22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Şubat, Sevgililer Günü, evet ama aynı zamanda yazının değirmenine su taşıyan bir erk. Bu nedenle Kitaplar Adası”nın 14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne en yakın perşembesini öyküye ayırmak, bana ayrı bir mutluluk veriyor… Yıl içinde çokça duruyorum öykücülüğümüz üzerinde, öykü günü etkinliklerine katılıyorum. Bugüne dek Ankara, Antalya, İzmir öykü günlerinde üstelik birkaç kez yer aldım, ayrıca birer kez de İstanbul, Kıbrıs, Lahey öykü etkinliklerine katıldım, öykücülerle, öyküseverlerle buluşup günün heyecanını, coşkusunu paylaştım… Geçen hafta da Eskişehir’deydim, gecikmeli bir sözü yerine getirmek üzere… Bu yılın 14 Şubat Dünya Öykü Günü için öykücü Şaban Akbaba’ya, Bursa Yazın ve Sanat Derneği BUYAZ’a söz vermiştim, ta geçen yıldan… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Bir öykü ustası: Ayfer Tunç 14 Bursa’daki yazınsal oluşum, üretim yumağı ilk bakışta görülebiliyor hemen. Etkin, olgunlaşmış bir şairyazar grubu var, yaşamını Bursa’da sürdüren… Bunların kimilerini yakından tanıyorum üstelik. Bu arada Ramis Dara ile arkadaşlarının Yeni Biçem’den Akatalpa’ya uzanan dergi çabası yalnız Bursa için değil, tüm Türkiye için önem taşıyor. Demem o ki, yazınsal açıdan Bursa’da zaman dikkate alınmak zorunda. Bu nedenle önümüzdeki haftaların birinde Bursa’ya, burada yalnızlık duygusu yaşasalar da yazınsal üretimlerini sürdüren yazıncılarla onların verimlerine ayırmak kararındayım “Kitaplar Adası”nı. Ama bu 14 Şubat yazısını, nicedir üzerinde durmak istediğim, bugüne dek yer açamadığım için üzüldüğüm, verimleriyle öykücülüğümüzün ilk sıralarında anılması gereken bir yazara, onun öykücülüğüne özgüleyeceğim: Ayfer Tunç’a… ÇAĞDAŞ ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZÜN BİR KAHRAMANI... Fulya Bayraktar’la Sofya Kurban’ın Lacivert’teki (EylülEkim 2009) söyleşisinde Ayfer Tunç, şöyle diyor: “Hayatta beni en çok çeken şeyin insan hikâyesi olduğunu keşfedeli çok oldu.” “Ben, benden önceki kuşakların rahlei tedrisinden geçmiş bir yazarım. …Zamanımızın bir yazarı sayılmam.” “Seksenlere kadar edebiyatçılar bir tür kahramandı, çünkü edebiyat ve şiir, insan olmanın zorlu ve soylu bir yoluydu.” “…Çağımız kahramanlardan hoşlanmıyor, kahramanlara ihtiyaç duymuyor. (…) Günümüzde, kahraman sözcüğünün demode, hatta gülünç bir tınısı var. Tıpkı ‘insanlık’ ya da ‘hümanizm’ gibi. Ama ben hâlâ edebiyatın kahramanca bir edim olması gerektiğine inanıyorum ve bu açıdan ‘demode’ olduğumun farkındayım.” Bu “demode” yazarımızın öyküleri nasıl verimler peki? Aynı söyleşiden aktarıyorum: “…’Ne’ anlattığımız, ‘nasıl’ anlattığımız kadar önemlidir. Ama benim için bundan daha önemli olan, ‘ne’ sorusuna cevap olarak anlattığımız şeyin, aynı zamanda değerli bir biçimde anlatılmasıdır ki, bunu sağlayan da edebiyattır, yani ‘nasıl’ sorusudur. (…) Dolayısıyla bu iki soru birbirini bütünler, geliştirir.” “Kendi adıma kötü bir yeni yerine, iyi bir eskiyi tercih ederim.” Ayfer Tunç’un yukarıda alıntıladığım düşünceleri, öteki dile getirişleri, kimilerine aykırı gelebilecek, ötesinde taktıkları at gözlüğü nedeniyle kimilerini irkiltecek, kimilerinin ezberini bozacak nitelik taşıyor. Söyleşi, onun dobralığı kadar nice düşünce temrinlerinden geçerek böyle bir düzeye ulaştığını da ortaya koyuyor bana göre. Peki Ayfer Tunç, yazarlığında, özel olarak öykücülüğünde nasıl bir tutum sergiliyor? Buna yanıt verebilmek için onun öykülerinde gezinmek zorunlu elbette… AYFER TUNÇ’UN ÖYKÜLERİNE TOPLUCA BAKARKEN... Ayfer Tunç, 1989’dan günümüze yirmi yıl içinde beş öykü kitabı yayımladı: Saklı (1989), Mağara Arkadaşları (1996), Aziz Bey Hadisesi (2000), TaşKâğıtMakas (2005), Evvelotel (2006). Tümü Can Yayınları tarafından basılan bu kitaplardaki öykülere bakıldığında, yazarın geçen yirmi yıllık dilimi boşa geçirmediği anlaşılıyor. Öykülerini, eylem anlatan tümcelerle kuruyor görünse de Ayfer Tunç, bu eylemleri birer leke halinde, nokta biçimde yerleştiriyor öyküsüne. O zaman “öykü” dediğimiz metin, anlatmak yerine susan, bu suskusuyla bizde okunma isteği uyandıran anlatıya dönüşüyor denebilir. Eylem tümcelerinin yoğun bir örgüyle üzerimize çöküşünün nedeni burada aranmalı. İnsanın sıradağlar gibi uzanan derinlikli katmanlarına yaklaşırken kırılmalarla, küllendiği sanılan acılarla, dramatik durumlarla, vuruk yemiş yüreklerle, trajik çöküşlerle bizi ilişkilendiren, bunları aktarırken ustalıklı yansıtımıyla bizi buluşturan bir yazar. Onun öykülerinde biz, hiçbir zaman melodrama kaymayan, ama hep de melalle örülü bir dramatik alanla karşı karşıya kalıyoruz. O, öykülerinde tragedik durumlara da uzanıyor ayrıca. Ancak bunları bize göstermekle yetiniyor, ötesine geçmiyor, zorlamaya kalkışmıyor. Duyumsatmayı amaçlıyor; bu doğrultuda içimizdeki boşlukları öykü kişileriyle düğümlüyor. Onun neredeyse bütün öyküleri bu doğrultuda örneklenebilir bana göre. Yalnızlığın ince, kırılgan sesini bize aktarmayı, diyelim, duyarlık eşiğimiz aşındığı için algılamakta güçlük çektiğimiz ya da bir türlü duyumsayamadığımız sesleriiçlenişleri içimizde yeniden yapılandıran bir yazar. “Ses Tutsağı” öyküsünün kahramanı “…Gerçeği yaşıyordum. Yanılsamayı değil,” dedikten sonra ekler: “Sevgi bir yanılsamaydı.” (Mağara Arkadaşları, 45, 49) Bir başkasında ise öykü, “anlatacak kimsesi kalmamış olanın” anlatısıdır bir bakıma. (TaşKâğıtMakas, 43) Öyleyse Ayfer Tunç’un sevgisizliği yazan bir öykücü olduğu da söylenebilir. Ne ki sevgisizliği yazmak kahramanları severek, anlayarak, oldukları gibi kabullenerek kaleme almak değil midir? Yazar, hemen her öykü kitabında iki ayrı evren arasında sıkışan insana yöneliyor. Öykü kişisi ile onu kuşatan evren, birbiriyle bir türlü örtüşmeyen belirgin iki ayrı alan. O zaman bu ikili evren arasında âdeta işkence çekiyor insan. Kahramanlarla kent arasında da uçurum çıkıyor denebilir. Kent küskünü varlıklar çünkü bu kişiler, bunun için durmadan yer arıyorlar kendilerine. Öte yandan taşra bungunluğunu, sıkıntılarını bizde en iyi duyuran öykücülerimizden biri olduğunu da vurgulamak gerekiyor yazarın. Taşrayı anlatmayan ama orada yaşayanların, bu sınır içinde, hayali balçık üzerinde çalkalanışından, gündelik yaşantısından kalkarak bizde bu sorunsalı yeniden kuran bir yazar o. Bu arada Ayfer Tunç’un, erkek kahramanlara yönelik yaklaşımı, bunları yapılandırma ayrıntılandırma, bu doğrultuda arka alan yaratmadaki başarısı, yetkinliği üzerinde özellikle durulmalı. Erkek hüznünü böylesine ustalıkla işleyen kadın öykücülerimiz var olmaya var da, kaç kişi? Onun, sıklıkla kullandığı keder, kader, şiddet, gam, elem, hazin, hüzün, garip, kahır, kasvet, acı, yaralı ruh, kırgın, acıklı, ağlak vb. sözcüklerden oluşan bir dilsel yapıdan yararlanarak öykü kişilerini kuşatan evreni somutlamaya çabaladığı da görülüyor. Şimdi gelin, biraz da öykü kişileri üzerinde duralım… ÖYKÜ KİŞİLERİ GALERİSİ... Ayfer Tunç’un temel öykü karakterleri yıkık, kederli, tuhaf geçmişleriyle, geleceğin kapılarından kendi soluk geçmişlerine doğru yol alıyor hep; soluk, ama huzurlu. Bu öykülerde, yalnızlıkları, çaresizlikleri kadar şiddet kovgunu, ezilmiş insanlar da önemli yer tutuyor. Bu kişiler, vicdan sorunsalını hiç mi hiç tartışmasalar da sürekli suçluluk duygusu altında kıvranıyor neredeyse. Bu derin suçluluğun kendini cezalandırmaya dönüşmesi doğal sonuç olarak çıkıyor karşımıza. Her kahramanın suçluluk duygusu içinde kıvranacağı düşünülemez elbette. Çünkü insanlar, bir biçimde kendilerini cezalandırmaya da yatkın görüntü sergileyebiliyor. Vicdani hesaplaşma bu kahramanları bir suçceza ikileminin önüne getiriyor belki de. Bir aşağılanmaaşağılama yangısı yaşıyor sürekli. Açık tutulan bir hesaplaşma defteri, yaşanan suçceza ikilemiyle birlikte ya aşağılanmışlık ya da kendini aşağılama duygusuna yöneliyor çokluk. Temel karakterlerle öteki kişiler arasında belirgin bir uzaklık, hatta kopukluk görülüyor. Öykülerin bu kahramanları, yalıtılmış gibi yaşadıkları kendi ortamlarında enikonu huzur içinde belki, ancak ötekiler, bunların yalıtık ortamına sızmaya, onları da kendi evrenleri içinde kendilerine dönüştürmek için çabalıyor. Bu durum, ana çelişki odaklarından biri olarak başı çekiyor. Yani öykü kişileri kendi bireysel yarılmışlıklarıyla kendilerini kuşatan toplumsal yarılmalar ortasın da hep dramatik kişilikler olarak geliyor önümüze. Bu yüzden kadın ya da erkek, marazi yanları belirgin öne çıkmış kahramanlar bunlar. Yalnızlığı meslek edinmiş insanlar bir bakıma. Ya erkekler, kim bunlar, nasıl insanlar? Önde görünen tutkuları belki, ama onlar tutkularıyla değil eksiklik duyumsadıkları yanlarıyla çıkıyorlar karşımıza. Derinlerdeki küskünlükleri, kendilerine yapıldığını düşündükleri haksızlıktan kaynaklanıyor. Böylesi küskünlük taşıyorlar yaşamlarında. Kendilerini kırgınlığa iten, yalnızlaştırıp zavallılaştıran bir kadın belki, ama onlar bunu ölüm fermanı gibi boyunlarında taşıyorlar, onmaz yaralar alıp yaşama karşı küskünleşiyorlar. Kilitlenip kalıyorlar âdeta. Bu noktadan sonra sert, acımasız kişiler olarak görüyoruz onları. Ama öte yandan gizli birer kadın düşmanı olarak almak da olası onları. Seviyor göründükleri kadın karşısında bile duydukları eksiklik nedeniyle nefret besliyorlar çünkü bir yanlarıyla. Kadınlar karşısında yaşadıkları derin aşağılanma söz konusu. Bunun için de hastalıklı insanlar. Böyle olduğundan, kadınlara çıkarları bağlamında yaklaşıyorlar. Erkekler, derinlerden gelen hastalıklı yanlarıyla, öfkeleriyle öne geçiyorlar gide gide. Böyle olduğu için kadınlara baskı yapan, kadın varlığın özgürlüğüne kapalı, bunu görmezden gelen, giderek özgür kadından korkan, nefret eden kişiler hep. Evet, temel öykü kahramanı erkeklerin önemli bölümü hasta. Sözgelimi “Ya ölecektim, ya eski yaralarımdan doğacaktım yeniden. Eski yaralarımdı benim kadınlar. Yok kadınlar. Çürümüşlüğümdü, hayatımın bir demet ot gibi kurumasıydı kendi kendine; üzerinden çok sular akmış da aşınmış taş parçaları kadar değersizliğimdi” (Aziz Bey Hadisesi, 95) diyecektir bir öykü kahramanı. Bu öykü kahramanlarının işlenişi, öykü evrenindeki yayılımı, baskın konumu zaman zaman öykülerin roman kurgusuyla kol kolalık sergilediği gibisinden izlenim bırakmıyor değil. Bunu kimi örneklerin uzun öykü oluşuna bakarak söylüyor değilim. Bu çerçevede konu yine Can Yayınları tarafından yayımlanan Kapak Kızı (2005), Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (2009) adlı romanlarla birlikte ele alındığında öykülerinin romanla kol kolalığı kadar, romanlarının da öyküyle iç içe kuruluşu bu öne sürüşü güçlendiriyor… Önemli bir öykücümüz olduğu kadar önemli bir romancımız da Ayfer Tunç, hiç kuşkusuz. Evet, Dünya Öykü Gününüz, Sevgililer Gününüz kutlu olsun efendim. Ama haftaya Ayfer Tunç’un bir de romanlarına eğilelim diyorum, ne dersiniz? ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1043
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle