22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ë Müge KARAHAN iç okumamış olsak da ödüllü yazarları vesilesiyle Güney Afrika edebiyatına en azından aşina olduğumuz söylenebilir. Nobel’in iki kere bu ülkeye girmiş olması 1991’de Nadine Gordimer’in ardından Coetzee de 2003’te Nobelli yazarlar listesinde yerini almıştı ve yazarların başka ödüllerle de adlarını duyurmalarını gözden kaçırmış olmak biraz zor. Tabii ödül törenlerinin yanı sıra edebiyatın anlattıklarının da etkisi var. Coetzee’nin şair Kavafis’e gönderme yapan “Barbarları Beklerken” adlı eseri daha okunmadan adıyla dikkat çekerek beyaz adamın romanı olmadığını hissettiriyor ve “rengini” belli ediyor. Romanın açılışını yapan ilk karakter dövmeci Diaz’ın yolunu romanın esas oğlanı Luke Turner’la kesiştirmek zor olmayacaktır çünkü Luke, fenalık geçiren Diaz’a yardım etmek üzere girdiği dükkândan bir dövme tutkunu olarak çıkacaktır. İlk karakter Diaz, yaş haddini çoktan dolduracak kadar yaşlı –kendisine sorulduğunda beş yüz yaşında olduğu cevabını vermektedir belki de daha doğru ifadeyle yaşsız bir adamdır. Onun dövme sanatına vurulan Luke’un geçmişi ise hayli karışıktır. Annesinin tecavüze uğraması sonucu dünyaya gelmiştir dedesinin ifadesiyle peydahlanmıştır Luke ve bir ayağı çocukluğundan beri topaldır. Beş yaşına geldiğindeyse yani doğumundan beş yıl sonra yıllardır bilmediği, görmediği, yazar olduğu söylenen daha doğrusu bir kitabı Ken Barris’ten ‘Nasıl Bir Çocuk?’ H Kesişen çocukluklar Coetzee’den bir cümleyi romanına epigram olarak seçen Ken Barris ise dilimize çevrilen bir başka ödüllü, Güney Afrikalı yazar. Nasıl Bir Çocuk adlı romanında, Cape Town’un tekinsiz ve kendine has coğrafyasında dolanırken üç baş karaktere odaklanan Ken Barris, bu başrollerle yolu kesişen figüranları ve yan karakterleri de unutmadan okuru kentin ortasına düşürmeyi başarır. ve birkaç makalesi bulunan bir dedeyle karşılaşır ve bu dede ona peydahlanışı hakkında bazı şeyler anlatıp babasına dair bilgiler verir. Luke’un çocuk aklı hepten karışır. Bir tecavüz çocuğu olmak Luke’un hayatını muhakkak ki etkilemiştir. Annesiyle olan ilişkisi bile bu olayın etkisi Ken Barris altında gelişecektir. Luke’un dedesinin açık sözlülüğü ya da patavatsızlığı sonucu bu olayı öğrendiği an, bir romanda ancak bu kadar etkili ve aynı zamanda sade anlatılabilir: “Luke kaskatı kesilir. Oda kararmıştır; odanın neden karardığını bilmez. Nefes almakta zorlanır; büyük babasının söylediklerini tam olarak anlayamamıştır, ama kendi hayatıyla ilgili olduklarını bilir. Söylenenlerin annesine ilişkin olduğunu, kendisinin dünyaya gelişinde bir yanlışlık olduğunu anlar.” Luke’un bu noktada kendi varlığından rahatsızlık duyması ancak varlığını yalnızca annesiyle ilişkilendirmesi ilginç ve önemlidir. Ortada bir mutlu aile tablosu yoktur ve annesinden ayrı ilişki kurabileceği bir baba hayali dahi yoktur; bunun yerine annesinin başına gelen acı ve korkunç bir olaydan sonra doğmuş olmanın yarattığı bir vicdan oyunu, bir ikilem vardır. Annenin de çocuğun da duyguları muhakkak ki ka rışıktır; Luke’un annesi bir tecavüzcünün çocuğunu doğurduğu hissinden tamamen kurtulabilecek midir? Luke ya da annesi vicdanın çekim alanından çıkabilecek midir? Aralarındaki tek ortak iletişim yöntemi, bazen günlerce süren sessizliklerdir belki de… Aynı gerilim romanın ikinci bölümünde karşımıza çıkan Malibongwe için de söz konusudur. Malibongwe de Luke gibi annesinin tecavüze uğraması sonucu dünyaya gelmiştir. Luke’la aralarındaki farksa, Malibongwe’nin siyah ve parasız olmasıdır. Gazetecilik yapmakta olan Luke, günün birinde işine giderken sokakta dilenen Malibongwe’yle karşılaşacak ve iki kahramanın tesadüfî buluşmasının fiziksel ayağı bu şekilde yaşanacaktır. Onların hayatlarını bir romanda kesiştirense çocuklukları ve doğumlarıdır. Romanın belki de en önemli noktası, baş karakterlerin doğumuyla gündeme getirdiği tecavüz vakalarıdır. Roman, kadınların yalnızca bu coğrafyada değil ve yalnızca toplumsal yapıyla ilişkili olarak değil; her yerde kolayca şiddete uğradığını, gözden çıkarıldığını bir kere daha hatırlatmaktadır. Daha roman başlarken anlatının en eski, en “yaş”lı kahramanı Diaz’ın karşılaştığı küçük bir kız çocuğu hakkında düşündükleri de kadının tarihini ve “makus talihi”ni özetlemektedir aslında: “Sen cefa çekmeye yazgılı bir çocuksun, diye düşünür, sadece ve sadece yoksul olduğun için, kadın olduğun için…” Üstelik romanı farklı kılan bir önemli nokta da tecavüz dehşetinin kutsallık atfedilen annelikle birlikte ele alınmasıdır. Luke ve Malibongwe mutlu birer aile çocuğu olarak büyüyüp ser ¥ Bir sinema adamının hayatı üzerine Benzerlerine kolay rastlanamayacak öyküler Halit Refiğ Irmak Zileli’nin Halit Refiğ ile yaptığı Doğruyu Aradım Güzeli Sevdim adlı nehir söyleşi kitabı sadece sinema, Türk sinemasını değil Halit Refiğ’in hayata, aşka ve sinemaya karşı düşüncelerini anlatan bir bütünlük taşıyor. Kitap üç ana bölüm üzerine oluşturulmuş. Birinci bölüm, sinema üzerine sorulan sorular üzerine kurulurken, ikinci bölüm kültür, sanat ve edebiyat, son bölüm ise mekânlar, insanlar, toplum ve tarih üzerinde yoğunlaşıyor. kadın sorunları, cinsellik, siyasi olayların perde arkası ve topluma yansımaları zaman içerisinde ele alınarak şekillenmişti. Artık sinema yedinci sanat olarak ben de buradayım diyordu. SİNEMA MERDİVENLERİNİ TIRMANAN YÖNETMEN Irmak Zileli’nin Halit Refiğ ile yaptığı Doğruyu Aradım Güzeli Sevdim adlı nehir söyleşi kitabı da sadece sinema, Türk sinemasını değil Halit Refiğ’in hayata, aşka ve sinemaya karşı düşüncelerini anlatan bir bütünlük taşıyor. Kitap üç ana bölüm üzerine oluşturulmuş. Birinci bölüm, sinema üzerine sorulan sorular üzerine kurulurken, ikinci bölüm kültür, sanat ve edebiyat, son bölüm ise mekânlar, insanlar, toplum ve tarih üzerinde yoğunlaşıyor. Kitap, Halit Refiğ’in sadece Türkiye’ye değil dünyaya bakışını da gözler önüne sermekle kalmayıp kapsamlı bir ışık tutuyor. Aynı zamanda Halit Refiğ’in farklı konular üzerine daha önce yazdığı yazılara yer verilirken, o yazıları kitabında söyleşiye taşımanın bir ipucu olarak değerlendirmiş Irmak Zileli. Bu da sayfalara ayrı bir güzellik katmış. Bir anlamda yıllar önce yazdığı yazılarda kendini daha detaylı bir şekilde açıklama ve anlatma fırsatı doğmuş usta yönetmene. Halit Refiğ, sinema yazarlığı ve yönetmen yardımcılığının ardından yönetmenliğe geçerek sinema merdivenlerini adım adım tırmanmış, kendi sinema anlayışının döngüsü içinde filmlerini çekmiştir. Filmlerinde gerçekçi romantizm sınırları içinde kalmayıp kendi kültürel birikimini değer ölçüsüyle birlikte sinemaya aktaran Halit Refiğ, Gurbet Kuşları adlı filminde bir kent içinde yarattığı kadın tiplemelerinin ayrı bir önemi vardır. Zengin kız, pavyonda dansözlük yapan genç kadın/ kız, Rum kadın pro fili hepsi kendi çıkmazları içinde sıkışıp kalan kadınlardır. Kadın ve cinsellik konularında öncülük yapan filmleri İstanbul’un Kızları ve Şehrazat’ı da hatırlayacak olursak Irmak Zileli’nin hazırladığı bu kitap önemli filmlerin çekilmesinin perde arkasını da yansıtmaktadır. Halit Refiğ’in sözleriyle “Türk sinemasının zaman zaman altın çağı diye adlandırılan o dönemin temel dayanağı aile seyircisiydi. Ve o filmlerin başarısı o aile seyircisinin temel değerleriyle, manevi değerleriyle sağlayabildiği uyumdan kaynaklanıyordu.” Evet, Türk sinemasının aldığı yolu kitapta okurken 1961 Anayasa’sına kadar neden sosyaltoplumsal gerçeklere yaklaşmaktan uzak durulduğunu da anlatıyor. Bütün bunlarla birlikte sinemanın devamlı takıldığı “sansür” onları yeni arayışlara yöneltmekle kalmayıp, zaman içerisinde yaşanan siyasi değişikliğin getirdiği serbestlik biraz daha özgür olmalarını da sağlıyor. DOĞU AÇILIMI Kitabın içinde benim için ilginç olan bir bölümde Atıf Yılmaz ile başlayan sinema birlikteliklerinin neden/ nasıl yol ayırımına geldiği oluyordu. Lise yıllarında arkadaşımla yaptığınız bir sinema tartışmasını hatırladım. Hep demiştim, sanki Türkiye’de çarşaflı kadın, köylü kadın, töreler, gelenek kıskacında yaşayan insanlar var. Bizler yok muyuz? Bu filmleri yaparak yurtdışı festivallere gönderirlerse bizi bu şekilde tanıyacaklar. Haksızlık olmuyor mu? Kitapta benim gençlik heyecanımın sinemayla yol aldığı yıllarda yaptığım şikâyete de güzel bir açıklama getiriyordu Halit Refiğ. Halit Refiğ filmlerinde kadın oyunculara hep oynadığı rollerin dışında farklı bir kompozisyonda oynatarak kişinin içindeki oyunculuk cevherinin de orta¥ ya çıkmasını sağlar. Kitabın ilerleyen sayfalarında CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019 Ë Hâle SEVAL enim hayatıma sinema, yazlık beyaz perdede yarı uykulu gözlerle her filmin sonunu getiremeden uyuduğum büyülü bir serüven olarak girmişti. İlk sokak oyunum ise, sinemanın kapısı önünde tahta panoda asılı filmlerin değişen afişlerini izlemekti. Bu oyun ben büyüdükçe ayrı bir heyecan ve tutkuya dönüşmüştü. Türk sineması 1960’lı yıllarda kendine özgün bir yol çizmeye başlayıp, kendi olanakları içinde konu ve oyuncularıyla iyiye ve güzele doğru yol alırken yıllar içinde de gelişmişti. Sadece aşk, filmin konusu olmaktan çıkıp B SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle