Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cemil Kavukçu’dan ‘Angelacoma’nın Duvarları’ tekrar eden, kahramanları olan ve onları sahiplenen kişiler... 1970’lerin debdebeli ortamından anlatılar da payını alıyor. İnegöl’de olan biten, komplo teorileri ve saldırılar, Kavukçu’nun gençlik hatırası biçiminde konduruluyor sayfalara. Kavukçu, o günlerde İnegöl’de yaşananlara “insan avı” nitelemesini uygun görüyor. DUVARLARI AŞMAK Kavukçu’nun anlattığı ya da olayların geçtiği coğrafya, sadece İnegöl’le sınırlı değil. Gölpazarı, Söğüt, İznik ve Bilecik de anlatılardaki yerini alıyor. Babasıyla çıktıkları panayır ve pazarlar, ilk gençlik yıllarından yansıyan imgeler. Angelacoma’nın duvarları, dibinde çökülüp kalınan bir yer değil Kavukçu ve arkadaşları için; aşılmak istenen ve daha da ötesi, aşılması gereken bir şey. Ama korku da eşlik ediyor bu düşüncelere: “Bazen kendimi kandırdığım, bütün yakınmalarıma karşın buradan kopmak istemediğimi düşünüyordum. Belki de duvarların dışına çıkmaktan korkuyordum.” Kavukçu, gitmekle gidememek arasındaki ikilemlerinin sürdüğü sıralarda, bir çalışma anını ve o anlarda duyduğu sesleri anlatır: İnşaat sesi, bakırcıların bakır dövüşü, berberin makas sesi, radyodaki musiki... Onun, bunlara taktığı isim ise “kasaba sıkıntısı” ve kasaba sıkıntısının karşılığı ise “zamanı yavaşlatan sesler.” Meyhane adabını öğrenmeye başladığı yer, yine zamanı yavaşlatan sesler işittiği kasaba. Olgun, deneyimli görünmeye çabalayan yeniyetmelere garsonlar da yetişkinler gibi davranmaya başlamıştır artık. Bu arada Kavukçu’nun çizdiği resimler, istekleriyle örtüşür hep; kaçmayı arzular: “Bir şey arıyordum, ama ne aradığımı bilmiyordum. Tuval üzerine çizdiklerimle, paletime sıktığım boyalarla, fırçamla iz sürüyordum. Bir tünel kazdığımı düşünüyordum. Kazı, odamdan başlıyordu ve gittikçe derine iniyordum. Amacım Angelacoma’nın duvarlarını geçip ilçenin dışına açık havaya çıkmaktı. Sonra koşacaktım, hayatı ıskalamadan koşacaktım.” Oysa sona geldiğimizde defteri açık kalmış bir aşk hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Metnin sonunda Tasmalı Güvercin kitabına adını veren öykünün dibindeki soruya bir yanıt var. Daha doğrusu, Angelacoma’nın Duvarları’ndaki cevap, Tasmalı Güvercin’deki sorunun önceden verilmiş bir yanıtı. Soru şu: “Hata bir kez mi yapılır?” Yanıtı hem Tasmalı Güvercin‘de hem de Angelacoma’nın Duvarları’nda bulunuyor. Angelacoma’nın Duvarları’nda, ilk satırlardan itibaren bir öykünün içindesiniz. Öykücülüğün devreye girmesi, böyle bir şey olsa gerek. Bu bağlamda, başkaları için bir geçiş yolu ya da mola yeri olan İnegöl, Kavukçu’nun geleceğini etkileyen bir mekân olma özelliğiyle damıtılmış biçimde anlatılıyor. Söz konusu anlatılarda bir masal tadı da var. Nereden baksanız, çocukluk ve ilk gençlik yılları ağırlıkta. Bu nedenle metinde, kimi zaman kendini yoğun olarak hissettiren masalsı ögelerin yer alışının doğallığı da çıkıyor ortaya. Bu da gerçeğin yer yer masallaştırılarak anlatılmasını sağlıyor ve okura, gerçekle düşsel arasında geçiş yaptıran bir kapı aralıyor. ? Angelacoma’nın Duvarları/ Cemil Kavukçu/ Can Yayınları/ 148 s. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 2009’da 33’üncüsü düzenlenen Sedat Simavi Ödülleri’nin Edebiyat Ödülü’nü Cemil Kavukçu’nun Angelacoma’nın Duvarları adlı kitabı kazandı. Kitap Kavukçu’nun doğup büyüdüğü İnegöl’ü anlatırken aynı zamanda, yazarın yaşamından parçalar yansıtan yönüyle öne çıkıyor. Bu kez kendini anlatıyor Ë Ali BULUNMAZ u yazı, eli kalem tutmaya başlamış ve ilk fırının kapısında bekleyen biri tarafından çiziktiriliyor. Kim için mi? Öyküleriyle kendini kanıtlamış ve bu yönüyle usta sıfatını isminin önüne koydurmuş bir yazar için. Daha doğrusu, o ustanın kendini anlattığı; yaşamından parçalar sunduğu kitabı için. Kitabın adı Angelacoma’nın Duvarları, yazarı Cemil Kavukçu. Bu yazı kâğıda dökülürken masada pek çok Kavukçu kitabı duruyor, en başta Mimoza’da Elli Gram, Gemiler de Ağlarmış, Yalnız Uyuyanlar İçin, Gamba, Temmuz Suçlu, Dört Duvar Beş Pencere, Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak ve Tasmalı Güvercin. Üzerinden uzun zaman geçtikten sonra kişinin geçmişe dönüp kendisiyle ilgili bir şeyler karalaması bazen çok zor bazen de kolay. Zor, çünkü birçok şeyi unutma tehlikesi her zaman kapıda; isteyerek ya da elde olmadan sizde kalanları köprüden atabilirsiniz. Öte yandan kolay, eğer hazırlıklıysanız. İnsanın yetiştiği ortama dönmesi; zorlukları, yoklukları, yolculukları ama yine de o zamanın tadını duyumsaması, belleği tazelemenin yanı sıra okuruna, ürettiklerinin ötesinde kendini açması da demek. Okur, ciddi ciddi okuyorsa; yazarın, kitap kapağının ardına ilişen kısa özgeçmişinden fazlasını merak eder. Etmeli midir, o ayrı konu. Ama edebiyat kurdu insanlar kendini alamayabilir, “Bu yazar kim?”, “Nerede yaşadı?”, “Neler yaptı?” diye soruverir. Bir şeyler bulabiliyorsa şanslıdır. Yazar ona sunmuşsa, ne âlâ. Angelacoma’nın Duvarları da böyle bir sunuş. “Cemil Kavukçu’yla ilgili merak ettiğiniz her şey” türünden bir iddia taşımıyor, öyle bir pazarlanışı da yok. Fakat Kavukçu, kendini anlatırken merak eden, onun yazdıklarını dikkatle izleyen okuru için kupkuru ve kısa bir özgeçmişi aşıp öyküyle harmanlanmış otobiyografinin kapısını kırıyor; meraklıları buyur ediyor. B DÜNYAYA AÇILAN PENCERE: İNEGÖL “Angelacoma”, İnegöl’ün eski adı. İnegöl, Cemil Kavukçu’yu dünyaya kazandıran yer. Onun deyişiyle, pencere kenarında çayını yudumlarken, en geniş caddesinin bile erkenden ıssızlaştığı, solgun ışıklı bir ilçe: “Kendimi kandırdığımı, hiçbir zaman ressam olamayacağımı, benim için yaşamın başka yerlerde olduğunu düşünürdüm. Güçlü olduğumu sandığım anda bile güçsüzdüm. Yapabileceğim bir şey yoktu. Bir filmin hem oyuncusu hem de izleyicisi gibiydim.” O zamana, İnegöl yıllarına böyle dönüyor Kavukçu ve o dilimi bu şekilde resmediyor. Yukarıdaki alıntı arka kapaktan, ön kapakta kendi çizimlerinden bir örnek var. İlginç bir buluşma; ressam olamayacağını düşündüğü yıllara bir meydan okuma mı bu, kim bilir?.. Öykülerle, anlatılarla resim çizmek de bir ressamlık sonuçta. Kavukçu’nun asıl ressamlığı da bu: Sözcüklerle çizmek. Çocukluğunun çizgi kahramanlarını ve düşlerini de aynı şekilde sözcüklerle resmederek döküyor sayfalara. Sadece bunlar mı? Elbette değil; ev, sokak ve sinema... Kavukçu, çocukluğunun sinemalarını uzun uzun anlatıyor. Özellikle de sinema önü maceralarını, “Macera Sineması”nı. Anlatımlarına bakılırsa, küçüklüğünün ve ona dair hatıraların yaşamında önemli yeri var. Yazdıkları bunu kanıtlıyor: “İlkokul kitaplarını, dergileri bulmayı, resimlerine bakmayı, o saf duygularımla yeniden karşılaşmayı çok istiyorum. Bir süredir, bende iz bırakan ya da bıraktığını düşündüğüm nesneleri korumam altına alıyorum ama yine de geç kaldığımın farkındayım. Asıl hazinem çocukluğumdaymış.” Çocukluk anılarının, ileriki yıllarda yazdıklarına ilham kaynağı olduğunu da anlıyoruz bu satırlardan. Sonrasında İnegöl’den ayrılış, lise günleri ve hastalık... Hayatında ilk kez hastaneye giden bir çocuk. İstanbul serüveninin ardından, hastalığının da etkisiyle İnegöl’e geri dönüş. Yeniden başlayan İnegöl günlerinde, Kavukçu’nun penceresi Uludağ’a bakar. Resim çizer, kitap okur. Akşamüstleri ise hayal kurma saa tidir, hayaller tuvale yansır. O günlerin resim çılgınlığı, hastalığı “sayesinde”, bir dediğinin iki edilmediği dönemin sonucudur. Resmi oluşturmasını sağlayan çeşit çeşit yağlıboya da... Dedesinin çizimlerinin, kendisini resim konusunda nasıl cesaretlendirdiğini anlatır: “Güllere dedem gibi can vermem uzun sürmedi. Ardından kendi dünyama yelken açtım. Resim, tekdüze ve sıkıcı kış günlerine renk katmıştı. Gece yatınca bir an önce sabah olsun istiyordum, çünkü yapacak işlerim vardı.” Ama o yıllarda endişeleri de vardır: Yaşadığı kasabada kısılıp kalmak, babasıyla aynı işi yapmak. İstediği ise İstanbul’da resim okumaktır. Kavukçu’nun lise yılları sancılı. Uzayan öğrenim ve kardeşinin neredeyse ona yetişecek olması sıkıntısını arttırır. Üstelik ilk kez sınıfta kaldığı zaman ailesinin buna ne diyeceğini düşünmesi, her şeyin daha da zorlaşmasına yol açar. Ancak aile, hastalığı nedeniyle onu anlayışla karşılar ve “kazanılmış çocuk” olarak görür. Angelacoma’nın Duvarları’nda anlatıların isimleri, adeta bir uzun öykünün kahramanları gibi; bir özyaşamöyküsündeki kişilerin çok ötesinde. Hem gerçek hem de kurgulanmışçasına usta işi. Resim yapan, “Resimdeki Gözyaşları” şarkısını hayranlıkla ve yutarcasına dinleyen, meyhanelere giden, çift dikişle sınıf “Angelacoma”, İnegöl’ün eski adı. İnegöl, Cemil Kavukçu’yu dünyaya kazandıran yer... SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1042