24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D Ali Cengizkan eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bir kent ozanı: Ali Cengizkan Ali Cengizkan’a “Bir Kent Ozanı” nitelemesinde bulunuşum da aynı anlama mı geliyor? Bir kent mimarı olarak özellikle Ankara’yı iyi bildiğini, çevre araştırmasıyla, tarihsel kimliğini yitirmeden Ankara’yı yaşatmak gerektiğine inandığını bilirim. Mimar gözüyle de olsa, kentin yapısal özelliği şiirde yaşayamaz. Kente anılardan bakmanın şiirde yaşayan bir anlamı vardır. Kent ozanı olmanın barışçı bir özelliği olmalıdır. Ali Cengizkan gibi bir ozanı yakından tanımışsanız onda bu özellikleri görür, sessiz duruşunun arkasındaki ödün vermeyen kişiliğini bilirsiniz. Ayı gecelerin güneşi olarak bilirdi, Coğrafya dersinde bile düşüncesi değişmedi.” İçimizdeki çocuk her zaman içtenliklidir. Savaşlarla dünyayı kirletirken, insanları açlıkla eğitirken, içimizdeki çocuk şöyle seslenir: “Neye yarar aşk çoğaltılmazsa Neye yarar sevinç paylaşılmazsa.” Kentin yaşama serüvenine karışan taşra insanı yeni bir yapılanma içindedir. Taşralı bir kızı seven insan onda ne bulur? Taşralı bir kızın eksik bir yönü, belki yadırganan bir yara izi, yeni bir sevinin yolunu açacaktır. O doğal, o “mühmel güzellik”te, yapaylığın anlamsızlığına küçümsemeyle bakan bir tavır vardır: “Geliyor, nasırlı parmakta nişan yüzüğü Geliyor, yarasına sıkıştırılmış gülücüğü Geliyor, şark çıbanı üstünde bir ben Geliyor, tabutlarla omzu çökertilmeyen.” Ali Cengizkan, kentin değiştirdiği insandaki yapaylıktan uzak, sevi ilişkisinin yıpranmayan doğallığını özlüyor. Bir yüz, otobüsün camı hızla geçince silinebilir, çocukluktan kalma bir yara izi üzgün bir anıyı saklayabilir. Ama bir sevi ilişkisine “vur emri” çıkarılmışsa, bir evin kurulmasına yarayan “Çıkrıkçılar Yokuşu” da anlamını yitirebilir. Kent, insanı yeniden doğurabilir. O kent Ankara mıdır? Cemal Süreya’nın diliyle “Ey iyi kalpli üvey ana” mı demeliyiz Ankara’ya? ESKİ ANKARA Kentsel dönüşüm tasarıları bir kentin kültürel kimliğini yok etmemeli. Ali Cengizkan, ODTÜ öğretim üyesi bir kent mimarı olarak, Ulus çevresi için bir alan araştırması yapmıştı. Yerel yönetimlerin yanlış tutumunu da eleştirmişti. Ali Cengizkan’ın “Yer’in Sesi” adındaki bu alan çalışması VEKAM (Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi) adına yayımlanmıştı. Ama VEKAM’cılar, yerel yönetimleri eleştirmek sakıncalı olur diye, Ali Cengizkan’ın kitabından o bölümleri çıkarmışlardı. VEKAM’cılar, yerel yönetim yetkililerini gücendirmemek adına, bir bilim insanı olan kent ozanı Ali Cengizkan’ın kişiliğini küçük düşürmeye yeltenebiliyordu (Cumhuriyet KİTAP, “Yer’in Sesi”, 22 Ocak 2009) Ama Ali Cengizkan sıradan bir kent ozanı değildi. O öncelikle Ankara’nın ozanıydı. Halka tanık olmayı görev bilen bir kent ozanı. Karaoğlan Caddesi, Balıkpazarı, Çıkrıkçılar, Anafartalar, Posta Caddesi onun şiirlerinde soluk alırken “Yer’in Sesi”ni duyan bir kent ozanıydı o! Ali Cengizkan Ulus’ta “Yer’in Sesi”ni şöyle duymaktadır; “Ulus! Duvarları tekrar tekrar beyaza boyanan Ulus! Ulus bir beceriksizlikler semtidir. Ve asfaltın altında yatan Roma ve Bizans ve Selçuk ve Osmanlı sayılmazsa bu kent çok yeni sanılabilir.” Bir zamanların şarkılarıyla bir kenti anımsamak; bir terzi ustasının teyellediği kumaştan başını kaldırarak iç aynamıza yansıyan üzgünlüğünü duyumsamak, Bitpazarı’ndaki ölü zamanı eşelemek, Ulus’tan Sıhhiye’ye inerken o eski yapıların yaşadığı zamanı duyumsamak; bir kente anılardan bakmanın ustası olan Ali Cengizkan’a özgü bir şiirli serüvendir. Ali Cengizkan sevi ilişkisinin kırgınlığından bakıyor Ankara’ya: “İşte Ankara. Sokaklarda terkedilmenin tozlu tadı ... ve hüzünlü bir akşam güneşinin Kavaklar arasından kaldırımlara itelediği kuşlar... ... Bir süredir düşünüyorum, bir kız aynı anda sevemez mi iki erkeği?” ÖLÜMÜN ERTELENMESİ Kente sığınmak ölümden kurtulmaya yaramıyor. “Dumanın boğduğu gülüş”te Metin Altıok’a gizli bir selam var. Ali Cengizkan kent yalnızlığında söz gücünün tükendiğini anlıyor: “Bakış ve dokunuş, o tılsımlı kuş, nereye gitti nerde bitti kalemin yazdığı düş, dumanın boğduğu gülüş, iki gözüm iki gözüm, sözüm bitti.” Ama gerçek ozan alçakgönüllü bir şiirin izini sürmez. Ali Cengizkan hangi ozanlarla yola çıkacağını iyi biliyor: “Ne Cendrars, ne Paz, ne Süreya, ne Cengizkan alçakgönüllü bir şiirin temsilcisi sayılabilir, çünkü Aralık yağmuru kara duruyor dışarda, imgelemin ormanlarında ve söz varsa başkalarına rağmen vardır, başkalarıyla birlikte, kimse söyleyemiyor kendisiyle mi başlar dünya, kendisiyle mi sürer, kendisiyle mi biter ve yalnız gözün gördüğünü, kulağın duyduğunu biliyoruz bizden öncekilerle paylaştığımız bir şey varsa...” Ali Cengizkan’ın iç içe geçmiş sözleri yalnız olmadığımızı anımsatıyor. Kalabalıklar arasında bile yalnız olduğuna inanan umutsuzlar vardır. Öyle bir umutsuzluğa düşmedi Ali Cengizkan. Dipte, suyu beklemenin güzelliği içinde, kentin olanaklarını anımsattı bize: “Söyle diyor şairin nergisi: “Nerde kaldı dipte suyu beklemenin güzelliği?” Kentin kalabalığında değil, içimizdeki “dip”te aramalıyız kendimizi, “Derin”deki gizli gülümseyişte bulmalıyız. O zaman yaşamanın anlamı çocuklarımızda sürecek, kapının önüne konan iki ayakkabı gibi, ölümün yaklaşmasına aldırmayacağız! “Ölüm babamdı ceplerinden her gün bir şey çıkan Küçük bir gönye, gül kapçıkları Paçalarında biriken çamur kalıpları iki ayakkabıydı kapımızın önüne konan.” Ölümle bütünleşen bir baba bile cebinden çıkardığı gül kapçıklarıyla, küçük bir gönye ile yaşamayı biçimlendirme özleminde olduğunu duyumsatıyor. Ali Cengizkan’ın otuz yılı aşan şiir serüveninde, ten sevgisiyle ölüme direnme gücü de var. Gene de ölüme engel olmak elden gelmiyor: “Ölüm nerden ve nasıl gelirse geliyor Kadınları buluyor, öpülesi yüzlerini buluyor. Saçlarını, dudaklarını, kaşlarını, gözlerini buluyor. Ölüm nerden gelirse gelsin, anaları ağlatıyor.” Belki de ölüme direnmenin bir başka anlamı şiirin gücüne inanmaktır. Ali Cengizkan’ın bir kent ozanı olması şiirin o gizilgücünü sezmeye yarayacak mı? Ama o kent ozanı da, daha o büyük söze ulaşamadığını anlatıyor. “Susarak belirlerim söylediğimi. En büyük sözüm söylenmemiştir.” Belki de “Derin”deki gülümseyiştedir şiirin gerçek gizi. Ali Cengizkan, sıranın o söze geldiğinin bilincindedir. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Fotoğraf: Mahmut Turgut ir ozanı belirgin bir özelliğiyle anmak, anlaşılması için yeterli değildir. Çoğu zaman yanıltıcı da olur. Mehmet Akif’i, “İstiklal Marşı” ozanı olarak nitelemek, şiirler topluluğu “Safahat”a almadığı bu şiirle yorumlamak haksızlık olmaz mı? Ahmet Muhip Dıranas’a “Fahriye Abla” ozanı demek, onun şiir dokusunu anlamaya yeter mi? “Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen” dizesindeki ruh dinginliğini sezdiren anlam bile Dıranas şiirini yorumlamaya elverişli değildir. Ama iri sözler söylemeyi seven yazarlar böyle bir kolaylıktan yola çıkıyorlar. Belki de böyle bir çıkışla kendilerinin daha çok önemseneceğini umuyorlar. B “KIRMIZI GÜN, BEYAZ GECE” Ali Cengizkan’ın toplu şiirleri “Kırmızı Yayınları” arasında çıktı (KIRMIZI GÜN BEYAZ GECE, Toplu Şiirler 19772009, Kırmızı Yayınları, 2009). Bu toplu şiirler otuz yılı aşkın bir emeğin ürünü. Daha ilk kitabından başlayarak Akademi, Toprak, Hasan Hüseyin şiir ödüllerini kazanması, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’ne değer görülmesi, en önemlisi çağdaş şiirimizin değer ölçütü sayılan Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü alması, Ali Cengizkan’ın şiir serüvenindeki gelişmeyi gösteriyor. “Senlere” 1980’de yayımlanan ilk şiir kitabıydı. Daha o zaman “Taş da çürür” diyordu. Uzak bir çağrışımla, kentlerin yaşamasıyla bağdaşmayan yapıların yalnızlığı geliyor aklıma: “Taş da çürür” diyordu Rüstem Usta: “İncir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür Kıyıda, küçük bir çocuk taş atıyor suya Taş da çürür. Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark Suyla rıhtımın birleştiği yere bak. Taş da çürür.” Bir kentin yaşaması, anılarla beslenmesine bakar. Bir sevi ilişkisine gölgesi düşen Asu, “Solfasol Otobüsü”nde başlayıp sona eren bir anıdır artık: “Hadi gel, bir kere daha deneyelim, Mutuluk hakkını kaptırma başkasına. Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır, Yakın olmanı istiyorum bana. Asu gel, bir kere daha deneyelim.” İçimizden rüzgâr gibi geçen bir sevgili vardır. Kentin kalabalığı arasında yiter gider. Uzaklaşan bir otobüsün ardından dalar kalırsınız. Dünyanın gidişatı iyi değildir. Kent içinde kendi yalnızlığınıza sığınırken, nice haksızlıkları anımsarken, tıkandığınızı sanırsınız. Şiir yazmak yeterli değildir artık: “İyi bir ozansan, yaşamın ozanı Şiir yazmaya vaktin kalmamalı.” İÇİMİZDEKİ ÇOCUK İyi ki içimizde bir çocuk yönümüz var. Belki de yaşamaya alışmayı kolaylaştıran, direnme gücü veren bir özelliğimizidir “Çocuk Ömrümüz”. Kirlenmeyen çocuksu gereçlerin değişmeceli bir anlamı vardır. Ali Cengizkan hep o çocuğu özledi: “Bir çocuk Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1023 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle