04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Tahir Alangu’dan ‘Keloğlan Masalları’ aroslav Haşek’in ünlü Şvayk’ı, hep, Keloğlan’ı çağrıştırmıştır bende. I. Dünya Savaşı’nın acımasız koşullarında varlığını koruyabilmek için akla hayale gelmedik kurnazlıklara başvuran Aslan Asker Şvayk ile saf ve aptal görünen, ama olmadık kurnazlıklar yapabilen, çelimsiz masal kahramanı Keloğlan arasındaki benzerlikleri görmemek olanaksızdır. Kuşku yok ki, zorlu koşullara, güçlülere karşı direnebilmenin halk arasındaki “kahraman”larıdır ikisi de. Keloğlan kimi masallarda gerçekten keldir; bazılarında ise başına deri ya da işkembe geçirerek kimliğini saklayan bir tiptir. Keloğlan’a yalnızca Türk masallarında rastlandığını söylemek zordur. Araştırmalar, Ortadoğu, İran, Türkistan, Rusya, Batı Avrupa ve Balkan halklarının masallarında da az çok birbirine benzeyen Keloğlan tiplerinin bulunduğunu gösteriyor. Türk masallarında bir tür “antihero”, “karşıkahraman”dır Keloğlan. Öteki masal kahramanları gibi boylu boslu, yakışıklı, yiğit bir delikanlı değildir. Bu çirkin görünüşlü genç, çoğunlukla babasızdır, yaşlı anasıyla birlikte yaşar. Saf ve aptal izlenimi verir, ama zekidir. Kimileyin aklını kullanarak, kimileyin olağanüstü güçlerden yararlanarak yükselir; böy Y Tahir Alangu lece yoksulluğunun, öksüzlüğünün acısını çıkarır biraz da. Tembel, uyuşuk, miskindir, ama zorluk içindeki birine yardım ederek kolayca zengin olur. Keloğlan’ın güçsüzken güçlenme, törelerin ve egemen güçlerin baskılarını etkisiz kılma, sonra da rahata kavuşmadaki becerileri, halkın bazı özlemlerini yansıtır aslında. Başta I. Kúnos ve Pertev Naili Boratav olmak üzere pek çok halkbilimci, Keloğlan masallarını derlemiştir. Derlediği birçok Keloğlan masalını yeniden yazarak çocuk edebiyatına uyarlayan Eflatun Cem Güney de, bu masal tipinin günümüzdeki yaygınlığını korumasına katkıda bulunmuştur. Keloğlan tipini inceleyenler arasında, eğitimci, edebiyat tarihçisi, halkbilim araştırmacı Tahir Alangu da vardır; Alangu’nun derledikleri, ilk kez 1967’de Keloğlan Masalları adıyla yayımlanmıştı. İkinci basımı 1990’da Afa Yayınları’ndan çıkan Keloğlan Masalları’nın yeni basımı kısa bir süre önce Yapı Kredi Yayınları Doğan Kardeş Kitaplığı’ndan yayımlandı. Alangu, bu kitabında, halk arasından derlenmiş on dokuz Keloğlan masalını bir araya getirmiş. Kimilerini hemen anımsayacaksınız: “Keloğlan ile Devler”, “Dev Anası ile Keloğlan”, “Keloğlan ile Devler Ağası”, “Keloğlan ile Padişah Kızı”… Özellikle çocuk kitaplarını resimlemede kendine özgü bir tarz geliştiren Mustafa Delioğlu’nun çizim ve desenleri eş lik ediyor masallara. Kitabın sonuna bir de “Küçük Sözlük” eklenmiş. Buradaki açıklamalar, masallara özgü deyimlere, tekerlemelere ışık tutuyor. Örneğin, “Kaf’tan Kaf’a yürümek”; “ulaşılması güç bir masal dağı olan Kaf Dağı’nı arar gibi oradan oraya koşturmak”. Ya da, “Kavil karar etmek”; “herhangi bir konuda anlaşmak, sözleşmek”. Ama sanırım en önemlisi, Alangu’nun, Keloğlan Masalları üstüne kapsamlı bir incelemesine yer verilmiş kitapta: “Mitostan KurtuluşGerçeğe Varış”. Keloğlan Masalları’nın dünya halk edebiyatındaki yerini araştırıyor, bu masalların temel niteliklerini ortaya koyuyor Alangu. Halkbilim ve halk edebiyatıyla ilgili çalışmaları masalların yanı sıra gölge oyunları, destanlar, göçmen folkloru ve bunlarla ilgi kuramsal sorunları da kapsayan Alangu, halkbilimcilerin gelenekleri inceleyerek eskiye bağlanma eğilimine karşı çıkmış, halkbilimin eskinin temelleri üstünde yeni ve çağdaş bir toplum yapısı oluşturulmasına katkıda bulunabileceğini savunmuştu. Keloğlan incelemesinde de bu yaklaşımın ağır bastığını söylemeliyim. Keloğlan Masalları’nı büyük bir keyifle yeniden okurken, bir yandan çevirmekten tanımsız tatlar aldığım Aslan Asker Şvayk’ı gülümseyerek anımsıyor, bir yandan da İngiliz Erkek Lisesi’nde iki yıl öğrencisi olma mutluluğunma eriştiğim Tahir Alangu’yu saygıyla anıyorum. ? Lisztomania, Beatlemania ve Romantizm 19. yüzyıl ortalarına doğru Avrupa’yı bir “Lisztomania” sarmıştı. Macar piyano virtüözü, Paris, Londra ve İsviçre’de verdiği konserlerle müzik dünyasını ayağa kaldırmakla kalmamış, romancı George Sand’dan Prenses Carolyne SaynWittgenstein’a kadar Avrupa’nın pek çok ünlü kadınını da âşıkları arasına katmıştı. Evet, bir “Liszt çılgınlığı” kaplamıştı o yıllarda anakarayı. 1960’ların ortalarından başlayarak ilkin İngiltere’yi, ardından handiyse tüm dünyayı bir “Beatlemania” kasıp kavurdu. Hepsi de işçi ailelerinden gelen Paul McCartney, John Lennon, George Harrison ve Ringo Starr’ın oluşturduğu Beatles topluluğu, “Love Me Do”, “She Loves You”, “I Want to Hold Your Hand”, “Yesterday”, “Yellow Submarine”, “Eleanor Rigby” gibi parçalarıyla, dramatik bir bütün oluşturan “Sergeant Pepper’s Lonely Hearts Club Band” albümüyle, yalnızca gençlik yığınları arasında değil, entelektüel çevrelerde bile bir “Beatles çılgınlığı” yarattı. Böylesi bir çılgınlığın doğmasında, müzikte pek çok gözüpek yeniliği gerçekleştirmelerinin yanı sıra, kuşkusuz, uzun saçları, giyim tarzları, halüsinojen kullanmaları, Hint müziğine ilgi duymalarının da payı vardı. Şimdi, Liszt ile Beatles arasında nasıl bir bağ olabilir ki, diye sorabilirsiniz. Bağı kuran, elbette, ben değilim. “Lisztomania” ile “Beatlemania” arasında bağlar kuran, bu kışkırtıcı savı ortaya atan, Cambridge Üniversitesi tarihçilerinden Tim Blanning. Blanning, Harvard Üniversitesi Yayınları arasında çıkan The Triumph of Music: The Rise of Composers, Musicians and Their Art (Müziğin Zaferi: Bestecilerin, Müzisyenlerin ve Sanatlarının Yükselişi) adlı kitabında, bu iki müzik çılgınlığı arasında yakın bir bağ olduğunu ileri sürüyor. Blanning’in savı, ilk ağızda, kışkırtıcı geliyor insana. Ama, kuşkusuz, bir açıklaması var. Cambridge’li tarihçi, aradaki bağın, müziğin Batı kültür yaşamındaki işlevinde görülmemiş bir değişime yol açan Romantizmin bitmek bilmeyen etkisi olduğunu söylüyor. Blanning’e göre, 18. yüzyıl sonlarına gelinceye kadar, “müzik, iktidarın bir süsü ya da dinsel düşünüşün bir öğesi” idi. 18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına kadar uzanan dönemde pek sanat dalıyla birlikte müzikte de anlatımını bulan romantizm, bu durumda kökten bir değişime yol açtı. Bireye, öznelliğe, us dışına, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenliğe ağırlık veren romantiklerin gözünde, müzik, sanatların en özlüsüydü. Anlaşıldığı kadarıyla, Blanning, müzikte romantizmle birlikte meydana gelen bir “demokratikleşme”den, müziğin daha geniş kitlelerce dikkatli bir sessizlik içinde dinlenmesinden, romantik bestecilerin geliştirdiği armoni ve ritm dağarının müzikte Avrupa’nın ortak dili olup çıkmasından, 19. yüzyılla birlikte tuba, saksofon, tuşlu flüt gibi yepyeni ve daha gelişmiş çalgıların ortaya çıkmasından, 1850’den sonraki İkinci Sanayi Devriminin getirdiği teknolojik olanakların bu yeni çalgıları çok daha yaygın, ucuz ve erişilebilir kılmasından, konser salonlarının saraylardan çıkıp çok daha geniş dinleyici kitlelerine açılmasından söz ediyor. I. Dünya Savaşı öncesine gelindiğinde, Büyük Britanya’da 4 milyon kadar piyano bulunduğunu, başka bir deyişle on kişiye bir piyano düştüğünü vurguluyor. Liszt ile Beatles ya da Rolling Stones arasında dolaysız bir yakınlık olmasa da, müziğin değişen koşullarıyla birlikte popülerliğin inanılmaz boyutlara ulaşması açısından bir bağ kurulabileceğini yazıyor Blanning. Müziğin, son iki yüzyıldır Batı kültüründe giderek yaygınlaşmasına, pop müzik konserlerinin nerdeyse birer ayine dönüşmesine, klasik müzik virtüözlerinin bile giyimleri ve tanıtımlarıyla popülerliğe yönelmelerine, internette dolaşan ve iPodlara indirilen müziklere, müziğin günlük yaşamın her alanına girmesine bakılırsa, Blanning’in savı ciddiye alınmaya değer. ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle