, sinematografik anlatımla yarattığı atmosferde, resim gibi çizdiği mekânları, insanları, doğal diyaloglarıyla sıcacık, içten bir dünya sunmayı amaçlıyor. Toplumun değişik kesimlerinden yaşam biçimlerini öykülerine taşıyan Uslu, kadın dünyasıyla beraber, erkek dünyasına da içeriden bakmaya çabalıyor. Fadime Uslu’yla yeni kitabı Büyük Kızlar Ağlamaz’ı konuştuk. Ë Faruk DUMAN evgili Fadime, onca eleştiri yazısından sonra ilk kitap, bir öykü kitabı oldu. Hem de sıkı bir öykü kitabı. Nasıl yazmaya başladığından söz edebilir misin biraz? Bu güzel görüşler için teşekkür ederim. İlk öykümü on dört yıl önce üniversite yıllarında yazdım. Yine bu dönemde izlediğim sergiler, filmler üzerine kısa metinler yazıyordum. Sanat tarihi bölümünde okudum ve eleştiri metinleri yazmak bizim için bir ödevdi. Topluca sinemaya gidip bir film üzerine kafa yorduğumuz zamanlardı. Tüm bunlar hiçbir tekniği olmayan, sadece içsel dürtülerle çalakalem yazılmış, bir metin kıvamını dahi bulamamış deneysel çalışmalardı. Günlükler tutuyor, okuduğum kitaplarla ilgili izlenimlerimi de aktarıyordum defterime. Uzun süre hiçbir şey yazmadım. Farklı disiplinlerle ilgili okumalar yaptım sadece. Yıllar sonra, geçmişte duyduğum o coşkuyu yeniden hissedince kaleme sarıldım. Ne yöne gideceğini bilmeyen, türler arasında dolaşan metinler ortaya çıkınca yazma seminerlerine katılmayı düşündüm ama bu konuda büyük çekincelerim vardı. Çünkü sanatın özellikle de edebiyatın günümüzde içi boşaltılan pek çok değer gibi tüketim nesnesi olması fikrine karşıydım. Ancak um:ag’daki seminerlere katıldıktan sonra bu fikrim değişti. Öyküde yoğunlaşan bir yolculuğun hazırlık dönemi söz ettiklerim. Dergilerdeki eleştiri yazıları ise öykülerden sonra, öykülerin içinden doğdu. “ÖYKÜ KİŞİLERİNİN DOĞASI NEYSE ONA SADIK KALMAYA ÇALIŞIYORUM” Eleştirideneme yazıları edebiyata dışarıdan, ölçümlü bir bakış gerektiriyor, dolayısıyla kişide bir alışkanlık da yaratıyor bu. İki tür (eleştiriöykü) arasında sence nasıl farklar var? Tabii yazılış süreçleri bakımından. Kurgusu, dili, yöntemiyle iki yazınsal tür arasında büyük farklar olmasına karşın eleştiri ile öykünün kesiştiği pek çok nokta var. Sanatın diğer dallarında olduğu gibi bu iki tür de birbirinden SAYFA 16 S beslenerek gelişiyor. Eleştiride kullanaken neler düşündün, nasıl bir yol izlecağım yöntemi kitabın kendi iç sesi bedin? lirliyor. Henüz okuma aşamasındayken Bu her öyküde farklı gelişiyor. Öraldığım notlar metnin açılacağı kanallaneğin “Taşın Rüyası”, gözümde canları da haber veriyor bana. Öykü için de nan bir resim ve bir cümleyle başladı. benzer durum geçerli. Öykü kişilerinin “Güvercinlerime Dokunma”da önce doğası neyse ona sadık kalmaya çalışıdiyalogları yazdım. Görüntü oluşmayorum. Konuşma biçimlerini, davranışmasına rağmen konuşmaları kulağıma larını, çevresiyle kurduğu ilişkiyi müdabiri fısıldıyormuş gibi hızla yazdım. Bu hale etmeden yansıtma kaygısı taşıyokonuda Tarkovski’den, onun titizliğinrum. Onlar üzerinde yazar baskısı olden, sanat görüşünden, yalın anlatımın içinde müziği, fotoğrafı, resmi hatta tisun istemiyorum. Belli bir kurama bağlı yatroyu birleştirerek çarpıcı bir sinema kalarak, eleştirel teorilerden sadece bidili yaratabilmesinden çok etkilendim. rinin yöntemleriyle yazmak bana göre, Her bir filminde birbirine benzemeyen üzerinde durulan eseri de metni de sıkonuları ele alması, anlattığı durum nenırlayan, odağı dar, kuramla birlikte yayi gerektiriyorsa onu gerçekleştirmesi zar iktidarının hüküm sürdüğü bir üsyüreklendirdi beni. Onun metrelerce lup. Sanattan çok eleştiri bilimine katşerit kullanması gibi, en iyi sahneyi, dili kısı var bunun. Oysa her eser ayrı bir buluncaya kadar defalarca yazıyorum. çalışmayı, farklı teorileri, kimi zaman Öykü kişilerinin kullandığı dil benim teorileri de yıkan okumaları gerektiriiçin belirleyici oluyor. Tanrı anlatımınyor. Meselesini, varsa özgün alanlarını da ise atmosfer ve atmosferde hissettiortaya çıkarmak için eserin derinliğine ğim enerji. doğru bir kazı yapıyorum. Bu süreçte başka yapıtlarla benzer yanları karşıma “KADIN SORUNLARINI ANLATAN çıkıyor. İzlediğim bir filmle, okuduğum ÖYKÜLER KLİŞELERE DÜŞÜYOR” herhangi bir metinle eseri buluşturmak “Büyük Kızlar Ağlamaz”, “Taşın kaçınılmaz oluyor. Eleştiriyi önceden Rüyası”, “Karda Mercanlar”; bu güzel kurgulamadığım gibi öykünün kurguöyküler kadın sorunlarını benzersiz iç sunu da önceden yapmıyorum. Öykügözlemlerle anlatıyor. Öykücülüğümüznün kurulma sürecinde atmosferi görüde kadın sorunu ne düzeyde anlatılıyor yor, kişilerin konuşmalarını duyuyosence? rum. Bu öyle bir aşama ki hem öyküde Ülkemizde kaki her varlığın içindın soruları üzerine deyim, hem onları onca çalışma yapıldışarıdan izliyomasına, sorunların rum. Elbette öykügünden güne çığ ler, eleştiri gibi, kigibi büyümesine şilerin yaşam bikarşın kadının ağrıçimleriyle ilgili bir yan yarasına içeriçalışma istiyor benden bakılarak anladen. Ancak bir öytılan öykülerin nikünün olgunlaşma telik yönünden sasüresi eleştiri meyısını yeterli buldutinleriyle kıyaslanağumu söylemek maz. Öykünün çok güç. İçinde yademlenmesi, kendişadığımız sistem ni bulması uzun yıllar gerektiriyor. kadına yönelik ayrımcılığı, cinsel is Büyük Kızlar tismarı, baskıyı, Ağlamaz’da son deşiddeti olanca gürece yetkin, güzel, cüyle körüklüyor. arı bir Türkçe görüyoruz. Öykü, bir Tüm bu sorunlar dil disiplini gerektiöykümüzün damarriyor sanki, dil öne Fadime Uslu, kadın sorunlarını anlatan öyküle larına sızıyor elbetrin samimi olmadığı zaman, klişelerin tuzağına çıkıyor. Öykülerite. Çeşitli cepheler düştüğünü dolayısıyla kadın kimliğine de öynin dilini oluşturur küye de zarar veridiğini söylüyor. hareket alanı yarat maya, bir platform oluşturmaya çalışıyor. Çığır açan yazarlarımızın Firuzan’ın, Sevgi Soysal’ın, Nezihe Meriç’in, Leyla Erbil’in üzerinde durduğu meseleler değişmediği gibi biçim değiştirerek daha da büyüdü. Nerede yaşarsa yaşasın kadın var olabilmek için, karşı cinsin, hemcinsinin ve sistemin maddi manevi ögelerine karşı savaş vermek durumunda. Kadın sorunlarını anlatan öyküler samimi olmayınca, klişelerin tuzağına düşünce kadın kimliğine de öyküye de zarar veriyor. Tabii aynı oranda erkekler, her kesimden insanlar var Büyük Kızlar Ağlamaz’da. O kısacık “Yük” öyküsü çok güzel bence. Martta… Azınlık konusu da var burada. Bunca geniş çerçevede… Konularını nasıl seçtiğini soracağım. Yaşı, cinsiyeti, sosyoekonomik konumu ne olursa olsun insan, baskılanan doğa, kentler, kasabalar çeşitli halleriyle öykünün öznesi olurken konu çeşitliliği çıkıyor ortaya. Büyük Kızlar Ağlamaz’da yer almayan tamamlanmış öykülerimde de bu çeşitlilik var. Aslında bir konu belirleyerek yazmıyorum. Yaşadığım, hissettiğim, görüp tanık olduğum olaylar, durumlar ve kişiler varlığını bütün açıklığıyla duyuruyor. Kimi zaman bir söz, küçük bir davranış bile kişinin iç dünyasını kendiliğinden söylüyor. Açıkça anlatılmayan ama anlaşılması beklenen hayatlar öykünün doğasına açılmak için öylece bekliyor sanki. Beni etkileyen, yazınsal değer taşıdığına inandığım itki, sonradan konuya dönüşüyor, öykünün doğasında estetik biçimini alırken gelişiyor bu. Öyküler kendi olgunluk serüvenini tamamladıktan sonra onlara dışarıdan baktığımda konularının çeşitliliğini, hatta birinin içinde birden fazla konu olduğunu görüyorum. Bu, önceden kurguladığım, matematiğini hesapladığım bir yöntem değil. “Yük” ve “Martta” öykülerinin başkişisi Barba Yorgo adını verdiğim kahramanı tanımasaydım bu öyküleri yazamazdım. Böylesine zengin bir coğrafyada yaşamanın karşılığı bu bence. Yönünüzü nereye çevirseniz anlatılmamış bir öykünün içinde buluveriyorsunuz kendinizi. ? Büyük Kızlar Ağlamaz/ Fadime Uslu/ Pupa Yayınları/ 104 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1046