22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ uzun ilişkilerin sonlandığına tanık oldum. Uzun sürmüş bir evlilik içinde bu türden sapmaları insan olası karşılayabilir, ancak çok taze sayılacak birlikteliklerde bile bu türden olayların yaşanması şaşırtıcı. Sadakat tabusunun yıkılmakta ancak bu konudaki ikiyüzlülüğün sürmekte olduğunu fark ettim. Özellikle erkekler çoklu bir yaşamın hak olduğunu düşünmeye başlamış gibi davranıyorlar. Aldatmak, daldan dala yaşamak çok moda. Bütün bunların yanında yeni romanınızda bir üçüncü sayfa haberinden yola çıktığınızı söylediniz… Gazetede çıkan o haberin beni harekete geçiren büyük bir etkisi oldu. Bu çarpıcı haberi okuduğumuzda altında yatan olguları kavrayamamıştık. Ama kitabınızla okuyup geçtiğimiz bir cinayet haberinin dayandığı gerçekleri algılamış olduk. Edebiyat gerçeklikten daha büyük bir gerçeklik mi sunuyor bize? Hayat insanın hayal edebildiğinden çok daha şaşırtıcı. O yüzden de bir romanı tasarlarken sizin asla düşünemeyeceğiniz gerçekler bir roman gerçeğine dönüşerek yazdıklarınıza yansıyabilir ve onu zenginleştirir. Üçüncü sayfa haberlerini önemserim ve dikkatle okurum. Çünkü o sayfalardan bir toplumsal panorama yansır. Olup bitenler gazeteci diliyle aktarılmış olsa da arkalarında büyük sorunlar, dramlar yatar. O sayfaya konu olan insana yakından bakarsanız psikolojisini, ekonomisini, eğilimlerini hatta sapkınlıklarını görürsünüz. Sadakat üzerinde çalıştığım sırada rastladığım bu haberde üniversite mezunu eğitimli bir kadın kocasını öldürmüş ve dokuz ay boyunca cesedini naylonlara sararak banyoda saklamıştı. Horlandığını, şiddet gördüğünü, ihanete uğradığını ve kocasını asıl öldükten sonra sevdiğini söylüyordu. Beni çarpan bu oldu. Öldürdüğü adamı zararsız hiçliği içinde yeniden sevmek… Hapishaneye gidip o kadınla görüştünüz mü? Hayır, gerek duymadım. Bir örnekten yola çıktığım durumlarda onu dönüştürür, kesinlikle kendimce yeniden yaratırım. Yazdığım, habere konu olan kadının hikâyesi değil. Bir hayal gücü ateşleyicisi o, neler olabileceğini gösteren bir aşırılık. Böyle bir itkiye ihtiyaç duyarım. Ondan sonrasında kendi kahramanlarımın kim olduğunu, neler olabileceğini kurguluyorum. Gerçek haberi konu etmekten kaçınmak yazar olarak beni özgür kılıyor. Ama hayal ettiğiniz kişiler insan gerçeğiyle denk düşüyorsa yazdıklarınız inandırıcı oluyor. O nedenle de ben bir gazeteci gibi gidip haberin kaynağını aramam. O olayın arkasındaki derinliğe inmeye, anlamaya çalışırım. Siz daha önceki romanlarınızda da yan temalarda sadakat kavramı üzerinde durmuştunuz. Geçmişten günümüze gelinen noktada sadakat kavramında ne gibi değişimler yaşandı ve siz yeni romanınızda bu temayı neden seçtiniz? İnsan var olduğundan bu yana sadakat kavramıyla kavgalıdır. Çünkü insanın cinsel hayatını biraz daha canlı ve çekici kılma arzusu ve üreme içgüdüsü var. İlkel toplumlarda bu konuda yasak yoktu. Doğan çocukların nesebinin belirlenmesi ve mülkiyet ilişkileri kadına yasak getirdi ama erkeğin çok karılı olmasına izin verildi. Sorun modern insanın güdülerini kontrol altında tutmayı öğrenmesiyle de büsbütün çözülemedi. Öte yandan dünya, insanlar ilişki biçimleri değişiyor ama bazı konular hâlâ ta bu. Ben değişimlere, değişen değerlere, yeni algılara, sıkıntı ve çözülen yapılara bakan bunları anlatmayı isteyen bir yazarım. Toplumdaki bu kaynama, ahlaki çelişkiler, bireysel arayış, dağılma ve savrulmalar benim için her durumda roman konusudur. Önceki romanlarınızdaki kadın karakterler daha fazla özgürlüklerine düşkündü. Bu romandaysa Azra, güveneceği bir erkekle aile kurmak, çocuğuna bir baba, durmuş oturmuş bir hayat istiyor ve bunu ne olursa olsun sürdürmeye çalışıyor. Nedir sizce bu karakterle öncekiler arasındaki fark? Bu kez farklı bir kadın tipini anlatmak, biraz da ona bakmak ve anlamak istedim. Aile insanı bir yere bağlar, aidiyet kazandırır. Son zamanlarda özgür kadınların pek çoğunda bu özlemi gördüm. Biriyle daha yakın olmak, güven duymak, yalnızlıktan gelen arayışlara bir son vermek ve çocuk sahibi olmak ve huzur bulmak istiyorlar. Otuzunu geçtikten sonra duydukları bir arzu bu aslında ve doğal. Ancak Azra’da bunlarla birlikte bir sevme inadı da var. Tabii biz kadın özgürlüğünü savunanlar, Azra gibi kadınları kınar, hatta onlara kızarız. Neden kendisini kahreden bir adamı bu kadar seviyor, peşinden ölesiye koşuyor, niye bırakıp gidemiyor diye… Ama hayat her zaman o kadar kolay çözümler sunmuyor kadınlara. Eğitimli, kendi kendine yetecek düzeyde olsa bile bir noktada takılıyor, ayak sürüyor bazıları. Kadınların çoğu aileyi korumak için evliliklerini sürdürmeye gayret ederler. Ama buradaki kör bir tutku. Gel geç, yapmacık aşklar yaşayanların anlamakta zorlanacakları bir sanrı. Azra, daha önce özgürce yaşamış deneyimli bir kadın ama Ferda da çok kışkırtıcı ve Azra’nın sevme arzusunun dirençli nesnesi. Öte yandan özgürlüğüne de düşkün… Evet ama bundan nasıl vazgeçtiğini, Ferda’ya nasıl kapandığını da görüyoruz. Sürekli arayış sürekli aldanmalar ve hayal kırıklıklarından sonra kalıcı, hayatı paylaşabileceğini sandığı insana yapmış bütün yatırımını ve ne yeni yalnızlığını ne de yenilgiyi kabul etmek istemiyor. Birçok kadının başına gelmiş ve gelebilecek bir durum bu. Azra’nın bu farklı yalnızlaşma duygusu, onu hiçleşmeye de götürüyor değil mi? “YÜZDE YÜZ SADAKAT YOKTUR” Azra çeşitli aşamalardan geçiyor. Önce büyük bir aşk yaşayan bir kadın olduğuna inandırıyor kendini. Ferda’nın küçük itirazlarını, aykırı görüşlerini umursamadan bu oyunun içinde tutuyor kendini. “Çünkü sorun yaratacak her şeyin yerine o soyut aşk saplantısını koymuştum” dediği ve olaylara tümüyle kendi penceresinden baktığı bir dönem var. Sonra evliliğinin örselenmeye başladığını ve geriye gidişi durduramadığını gördüğünde kusursuz ev kadınını oynamaya başlıyor. Kocasının isteklerini özveriyle karşılamaya ve onu el üstünde tutmaya uğraşıyor ama küçümsenme ve itirazla karşılanıyor. Olmadığı bir kadını oynadığını, Ferda evi ilk kez terk ettiği zaman kavrıyor. O kadının bir başkası, bir rol model olduğunu ve kendi kendini aldatırken nasıl hiçleştiğini görüyor. Kitabın bir yerinde Azra, Ferda’nın içine düştüğü durumu iletişimin, ticari kışkırtmaların bir günahı olarak görüyor ve bu düzenin insana rastgele çiftleşmekten başka bir özgürlük alanı bırakmadığını söylüyor. Hiçleşmeden söz açmışken bu konudaki görüşlerinizi de merak ediyorum… Romanda üzerinde durduğum, vurgulamak istediğim önemli bir şey bu. 12 Eylül’ün etkisi korkunç oldu. Toplumda yaratılan yılgınlık ve korkuyla siyasi bilinç ve örgütlenme özgürlükleri sistemli biçimde tırpanlandı. Ardından küreselleşme adı verilen ticari olgu ve teknoloji devrimi geldi. Bireycilik hiç olmadığı kadar öne çıkarıldı ve insanlarda sanal bir özgürlük yanılsaması yarattı. Sonuçta iletişim kolaylaştı ama yalnızlıklar, yabancılaşmalar çoğaldı. Dayanışma bilincimiz aşındı. Daha iyi bir dünya ve demokrasi için mücadele bilinci köreltildi. İnsanlara doğru, güzel, anlamlı diye sunulan şeylerin hepsinin içi boşaltılmıştı çünkü. Sınır konulmayan, hatta körüklenen tek özgürlük dürüyorlar. İşin içine toprak yani para değeri de giriyor son noktada. İlişkiler neden böylesine çetrefil? Bağlılığın acıklı bir bağımlılığa dönüşmesi çoğu evlilikte görülen bir durum. Sadakat kendiliğinden, doğal ve bilinçli bir biçimde yaşanamadığı, bir baskı haline gelip kısıtlayıcı yön kazandığı zaman öldürücü bir düşmanlık ilişkisine dönüşüyor. Günümüzde paranın ya da maddi değerin öne çıkmış olması en saf duyguları bile kirletiyor ayrıca. Aliye’nin durumunda net bir biçimde vurguladım bu yozlaşmayı. Ferda da tükendiğinde Azra’ya değil ama öyle görünerek onun toprağına ve sadakatine geri dönmek zorunda kalıyor. Orada artık sadakatin de hiçbir anlamı yok. Hiçbir şeyin yok. Yine gazete haberlerine dönersek karısını, kızını pazarlayan erkekler görüyoruz. ÇOKEŞLİ HAYAT... Bir de şu var tabii, günümüzde nefret ettiğine bağımlı olmanın yanı sıra çokeşli yaşantılar da nerdeyse aleni yaşanır hale geldi. Ferda da çokeşli bir hayatın daha güzel olacağına Azra’yı alttan alta inandırmaya çalışıyor. Bunu uygulayanlar olabilir ama başarılı olacağına inanmıyorum. Bu da bir dayatma ve Azra’yı deli eden bir durum aslında. İnsanın mahremini paylaşmaya yatkınlığı az. Ferda’nın çok olumsuz çocukluk ve gençlik deneyimleri yanında özgürlük saydığı ama onu mutlu etmek yerine bitiren saplantıları var. Azra ise sadakate kilitlenmiş. Ortasını bulamıyorlar ve yoğun çelişki yaşıyorlar. Ne kadar görmezden gelirse gelsin Azra içinde aldatılmış bir kadını taşıyor. Sadakatin nasıl, ne ölçüde yaşanacağı, iki insan arasındaki yalnızca onlara özgü tutum ve anlaşmayla belirlenir. Bir insanın kadın ya da erkek küçük bir flörtle, bir bakışmayla bile mutlu olup evine eşine heyecanla ve daha sıcak duygularla döndüğü, kendini değerli ve özgür hissettiği durumlar neden olmasın? Yüzde yüz sadakat yoktur. Kimse ötekinin yaşama alanına, beyninin içine giremez, ona tümüyle sahip olamaz. Bir insanı değerli, birlikte yaşamınızı güzel ve hiçbir zaafa feda edilmez buluyorsanız sadık kalırsınız. Öte yandan üç karısına ayrı ev açmış kendini dindar olarak tanımlayan yeni zengin bir işadamının nikâhlı eşi ruh hastası, çocukları uyuşturucu bağımlısı olabilir. Son olarak, kitabın içeriğinden çıkıp, görselliğini konuşalım. Diğer kitaplarınızdan farklı olarak, Sadakat’te küçük çizimler yer alıyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Görselliğe önem veriyorsunuz… Bunun romanın konusuyla bir ilişkisi var mı? Romanı yazmaya başladığımda yarattığım dünyayı ve kahramanları da çizmeyi ve o çizimleri sayfalar arasına koymayı düşündüm. Azra, Aliye, anne, Ferda. Seradan görünümler, ev… Ancak editörüm bunun okurun hayal gücünü sınırlayabileceğini söyleyince vazgeçtim. Yine de Sadakat’in görsel olarak çekici ve şık bir kitap olmasını arzu ettik ve görselliğini önemsedik. Kapağı yapan Melis Rozental’in minik çizimlerinin konuyla ilgileri ölçülü de olsa var ve bunlar kısım geçişlerine çok yakıştı. ? Sadakat/ İnci Aral/ Turkuvaz Kitap/277 s. SAYFA 17 “Bireysel küçük sevinçler, çalışamayan üretemeyen insanlara yetmiyor. Toplumsal doku tel tel çözülüyor. İkili ilişkiler ve aile kurumu da öyle. Bu durumda insanın ruh sağlığını koruması gerçekten çok zor” diyor İnci Aral. alanı olarak cinsellik öne çıkarıldı ve ticarileşti. İnisiyatifsiz, tepkisiz, cinselliğini başıboşça doyurmaktan başka sorunu tasası olmayan insanın hiçleşmesinden daha doğal ne olabilir? Sözünü ettiğiniz bireyleşme, yalnızlaşma ve hiçleşme durumu, daha da ileri gidersek, insanı ya da kadını hastalıklı bir ruh haline soktu mu sizce? Mutsuz etti. İnsanlar ne aradıkları bilmez duruma geldiler. Safran Sarı’da geleceksizlik temasını işlemiştim. Kaygılar geçen üç yılda çok daha yıkıcı hale geldi. İşsizlik, amaçsızlık, önünü görememek çok yıkıcı bir durum. Bireysel küçük sevinçler, çalışamayan üretemeyen insanlara yetmiyor. Toplumsal doku tel tel çözülüyor. İkili ilişkiler ve aile kurumu da öyle. Bu durumda insanın ruh sağlığını koruması gerçekten çok zor. Ferda ve Azra birlikte uyumlu ve mutlu olamadıkları halde bir türlü kopamıyorlar. Sürekli gidiş gelişler yaşıyor, birbirlerini tüketip zehirlemeyi sür CUMHURİYET KİTAP SAYI 1043
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle