04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yiğit Bener’den ‘Öteki Kâbuslar’ “Hepimiz bir başkasının ‘öteki’siyiz” Ë Erdem ÖZTOP* iğit Bey, yeni kitabınız bu kez öykülerinizden oluşuyor. Bildiğim kadarıyla bir roman üzerinde çalışıyordunuz… Öyküler nasıl öne geçti? Bilmem! Böceklerle insanların ilişkisinden yola çıkan öyküler, eklembacakları sayesinde daha hızlı koştular herhalde! Şaka bir yana, tamamlamakta olduğum romanın ve bu öykülerin izleği ortak: “Öteki”, “farklı”, “yabancı” olma duygusu… Yazılışları da son üç yıla yayılarak iç içe geçti sayılır. Romanın kabası aslında iki yıl önce neredeyse bitmiş gibiydi. Ancak araya babamın hastalığı, vefatı girdi. Uzunca bir süre masamın başına geçmedim: Sanırım amcamdan sonra babamı da yitirmek kalemimi öksüz bıraktı, mürekkebini kuruttu… Geçen yaz nihayet metni tekrar ele aldığımda, bu sefer kendimi yazdıklarıma yabancılaşmış hissettim: Hiç beğenmedim! Neredeyse koca romanı çöpe atacaktım. Derken, öyküler yetişti imdada: Onların dili ve anlatımı üzerine çalışırken, romanın sorunlarının çözümü de kafamda beliriverdi. Kâbuslar bitince, romana dönüp yeni baştan yazmaya başladım. Bu öykülerden bazıları kurucu üyelerinden olduğunuz iktidarsız internet sitesinde yayımlandı değil mi? Evet, “İstila” öyküsünün kabasını “İşgalciler” adı altında üç yıl önce yayımlamıştım, ardından da “Yaratık” öyküsünün ana fikrini oluşturan bir denemeyi ve “Ateşlenme” öyküsünün taslağını. Ayrıca “Sokulmak” 2007 sonunda, Alaz ve “Leke”, 2009 başında Kitaplık’ta yayımlandı. “KİMSEYE RAHAT YOK” Peki bu öykülerin tematik olarak toplanması nasıl oldu? Meselesi nasıl oluştu? İktidarsız’daki o ilk öyküler, son yıllarda enikonu yaygınlaşan “nefret söylemine” duyduğum tepkinin ürünüydü. Gerçekten de artık gündelik yaşamda bile insanları ötekileştiren, tiksinç böcekler olarak görmeye kışkırtan bir dil kullanılır oldu: Örneğin kimileri türbanlı kadınlardan “karafatmalar” diye söz ediyor; oyuncak bebekten bile tahrik olanlar ise tesettüre girmeyen kadınları Müslüman mahallesinde pazarlanan “kabuksuz salyangoz” gibi tanıtıyor; bazıları içinse tüm kadınlar zaten hepten “akrep”! Irkçı söylem de bayağı sıradanlaştı: Kürtler ezilesi tahtakurusu, Ermeniler çıyan, Türklerse eşek arısı. Siyasetin şu kanadı zehirli örümcek, bu kanadı kan emici sülük… Oysa toplumun belli kesimlerinin davranışlarına, siyasi görüşlerine karşı çıkmak başka şey, onları insandan bile saymayan bir nefret dilini yaymak başka şey. Adım adım içselleştirmekte olduğumuz bu nefret söylemi, sıradan faşizmin dilidir: İnsanları böcek gibi görmeye alışırsanız, onlara böcek muamelesi yapılmasını da yadırgamazsınız! Sonraki öykülerde ise, hazır eklembacaklılarla ilişkimizi bir eğretileme olarak kurgulamaya başlamışken, daha genel anlamda “ötekilik” kavramıSAYFA 8 Y Yiğit Bener, roman ve çevirilerinden sonra ilk öykü kitabıyla okuruyla buluşuyor. Öteki Kâbuslar başlığı altında topladığı öykülerinde Bener, eklembacaklı kahramanları aracılığıyla ‘öteki’ üzerine eğiliyor. Ötekileştirerek nefret dilini yayan topluma bir eleştiri niteliğinde öyküler… Yiğit Bener’le yeni kitabı üzerine söyleştik. nı, şiddeti ve sevgiyi, aynı zamanda insan ruhunun karanlık bölgelerini bu yoldan sorgulamaya çalıştım… Bu süreçte bazen dramatik öğeler ağır bastı… Kimi zaman eklembacaklılar isyan ettiler… Sıklıkla da kara mizah anlatımı yumuşattı… Gelgelelim, ötekilerin sorunları çözülmedikçe, kâbusa devam: Kimseye rahat yok! Şunu merak ediyorum tabii; eklembacaklılar nasıl oldu da her öykünüze birer kahraman oldular? Çocukluğumdan beri evcil hayvanlardan çok, tekinsiz yaratıklara ilgi duydum. Böceklerin dünyası da beni daima büyülemiştir. Düşünün ki, tıp fakültesinde bile en sevdiğim derslerden biri parazitolojiydi, yani bitlerle, pirelerle bulaşan hastalıklar, tenyalar! Korkarım biraz marazi bir yönelim bu: Herkesin iğrendiği, dışladığı, yok etmek istediği o tuhaflıklara, farklı olana bakabilmek, dokunabilmek… Her öyküde yan karakter olan insana örümceklerböcekler aracılığıyla eleştiriler, haliyle koca koca iğneler batırılır. Öteki kâbuslarımız üzerinde duralım gelin… Nelerdir kâbuslarımız ve neden kara haşerelerin istilası ve saldırısına bir şekilde maruz kalıyoruz? Böceklerle iç içe yaşıyoruz: Bir köşesinde örümceği olmayan, duvarına sinek konmayan ev var mıdır? Saçımızın bitini, bahçemizin karıncasını da unutmayalım. Oysa bu küçücük canlılardan korkarız: İğrenir, dahası nefretle hemen ezmeye kalkarız. Bunun nedeni acaba sadece besin zincirinde ve yaşam alanlarında böceklerle olan rekabetimiz mi? Yoksa öldürme eylemine, yok ederek sorunları “kestirmeden” çözmeye bir yatkınlığımız mı var? Hele cinayet bedelsizse, vacip ilan edilmişse… Savaşlarda, toplu kırımlarda olduğu gibi… Çuvaldızla ötekileştirme ve iğneyi asla kendine batıramama… Kâbuslarım bunlar işte: Bu kadar kolay kan dökülmesi… Hayatın değerinin bu kadar ucuz olması… Kimliklerin inkârı ve kimlik katılaşmaları… İnançların aşağılanması ve inanç dayatmaları… Şiddete tapınma ve nefret söylemi… Bağnazlığın her türlüsü ve farklılığa tahammülsüzlük… Hepsi de katliam bahanesi! Konumuz edebiyat ama öykülerin çerçevesi gereği siyasete de gireceğiz haliyle: İktidarın son dönemdeki sancılar bağlayan açılım çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Öyle kötü bir kâbus görmüş olmalılar ki bir türlü işin içinden çıkamıyorlar, ne dersiniz? Kâbusu sadece mevcut siyasi iktidar mı görüyor? Sırf son 25 yılda 40.000 can veren bir toplum olarak hepimiz her gün kâbusun daniskasını yaşamıyor muyuz? Gırtlağımıza kadar kana, cinayete, işkenceye, üstelik ırkçılığın ve ayırımcılığın her türlüsüne batmadık mı? Bu rezillikleri kanıksamadık mı? Gör mezden gelmedik mi? Şifre buyuran paşalara bile kahraman muamelesi yapılmasını doğal karşılar olmadık mı? Bir ülke için bunlardan âlâ kâbus mu olur? Bu kâbustan hiç uyanamayacak mıyız? Hem, basit bir siyasi meseleden söz etmiyoruz, ahlaki boyut bence ön planda: Birileri onlarca yıl gözümüzün içine baka baka yalan söyledi: Kürt yok, Kürtçe diye bir dil yok dedi. Aksini söyleyenin canına okudular! Ama mızrak çuvala sığmadı. Peki, şimdi ne olacak? Yalanı yakalananlar yüzleri bile kızarmadan üst perdeden konuşmaya devam mı edecek? Ülkeyi cehenneme çevirenlerin anayasasıyla, kurumlarıyla, şiddetiyle yaşamaya devam mı edeceğiz? Bu toplum, kuşaklar boyu aptal yerine konmuş olmayı içine sindirecek mi? Yüzleşme zamanı gelmedi mi? “HEPİMİZ GREGOR SAMSA’YIZ” Sizin bu öykülerinizden önce önümüzde Kafka’nın Gregor Samsa’sını biliyorduk. Sizin böceklerinizin bir ismi yok. İsmi olmadığı gibi kimliği yok, cinsiyeti yok! Bunu bile isteye yaptınız sanırım? Kimliğimiz, cinsiyetimiz, kan grubumuz ne olursa olsun, aslında hepimiz bir başkasının “öteki”siyiz. Her an birileri bizi ötekileştirerek böcek muamelesi yapabilir! Her an bunaltılı düşlerden uyanıp, kendimizi bir böceğe dönüşmüş bulabiliriz: Hepimiz Gregor Samsa’yız… “Başkalaşım” adını verdiğiniz öykünüzde ise bir böceğin insana dönüşmesini, yani Kafka’nın ters mantığını izlersiniz… Kafka’ya göz kırpan bir öykü, doğru. Her tür bağnazlığın, şiddetin hüküm sürdüğü paragöz dünyamızda, kendini bir anda insana dönüşmüş bulmanın bir böcek için bile korkunç bir kâbus olacağını düşünerek yazmıştım… Kitapta her öykünün sonunda çizimler yer alıyor. Bu fikir nasıl çıktı ortaya? Pek çok insanın zaten tiksindiği bu haşerelerle okuduktan sonra yeniden karşılaştırıyorsunuz çizgilerle… Eyvah! Kitap çok satmasın, alan da hemen elinden atsın diye elimden geleni yapmışım galiba! Öte yandan, biliyorsunuz Levinas’ın ortaya attığı bir kavram var: Ötekiyle buluşmanın ilk adımı, onun yüzünü görmek, o yüzü tüm çıplaklığıyla, savunmasızlığıyla görebilmektir. Bize “öldürmeyeceksin” diyen, işte ötekinin yüzünün bu görüntüsüdür… Ben de okura ötekiyi anlatmakla yetinmek istemedim: Görsün de istedim… Doğum günümde hediye ettiği o olağanüstü tablonun bir kesitini kitabımın kapağında kullanmama izin veren sevgili Fatma Tülin’e ve o sevimli böcek desenlerini çizen eşim Funda’ya teşekkürü bir borç bilirim: Öykülerimdeki eklembacaklıları, yani “ötekinin yüzünü” görünür kılmama yardımcı oldular. Zaten ne demiş şair? “Kör olma da gör beni”! Hem, kim bilir; görmeye cesaret edersek, ötekiyle ilişkimiz kâbusa dönmeyebilir… Belki de başka bir dünya mümkündür: Arasak bulur muyuz dersiniz?? *[email protected] Öteki Kâbuslar/ Yiğit Bener/ Yapı Kredi Yayınları/ 96 s. “Adım adım içselleştirmekte olduğumuz nefret söylemi, sıradan faşizmin dilidir: İnsanları böcek gibi görmeye alışırsanız, onlara böcek muamelesi yapılmasını da yadırgamazsınız!” diyor Yiğit Bener. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1023
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle