22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ece Temelkuran’dan Ortadoğu’ya ve insanlık hallerine yalın bir alegori: ‘Muz Sesleri’ ‘Ortadoğu... Öfkenin ve kederin matematiği...’ Ece Temelkuran, Muz Sesleri romanı için Beyrut’ta dokuz ay yaşadı, Arapça öğrendi. Coğrafyanın yanan karnında cümleleri, roman kişileri onu bekliyordu, merhabalaştılar ve kaleminde buluştular. Yazara rol kaptırmadı roman kişileri, kendilerini konuştu, Ortadoğu’yu anlattı ve insanlığın hallerini gösterdi. Sonra sade savaş yoktu oralarda, aşk da vardı. Hem de nasıl! Öyle ki Ece’nin de deyimiyle “kanlı canlı, çatır çatır.” “Bizi ters yüz eden ve hiç kimse olmamıza imkân tanıyan bir ülke”ydi aşk. Ya da annenin kızına mektubu. Şatila Kampı’nın grisinde de vardı, radikalinde de, ılımlısında da. Taksicinin gözlerinde de alev aldığı oldu, utanan hizmetçi kızın hasretinde de. Ece’nin romanında zengin de var yoksul da. Yoksullara dokunmaktan vazgeçmiş, onlara öfkelenmiş bir sol da. Bütün dünyanın solu adına niye yoksullara dokunmaktan vazgeçtiğini öne sürüşü de. Ece Temelkuran ile Muz Sesleri‘ni konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR eslerini duyuyor musun hâlâ o coğrafyaya ha babam sağırlaşanlara inat? Başından beri böyleydim ben. Arka sıralardaki çocuklar için yapardım kompozisyon ödevlerini. Dolayısıyla bu duyma halini ya da seslendirme halini değiştirmemi gereken bir şey olamaz herhalde. Oralar da ve hatta bu coğrafya da arka sıra çocukları gibi. Çok dövülmüş... Onlar bana seslerini verdikçe ben de onları duyacağım. Ne salık veriyor kahramanların en çok da sana, gazeteciye? Daha çok git ve daha çok bize yaklaş! Biz her yerdeyiz. Kendini çarçur etme. Gel, sana anlatacak çok şeyimiz var... Böyle şeyler söylüyorlar. ‘BU COĞRAFYANIN HAFIZASINA BAKMAK İSTEDİM’ Ötekiler yurdu! Ötekiler ve çizgiler... Tıpkı Beyrut’u ikiye bölen Yeşil Hat gibi... Somut değil bahsettiğim çizgi kuşkusuz, ister istemez ket vurulu reflekslerde, o canım yüreklerde ve en nihayetinde de zihinlerde kan ve kıyametle konuşlanmış, çöreklenmiş çizgiler söz konusu... Yazdığın gibi şimdi ile önceyi bölen, bura ile orayı, eski ile yeniyi, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğini gösteren bir çizgi... Hatırlamak ve unutmak için bir hatta ihtiyaç var mı sahi? Öyle midir? Hadi Bey söylüyor bunları romanda. Bir hafıza hastası o. Ama Hadi Bey’in ağzından ya da hayatından, aklından, bu ülkenin de bu coğrafyanın da hafızasına bakmak istedim. Hatırlamak ihtiyacının geçmişe duyulan saygıdan ya da hatıraları saklamak mecburiyetinden kaynaklanmadığını, insanın yaşamak için hatırlamak zorunda olduğunu söyleyebiliriz. En azından Hadi Bey’e baktığımda ben bunu görüyorum. Kapanmamış yaralar unutulmaz. Unutulmamalı. Ve bizim hemen her yaramız açıktır. Bu yüzden bir Yeşil Hat’a ihtiyacımız var. Bugün ile dünü ayıran, başlangıcı ve bitişi gösteren bir çizgi. Filistinli Nasır’ı ele alalım mesela… İç içe geçmiş kimlikleriyle karşımızda dipdiri... İnsanlığın hoşluğunu, muhabbetini hatırlarken sonuna kadar insan... Ama ölüm, savaş, sürek avlarını duyduğunda, suretinin cilası sıyrılıyor ve buyrun akıllardaki en yerleşik Ortadoğulu imgesi... Gözleri kararmış, dediğin gibi “kalbinde S ki mermiye yol veren.” Bu iç içe geçmiş ğın, yaşamana da imkân olmayan bir hakimlikleriyle anbean baş başa insanların yatı. İnsanın yüreği genişliyor belki, uzayöyküsü de diyebilir miyiz Muz Sesleri sız bir genişleme bu. Birçok insanı içine için? alıyorsun. Ya da senden birçok insan çık Aynen öyle. Henüz romanın üzerinde maya başlıyor. Orada olduğunu bilmediverdiğim röportajların gürültüsü, uğultuğin insanlar bunlar ve gerçek insanlardan su var. Henüz okur, Muz Sesleri’nin içinkimi kez daha da gerçek insanlar. Dolayıdeki insanlarla hemhal olamadı. Sanırım sıyla nerede gördüklerinden, bildiklerinbiraz daha zamana ihtiyacı var. den yararlandığını, nerede tamamen bir Ama sanırım zamanla Nasır gibi rohayalin başladığını bilmek zor. Belki de, mandaki birçok kişinin bir ince çizgi üzebilmem, bir yerde birini görüyorsun, bir rinde durduğu, o ince çizginin nerede dutohum olarak düşüyor içine, sen bilmeracağıyla ilgili bir tereddütten dolayı zenden büyüyor ve günün birinde kaleminin gin canlılar olduğunu görecek okur. Orucundan kâğıda düşüveriyor. Adını biltadoğu erkeğinin neye benzediğini, bu ermediğimiz kaç yüz kayıtlı gözümüzün rekekliğin savaşın, öfkenin ve kederin matetinasına? Onlar işte, sonra Filipina olarak matiğini nasıl yarattığını görecekler. mesela, çıkıveriyor dünyaya. Sonra şu punk Araplar... Klip çekiyor‘NE KADAR AŞK VARSA lar, roman kişilerinden Hadi Bey, “bu esO KADAR SAVAŞ VAR’ mer Amerikalılar savaşın ortasında niye dans ediyor?” diyor... Bölge yanmasa Deniz’i de sormalıyım… Nedir şu solmatrak diyeceğim... la alıp veremediği Allah aşkına diye... An Matrak zaten. Yangın, kahkaha ile de ne gazeteci, baba sosyalist hurdası, hippi yaşanır. Zaten Ortadoğu da budur. En olmaya karar vermiş, ermeye azmetmiş çok acı çekenler en iyi şakaları yaparlar. bir yaşam kaynakçısı!... Üstünde sıkı düBu bölgenin dünyanın en çok gülen bölşünülmüş ve hayli içselleştirilmiş bir eleşgesi olmasının bir nedeni de ölümle böyle tirel tirad gibi Deniz’in kız kardeşine halvet olmaktır. Romanın Punk Arapmektubu mesela ve tabii Ortadoğu’nun lar’la ilgili bölümünü özellikle bu trajediçatallarına, dallarına budaklarına, harmanin, kimliksizleşmenin ya da yeni kimliknına... ler aramanın çaresizliğinin hepimizi nere Deniz biraz hepimiziz. Türkiye’de Balere, hangi komik durumlara taşıdığını tılılaşma ile ilgili bir problematiği ve sanıgöstermek için de yazdım. Bugün televizrım daha önce pek söylenmemiş haliyle yona bakan bir hafızasız adamın ne hisseanlatıyor Deniz. Dalga geçiyor, kızıyor, deceğini düşünün. Ya da 80’lerde kalmış düşkünleşiyor. İçinde bir yerde bir öfke bir adamınkadının bugün bir an için savar, onu söyleyecek dili yok. Melezliğin bah programlarını izleöfkesi bu ve ancak dildiğini... Hadi Bey, oralalendiğinde melezliğin ra bir naziredir biraz da. sessizliğinden kurtulabiliyor insan. Filipina ve annesi gi Beyrut’a veda etmebi, hikâyeleri Şatila din sanırım… ArkadaşKampı’nda başlayanlar, sıkı dostlar, selam lar... Kendi etlerinden üstüne selam yollananbaşka bir evi, ülkesi ollar vardır kuşkusuz… mayanlar... Metaforlar Temas vardır… eşliğinde romanın bel Orası artık bende. kemiğinde olanlar... GaTerk etmek mümkün zetecisin, bilmemen, değil. görmemen mümkün değildi ama imgelerin, yar Beyrut, Oxford, Pagıların nasıl perçinlendi ris’te aşk… “Aşk”, öyle bölgenin yanan karnınki, her şartta, her dudayken ve kalemi eline rumda insanlık hallerini nasıl daha bir seyirtti roturnusol kâğıdı gibi su manın yazım aşamasınyüzüne çıkaran en sahida? ci enstrüman… İyi ki Başka bir hayatı yavar, olmasa olmazdı… şamaya başlıyorsun yaRomanını aşkla sarmaEce Temelkuran romanında ‘aşk’ı bir zarken. Hiç yaşamadılayışının nedenini anlametafor olarak kullanmış... tır mısın? Aslına bakarsan çok da sarmalamadım. Ne kadar aşk varsa o kadar savaş var. Aşk da bir metafor aslında. Bizi ters yüz eden ve hiç kimse olmamıza imkân tanıyan bir ülke aşk. Olduğumuz şeye mahkum olmamayı, başka oluş imkânlarını ortaya çıkaran bir zelzele. Bu anlamda bir aşk var romanda. Kanlı canlı, çatır çatır... Yoksul, zengin, insanlar eşit olmalı… Ama “bazıları daha eşit ise ve yazık ki böyle” cümlesine de yanıt romanın… Zeynab mesela başlı başına, varlığı ve sözleriyle yumruk gibi… Zeynab Hanım bizim burada da çok iyi bildiğimiz bir kişilik. Biraz biziz. Yoksulluğa bakarken vicdanı parçalanan ama dünyadaki solun geri çekilişiyle artık bu vicdan meselesiyle nasıl ilişki kuracağını bilemeyen, köhneyen bir kalple kendini yalnız hisseden bir karakter. Yoksullara dokunmaktan vazgeçmiş, onlara öfkelenmiş bir sol... Zeynab Hanım biraz bu meselenin karnındaki bir karakter ve bütün dünyanın solu adına niye yoksullara dokunmaktan vazgeçtiğini anlatıyor. Kitabın sürprizlerinden biri bu. Ekmek Ağacı! Zeynab Hanım’ın Ekmek Ağacı diye bir şey icat etmesinin sebebidir bugün Sol’un yenilgisinin en önemlisi sebebi. Bir söyleşinde diyorsun ki “Bir borcum var dünyaya. Bu borç da gazetecilikle ödeniyor. Ama hakikate dair olan borcu, kendi hikâyeni yazarak ödüyorsun. Roman yazarken bunu anladım.” Son soruda bunu açar mısın? Dere tepe dünyanın bahtsızlarının, mazlumlarının peşinden koşarken bir hikâyeyi kuyruğundan yakalamaya çalışıyorsunuz. Kuyruğundan yakalayıp kündeye getirip geri kalanlara meseleyi anlatmak. Biraz böyle bir iş gazetecilik. Ama bir gün anladım ki artık koşup durmama gerek yok. Dursam hikâyeler bana gelecek ve anlatmak istediğimi “kündeme” durarak da getirebilirim. Roman böyle başladı aslında. Yani şöyle diyebiliriz: Önce durmak vardı! ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Muz Sesleri/ Ece Temelkuran/ Everest Yayınları/ 278 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1042
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle