22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İnci Aral’la ‘Sadakat’ üzerine ‘İnsan sadakat kavramıyla kavgalı’ Türk edebiyatının usta yazarlarından İnci Aral, üç yıl aradan sonra yeni romanı Sadakat’le okurlarıyla buluştu. İnci Aral’ın yapıtlarında öne çıkan kadın erkek ilişkileri yeni romanında daha da önemli bir tema haline geliyor. Aral, Türk aile yapısında son dönemde fazlaca tartışılmaya başlayan “sadakat” kavramı üzerine yeni romanını oluşturuyor. Öyle ki, bu kavram romanına ad oluyor. İhanetin en uğursuzunu yaşayan Azra, tutkuyla bağlandığı, saplantılı bir aşkla sevdiği Ferda ve ihanet nesnesi olan Aliye. Aşk ve nefret arasında üçlü ilişki yumağına dolanan insanlar İnci Aral’ın yeni romanının karakterleri. Yalnızlaşan, hiçleşen ve bağlılıktan bağımlı bir ruha dönüşen insanların hikâyesini anlatıyor Sadakat. İnci Aral’la yeni romanı üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP afran Sarı’dan üç yıl sonra yeni romanınız Sadakat yayımlandı. Bu üç yılı konuşalım önce… Neler yaptınız? 2008’de uzun süren bir çalışmanın ürünü Unutmak yayımlandı. Daha sonra da boş durmadım. Yazılarımı ve yaratıcı yazarlık ders metinlerimi topladığım bir kitap hazırladım. (Yayımlanma tarihini henüz belirlemedik.) Öte yandan yeni bir romana başlamaya hazırlanıyordum. Biliyorsunuz; bir roman bir anda ortaya çıkmıyor, bu zorlu bir süreç. Sadakat yirmi yıl önce yazdığım bir senaryodan esinlenerek yazacağım bir roman olacaktı. O metin üzerinde çalıştım. Yakın çevremde sadakatle ilgili yaşanan sorunları izledim. Bu konuya odaklandım. Dikkatimi yönelttiğim alanla ilgili olarak birçok kişiyi dinledim. Notlar aldım. Kitaplar okudum. Bunların tümü beni besleyen unsurlar oldu. “HAYAT İNSANIN HAYAL EDEBİLDİĞİNDEN ÇOK DAHA ŞAŞIRTICI” Birçok insanın son zamanlarda sadakatle ilgili sorunlar yaşıyor olmaları hayli düşündürücü aslında, değil mi? Ama bu yeni değil, hep vardı. Farklılık daha çok konuşuluyor ve dışa taşıyor oluşunda. İnsanlar biriyle birlikte oluyorlar ama her şey çok çabuk eskiyip bitiyor. Tüketim çağına uyuluyor sanki. Her an yoğun bir iletişim içinde olmak ne giz ne merak ne özleme fırsat vermiyor. Sonra bir aşkın bitişinden üzüntü duyulur öyle değil mi? Bitenle ardından başlayan arasına belli bir unutma, soluklanma zamanı girer. Yok artık. Aşk yoksa unutulacak bir şey de yok. Gel geç, tüket at! O zaman aralığı da ortadan kalkmış gözlediğim kadarıyla. Biri biterken hatta bitmeden yenisi başlıyor çoğu kez ve yine ilk başta muhteşem geliyor o kişiye ama bitişlerin sonu gelmiyor. Sadece aşkta değil, evliliklerde de kuşku, huzursuzluk, aldatılma korkusu, çok sık ve açıkça ihanetler yaşanıyor. İnternette seks bağımlılığı, kaçamaklar, rastgele, çoklu ve gecelik ilişkiler, yalanlar, boşanmalar karşılıklı ihanet suçlamaları kapladı ortalığı. Yakın çev¥ remde bile bu yüzden kısa ya da S Fotoğraflar: Uğur Bektaş Fırtınanın ortasındaki defter Ë Ali BULUNMAZ stanbul’da kar, rüzgâr, soğuk... Yaşamı zorlaştıracak ne varsa, hepsi birden üstünüze geliyor anlayacağınız. Böyle bir günde bir kitabın sayfaları arasında gezinmek belki de en akla yatkın olanı. Kapakta Sadakat yazıyor, imza İnci Aral. Bir fırtınayla başlıyor anlatım; soru ve yaşama dair belirlemelerle: “Yaşamak çürümek değil midir?”, “Yaşam, anlardan sonsuza doğru uzanan bir zincirdir...” “Güvenli” ve “sakin” bir limana sokulmak ya da sokulduğunu sanmak, tozu dumana katan fırtınayı dindirir mi? Pek öyle görünmüyor. Tutukluluk, suçlama, iç hesaplaşma, geriye dönüş ve bugünün kuşatıcılığı. İnsan nasıl ve neyle ayakta kalabilir böyle zamanlarda? Tüm bunlara sırları, pişmanlık ve yaşanmamışlıkları da ekleyince fırtına gücünü arttırıyor. Genç bir kızla olgun bir kadın arasındaki gel git: “Elden kaçırılmış, bir daha geri gelmeyecek olanaksız bir masumiyet.” Hapisliğin orta yerinde özgürlüğü özleyen bir kadının, Azra’nın, anlatımıyla hemen yanı başındaki dün ve bugün: Zaman, mekân, aşk, gerilim ve sürükleniş. Azra’nın hayatını dolduran her şey akıp gidiyor sözcüklerle. Yaşananları anlama ve bir yere koyma çabası. Belleğin tozlu raflarından, Azra’nın âşık olduğu Ferda’dan, bir sadakat tanımı kopup geliyor sonra: “Dip dibe yaşamak, sürekli aynı insanla aynı biçimde sevişmek, törpülenip birbirine benzemek ve olmuyorsa dizginlenmek.” Aldatmanın, terk etme hazırlı İ ğının ve sığ kavgaların zeminini oluşturan sözcükler bunlar. Kopuşu başlatan, o an fark edilmeyen yola koyuluşun ilk adımları. Azra ile Ferda’nın arasına beklenmedik (aslında beklenen) biçimde giren üçüncü kişi olayları çetrefilli hale getiriyor. Defterin sayfaları, üç kişilik “aşk” hikâyesiyle çoğalıyor. İzler birbirine karışıyor ve izlenmeler başlıyor. Yol çatallanıyor; bu arada fırtına doludizgin sürüyor. Azra ve Ferda’nın birbirine verdiği sadakat dersleri: Başlık aynı, konu da, ama anlatım farklı; iki tarafın bundan anladığı apayrı. Yolları gibi. Sevgi ve birliktelik konusunda da ayrılıyor bu iki insan. Ferda’nın birlikteliği, “bağımlılık” gibi görmesine karşılık, Azra konunun özüne inmeyi deniyor: “Belki de asıl sorun, erkeklerin kadınları sevmeyi unutmuş olmasıydı.” Azra ve Ferda’nın ilişkisinde dikkati çeken başka bir yön, sırlar ve ardından gelen itiraflar. İnci Aral, Azra aracılığıyla konuya giriyor; ona, “itirafların belaya davetiye çıkardığını” söyleterek “sırların sır olarak kalması gerektiğiyle” buna noktayı koyuyor. Beklemenin sırrı nedir o halde? Azra’nın, annesinden alıntıladığı “beklemek sırdır” sözü üzerinde tepinişi ve “beklemek çaresizliktir, belirsizliktir; acılaşmaktır, gerilemektir, deliliktir” deyişi önemli bir sırrı güne kavuşturuyor. İtiraf ve sırlar kadar, rüya ve sanılar da etkin romanda. Geçmişle bugün, gerçekle düş arasında çekip çevrilen yaşamlar beliriyor her sayfada. Yollanılan yanlış adresler de cabası. İki yanlıştan bir doğru değil, üçüncü yanlış doğuyor ancak. Roman sonlanıp kafanızdaki şüpheler birbirini kovalayınca sorular da çoğalıyor doğal olarak: Azra’nın yaşadıklarının bir bölümü sanrı veya rüya mı yoksa hepsi gerçekleşti mi? Tam bu kadar olmaz dediğiniz anda gerçekler, ipin ucunu bırakmaya yeltendiğinizde ise rüya ve sanılar işin içine giriyor. Kitapta dikkat çeken şeylerden biri de, gerilimin hiç dinmeyen kızgın soluğu. Hemen her sayfada, olay ve rüyada kahramanların tüm yaşam alanlarını bir gerginlik kaplamış durumda. Çünkü sürekli bir hesaplaşma ve didişme söz konusu. Meşhur defterin sayfaları baştan sona bununla örülü. Konu bilindik; aşk, ihanet ve sadakat üçgeni. Romandaki olaylar daha iyi anlatılabilir miydi? Elbette. Neden olmasın. Her zaman dahası var. Bu, konunun bir boyutu. Diğeri, romandaki çözümlemeler. Bilinçaltına ve o andaki ruhsal durumlara yönelik irdelemeler, kişilerin geçmişteki ikili ilişkilerine dönük belirleme ve çözümlemelerle beraber ilerliyor. Dolayısıyla bunlar kitaba, kahramanlar açısından geçmişle bugün arasında mekik dokuyan satırlar şeklinde yansıyor. Azra’nın sekiz yıl öncesi ve sonrası, ölüm ile tutuklanma öncesi ve sonrası buna örnek. Bir filmdeki ani geri dönüşleri andırıyor her şey. Fırtınanın orta yerinde, Azra’nın defterinin satırlarındaki gezinti sonlanıp Sadakat bittiğinde, gerçekle düş arasındaki bocalamadan doğan kırık dökük bir yaşamın sarsıcılığına kapılıyorsunuz. Sonra, zaman zaman hafiflese de fırtına sürüyor... ? SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1043
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle