02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O tilla Birkiye’nin yeni romanı İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar (Ocak 2010, Özgür Yay.), Kafkaesk bir ortamda başlıyor. Net olmasa da, anlatımdan bir çeşit sıkıyönetim dönemi yaşandığını anlıyoruz. Anlatıcı bir devlet dairesinden çağrı kâğıdı almış. Bir süre tereddütte kaldıktan sonra 24 saatle sınırlı çağrıya uyuyor. Zaten uymazsa evden gelip alabilirler. Çoğu insanların siyasi nedenlerle yasaklı olduğunu biliyor. Kendine de bir yasak geleceğini umuyor. Ders vermesi, yazması engellenebilir. Tahmin ettiği gibi yazması yasaklanıyor. Ama siyasi nedenlerle değil görevli, gerekçe olarak “Kötü yazıyorsunuz, beyefendi” diyor. Politika, ekonomi, tarih ve benzeri alanlarda olmamak koşuluyla özel ders vermesine ise daha önce izin vermişler. kuduğum Kitaplar METİN CELÂL A Anlatıcı son ders verdiği grubu hatırlıyor. Aşk dersinden ikmale kalmış altı kişilik bir grup bu. Dört kadın ve iki erkek; Zeynep, Nilüfer, Önder, Esra, Özlem ve Can. Hangi okulda, nasıl ikmale kaldığını bilmediğimiz 20 ile 40 yaş arasındaki bu kişiler derslerden sonra bir sınava girecekler ve aşk dersinden geçmeye çalışacaklar. Anlaşılan aşk dersinin belli bir ders kitabı yok ki anlatıcı kendi romanlarını okutmaya karar veriyor. Sekiz günde bir, öğrencilerden birinin evinde toplanıp romanların üzerinde konuşarak, çözümleyip, yorumlayarak aşk dersi alacaklar. Anlatıcının yayımlanmış altı romanı, bu romanlar okunup altı haftada dersler tamamlanmış olacak. İstanbul’un altı ayrı semtinde oturuyorlar. İlginç bir tesadüfle tüm semtler anlatıcının hayatının çeşitli evrelerinin geçtiği yerler; Eyüp, Bakırköy, Beşiktaş, Kuzguncuk, İstinye, Arnavutköy. Her bölümde bir yandan anlatıcı o semtte yaşadığı günlere dönüp anılarını, eski aşklarını yâd ederken, diğer yandan da bir romanının üzerinde konuşarak aşk dersinden ikmale kalmış öğrencilerini tanıtıyor. Atilla Birkiye’nin yayımlanmış altı romanı var. Öğrenciler bu romanlar hakkında konuşuyor. Böylelikle biz de otobiyografik diyebileceğimiz bir anlatı okuduğumuzu anlıyoruz. Romanlardaki aşkın, kadınerkek ilişkilerinin nasıl ele alındığı, gerçekliğe uygunluğu, inandırıcılığı gibi konular ele alınıyor. Bir anlamda Birkiye’nin İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar’da romanlarına gelmiş eleştirilere cevaplar verdiğini de söyleyebiliriz. İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar, bu yapısıyla müzikte sıkça kullanılan bir terimle “tribute” albümler gibi. Eski romanları hatırlatıyor, tartışıyor. Başta, kötü yazdığı gerekçesiyle anlatıcıya roman yazmasının yasaklanmasını göz önüne alırsak acaba Atilla Birkiye, roman serüvenine ironik bir son nokta mı koydu diye düşünmemek elde değil. İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar rısı Süreyya ve kaynanası unutmak istediği geçmişi hatırlatan simgeler gibi. Her lafları rahatsız olmasına, hatta sinirlenmesine neden oluyor. Yazarın ‘Depremler kenti’ diye adlandırdığı İstanbul’a yakın bir yerde oturuyorlar. Depremler kentinde ilk güçlü sarsıntıda yıkılmaya hazır binadaki evleri ilk bakışta her şeyin yolunda gittiğini düşündüren hayatlarının pek de iyi işaretler vermediğini hissettiriyor. Aydın Bey’in günü belirli bir rutin içinde geçiyor. Televizyonda haberleri izliyor, gazete okuyor, yorumlar yapıyor. Cumhuriyetin değerlerine bağlı, laik anlayışta bir kişi. Ülkedeki gelişmelere endişe ile bakıyor. Dini inançların gündelik hayata yansımalarından rahatsız. Örneğin kendisi de üç çocuk sahibi olmasına rağmen başbakanın üç çocuk yapın önerisine kızıyor, eleştiriyor. Haberleri izlemek dışında karısıyla birlikte televizyon dizilerini takip ediyorlar. Yaprak Dökümü ile Aydın Bey’in ailesini karşılaştırmamak elde değil. Ailede bir yaprak dökümü bekliyoruz. Aydın Bey’in rutinini hastalık işaretleri bozuyor. Dünya da benzeri bir durumda, sürekli baş dönmeleri yaşıyor ama doktora gitmeyi hep erteliyor. Üç Noktalar Sarayı düz, sade cümlelerle kurulan bir anlatımla başlayıp tüm ailenin hikâyesini anlatacakmış gibi gelişmesine rağmen zamanla Aydın Bey’in ve Rüya’ya yoğunlaşıyor. Sayfalar ilerledikçe roman şiirsel bir anlatıma kayıyor. Yapısı kasten bozulmuş devrik cümlelerle masalsı hava güçlendiriliyor. Yazar bizi bu anlatıma Rüya’nın hep şair olma arzusu duyduğu, şiirler yazıp yırttığını anlatarak hazırlıyor. Araya, rüyalar, hayaller, şiir örnekleri koyuyor. Romanın ikinci bölümü ‘Ölüm’de Rüya’nın beklenen düğününün gerçekleşmediğini, “Angelus Novus”un öldüğünü öğreniyoruz. Paul Klee’nin ünlü tablosu “Angelus Novus”dan adını alan sevgili, yeni bir melek olarak Rüya’nın hayatında bir yenilenme, kurtuluş umudu. Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”de bu ünlü tablo için “uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor” diyor. “Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama Cennet’ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte, ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır.” Rüya, geleceğe dair tüm umutlarını “Angelus Novus”un ölümü ile gömmüş, bitmeyen bir yasa girmiş. İşi bırakmış, sürekli içki Berrin Karakaş Atilla Birkiye’nin yayımlanmış altı romanı var. ÜÇ NOKTALAR SARAYI Berrin Karakaş Üç Noktalar Sarayı’nda (Ocak 2010, Turkuvaz Kitap) polis emeklisi Aydın Bey ile üç kızı Dünya, Rüya ve Deren’in hikâyelerini anlatıyor. Düğüm başlıklı ilk bölümde polis emeklisi Aydın Bey’den başlayarak aileyi tanıyoruz. Evi, yazlığı, arabası olan, çocuklarını büyütmüş, artık bir parça huzur bulmayı uman bir baba. Büyük kız Dünya, diş tabibi, evlenmiş, çocuğu var. Kocası Tarkan’ın hiçbir işte dikiş tutturamaması sayılmazsa hayatını rayına koymuş görünüyor. Ortanca kız Rüya, gazeteci, bir yandan da kitaplar yazıyor, yayınlatıyor. Rüya, “Angelus Novus” diye adlandırdığı avukat sevgilisi ile evlenme hazırlıklarında. Ailenin küçük kızı Deren bir reklam şirketinde çalışıyor ve askerlik görevini yapan sevgilisinin dönüşünü bekliyor. Kevser nine ise ailenin geçmişiyle Anadolu’yla bağlantısının bir simgesi gibi. Hep geleceğe bakma yanlısı Aydın Bey için ka içerek kara kaplı defterine şiirler, yazılar yazıyor, “Angelus Novus”un olduğu rüyalar, halüsinasyonlar görüyor. Rüya’nın bozulan ruhsal yapısı ile birlikte roman da dağılıyor. Rüya’nın geçmişiyle hesaplaşmasındaki imgesel yoğunluk bizi konudan koparıyor. Konu üslubun, anlatımın altında eziliyor. Satır aralarında sözünü edip bıraktığı yaşlı sevgili gibi, şair Hüseyin gibi geçmişindeki kişilerle ne yaşadığını anlatmıyor sadece ruh haline ortak etmeye çalışıyor. Bu nedenle Rüya’nın yasının, girdiği kendi ile hesaplaşmanın önemini tam olarak kavrayamıyoruz. Diğer yandan midesindeki bıçak gibi sancıdan, yaşlılığın sıkıntısından kurtulmayı uman Aydın Bey, bodrumdan bir zamanlar Rüya’nın ilk yazarlık denemelerini yaptığı eski daktilosunu çıkarıp anılarını, görüşlerini yazmaya başlıyor. Aydın Bey’in yazdıklarının ayrıntılarına inmiyor yazar, daha çok ana başlıklardan ve yazma sürecinden söz ediyor. Okuduklarımızdan Aydın Bey’in yapısına uygun olarak daha gerçekçi ve ayakları yere basan bir metin oluşturduğunu umuyoruz. Rüya’nın yas hali kız kardeşlerin durumunu fark etmesi ve roman boyunca dobralığın simgesi gibi dolaşan Dünya’nın kızı Gülsahra’nın kara kaplı defterini çalması ile noktalanıyor. Rüya, ailesine ruh halini yansıtmamak için evini temizliyor, derlenip toplanıyor ve televizyonu açıp hayata dahil oluyor. Diğer kardeşler zaten çoktan hayatla barışmış. Dünya’da bir şiir bulan Deli şairin tüm çağrılarına rağmen Dünya kendini işine kaptırmış, Reklamcılıkta başarılı olup terfi ettiği anlaşılan Deren evlenmiş, çocuk bekliyor. İki kardeş Rüya’yı baba evine dönmeye ikna ediyorlar. Baba evinde ise onları Aydın Bey’in sağlık durumuyla ilgili kötü bir haber bekliyor. Berrin Karakaş Üç Noktalar Sarayı’nda orta sınıftan bir ailenin Yaprak Dökümü’nü düz bir anlatımla anlatmaya başlamış, ilerleyen sayfalarda baba ve kızın hikâyeleri haline sokmuş ve nihayetinde bir genç kadının yarı gerçeküstü, masalsı bir dille kendiyle hesaplaşmasına dönüştürüp noktalamış. ? SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1042
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle