Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O ...Dün gece saatler durmaya başlamış, problemin yurt sathında yaşanan bir durum olduğu bu sabah fark edilmiştir. Lafın gelişi söylüyorum tabii sabahın erken saatlerinde diye, zira her saat farklı bir anda durduğu için bu durumun kaçta fark edildiği kayıtlara geçememiştir. Tespitlerimize göre zaman değil, sadece saatler durmuş bulunmaktadır. Tek tesellimiz budur, zaman akmaktadır, akmaya devam edecektir...” kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Saatsiz Ülke “ Yiğit Kulabaş, olaya dayanan bir anlatım geliştirmiş. Diyaloglarla gelişen, kolay anlaşılır bir anlatım. Zaman, “Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre” olarak tanımlanıyor. Zamanı ölçmek, ona göre hareket etmek günümüz insanı için çok önemli. Yiğit Kulabaş’ın Saatsiz Ülke’sinde (Temmuz 2009, Everest yay.) Türkiye’deki zamanı ölçen tüm araçlar bir anda duruyor. Saatsiz bir Türkiye’de neler yaşanır? Gerçekten ilginç bir konu. İster istemez insanın aklına Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü geliyor. O tip bir roman bekliyorsunuz. Ama Saatsiz Ülke başlangıçta böyle bir yönelimde olsa da fantastik gerçekçi diyebileceğimiz bir türde gelişiyor. Olayı bir yandan televizyondaki bir haber programı aracılığıyla yurt çapında izlerken esas olarak Bozcaada’daki televizyonun, elektriğin olmadığı, cep telefonlarının çekmediği bir pansiyonda yaşananlar aracılığıyla aktarıyor yazar. Selim ve Kerim romanın ana kahramanları. Selim’in sevgilisi Arya, pansiyonun sahibesi Lale, ona yardım ediyor görünen Taylan, hiçbir şeyi unutmama hastası Deniz ve onu tedavi etmeye çalışırken yeni buluşlar yapmaya çalışan Profesör Candan... Aslında saatsiz kalmak Bozcaada’daki bu pansiyonda yaşayanlar için pek önemli bir şey değildir. Yine de bu garip gelişmeyle ilgilenmeden, Arya ve Taylan televizyonda haberleri izlemeden yapamazlar. Bu sayede biz de ülkedeki gelişmeleri öğreniriz. Diğer yandan da Selim ve Arya’nın kopma noktasına gelmiş ilişkilerindeki gelişmeleri izleriz. Sevdiğini kaybetme endişesine düşen Selim, bir türlü can kulağıyla arkadaşı Kerim’in iş bulma macerasını dinlemez. Oysa ülkenin saatsiz kalmasında Kerim’in önemli bir rolü vardır. Diğer yandan Deniz’le kurulan dostluk, profesörün aslında beyinler arası veri aktarmayı denediğini ortaya çıkartır. Zaman aslında bir şirkettir. Akrep, yelkovan, dakika, saniye bu şirket tarafından yoktan var edilmiştir. Zaman bu şirket tarafından pazarlanmaktadır. Yanında devasa bir iguana ile gelen Antonio Zaman şirketindendir. Kerim, dört kıtada on iki şehirde on iki kişi ile Zaman şirketine girebilmek için iş görüşmesi yapmıştır. Bunlardan biri de Antonio’dur. Kerim’in Zaman şirketinin tüm içişleyişini öğrendikten sonra iş teklifini kabul etmemesi her şeyin karışmasına ve sonuçta şirketin ilk kez bir ülkeye ambargo uygulayıp, insanları saatsiz bırakmasına neden olmuştur. Durumu protesto eden birçok ülke saat kullanmaktan vaz geçer. Hükümet de insanlar da zamanın geçişini ölçmek için eskiden kullanılan güneş saatleri, su saatleri ve kum saatleri gibi gereçlere başvurmayı akıl edemez. Nabız, kontör, grafikerlikte kullanılan pantone renkleri, dev mumlar yakmak gibi yeni ölçme yöntemleri bulmaya çalışıyorlar. Bu arada ünlü anchorman Can Horman, şirketin ihbarı ile saatlerin durmasına Kerim’in sebep olduğunu öğrenir ve Taylan’ın Kerim’in yerini bildirmesi ile Bozcaada’ya bir TV ekibi yollar. Böylece olaylar yeni bir ivme kazanır. Bu bölümlerde hem sistemi, hem de kurumlarını eleştirmek fırsatını kullanmıyor yazar. Daha çok mizahi sayılabilecek bir anlatımla televizyonların habercilik anlayışları üzerinde yoğunlaşıyor. Pansiyonun bulunduğu sahilde penguenlerin belirmesi ve Kerim’in ortadan kaybolması ile roman fantastikleşmeye başlar. Antonio, Kerim’in yüzerek Zamanya’ya gittiğini düşünür. Arkadaşını bulmaya karar veren Selim de onun peşinden gider ve başka bir boyuttaki, girilmez kapılar ardındaki bir gemi olan Zamanya’ya ulaşmayı başarır. Orada şirketin yöneticisi Satres ile tanışır. Hafızasını kaybetmiş görünen Kerim’le buluşur. Satres Selim’in Kerim’i alıp geri dönmesine izin verir. Bozcaada’ya birlikte gittiği aslında Kerim değil Satres’tir. Bundan sonra olayhlar bir çizgi roman tadı almaya başlıyor. Antonio ile Satres karşılaşıyor. Birbirlerini zamanı durdurmakla suçluyorlar. Yiğit Kulabaş, olaya dayanan bir anlatım geliştirmiş. Diyaloglarla gelişen, kolay anlaşılır bir anlatım. Kahramanlarının karakterlerini derinlemesine işlememiş. Saatsiz Ülke fantastik bir tatta kalmış. KADIN DÜŞKÜNÜ Murat Belge, “Büyük Ulusal Anlatı ve Türklerin Kökeni” altbaşlığını taşıyan Genesis’te (2008, İletişim Yay.) Türk Edebiyatı içinde etkili bir tür olarak geliştiğini düşündüğü “Tarihi Roman”ları incelemişti. Osmanlı’nın çözülüp yeni Türk devletinin temellerinini atıldığı dönemde yoğun olarak yayınlanan bu romanların “Türk kimliğinin öne çıkartılması, dilin, Türkçenin entelektüel tartışmaların konusu olarak ele alınması, yaşanılan ‘kaybı’ telafi etmeye yönelik çabalar”ın sonucu ortaya çıktığını belirtiyordu. Belge’ye göre “bu telafi çabaları ‘milli bir tarih’ ihtiyacını zorunlu kılar. Geçmiş, ‘tarih’ olarak icat ve inşa edilirken, o ‘tarih’in popüler bir anlatı biçiminde tedavüle sokulması da gerekli olur. Edebiyat, hem ‘Büyük Ulusal Anlatı’nın kurgusunu, biçimini, ahengini geliştirme hem de popüler alıcılarına ulaştığında, işlevini layıkıyla yerine getirebilmek için hamaset edebiyatından bol bol yararlanmış, daha doğrusu, bunun yeterli bir geleneği bulunmadığı için, kendileri büyük ölçüde yaratmışlardır.” Çoğunluğunu milliyetçi, muhafazakâr, İslamcı yazarların kaleme aldığı bu tarihi romanlar bir dönem çok okunduktan sonra önemini kaybetmiş, okunmaz olmuş. Murat Belge’nin incelemesine konu olan bu milli romanlar bir roman parodisine de esin kaynağı olmuş. Kemal Safa Güntekin imzasıyla yayınlanan Kadın Düşkünü (2009, İletişim Yay.) “Memleket Romanı” alt başlığını taşıyor. Kitabın künye sayfasında Kemal Safa Güntekin’in biyografisi şöyle: “Altmışlı yıllarda doğdu, Ankara’da yaşıyor. Mahlas kullanarak çeşitli roman ve inceleme kitapları yazdı. Çift kişilikli olduğuna inanıyor.” Kemal Safa Güntekin’in Murat Belge’nin mi yoksa Ankara’da yaşayan başka bir İletişim yazarının mı takma adı olduğunu bulmayı Kültürrazzi’ye bırakıyorum. Kadın Düşkünü, Demokrat Parti’nin ilk yılarında Aydın’ın Germencik’inde geçiyor. Romanın iki kahramanı güçlü kuvvetli, erkek güzeli bir adam olan ve kadınların hemen cinsel cazibesine kapıldığı Bayram ve aşkı kitaplarda anlatıldığı gibi yüce bir şey sanan, ülkülerine, cumhuriyete bağlı ağa çocuğu Cumhur. Bayram’ın 70’li yılların erotik Türk filmlerini hatrılatan aşk ilişkileri ile Cumhur’un kâhyanın kızı Cavidan’ın kişiliğinde aşkın sevişme boyutu da olduğunu öğrenmesi çevresinde olaylar gelişiyor. Roman ön plandaki eğlenceli havayı kullanarak sıkı bir düzen eleştirisi olarak gelişiyor. Eskilerin deyimi ile satıraralarında çok şey anlatıyor. Milli romanların yücelttiği tüm nitelikleri alaya alıp eleştirmekle kalmıyor, altlarında yatan gerçek niyetleri de gösteriyor. Yani Milli Roman’ı kendi silahı ile vuruyor. Kadın Düşkünü, “Cumhuriyet dönemi boyunca yazılmış bütün romanların sesiyle konuşan, ama onlar gibi söylemeyen bir roman... “, “bir milli roman parodisi... Muhalif bir kahkaha prelüdü... Bir yazı eğlencesi...” olarak tanıtılıyor kitabın arka kapağında. Romanın amacını tam olarak kavrayabilmeniz için belli bir donanımınızın olması gerek. Sorun da burada başlıyor. “Milli Roman”ın ne olduğunu bilmeden, birkaç örneğini okumadan Kadın Düşkünü’nün neyin parodisi olduğunu anlamak mümkün değil. Okumanız gereken en kolay ulaşılacak bilgi kaynağı da Belge’nin Genesis’i. Kemal Safa Güntekin adı Kemal Tahir, Peyami Safa, Reşat Nuri Güntekin gibi edebiyatımızın önemli isimlerini çağrıştırsa da Murat Belge Genesis’te Burhan Cahit Morkaya, Besim Özgen, Behçet Pirim gibi edebiyat tarihçilerinin bile kolayca hatırlayamayacağı isimlerin romanlarından söz ediyor. Parodi kısmını bir yana bırakırsak Kadın Düşkünü keyifle okunan, iyi çalışılmış, iyi yazılmış bir roman. Milli Roman tartışmalarını hiç bilmeden de okunabilir. İlk başlarda anlatılanlar pek yakın gelmese de sayfalar ilerledikçe havasına giriyor, kahramanları tanıdıkça, düşünce yapılarını kavradıkça daha çok keyif alıyorsunuz. Absürt görünen olaylar anlam kazanıyor, hatta o yıllarda böyle şeylerin yaşanabileceğini de düşünüyorsunuz. Romanın değişik bir yapısı var; hemen tüm kahramanlarının ayrı ayrı bölümlerde söz aldığı yapısıyla olayları çok yönlü ve tüm ayrıntılarıyla kavramanızı sağlıyor. Mizah dozu abartılmadığı için Kadın Düşkünü’nü yüzünüzde hoş bir tebessümle okuyorsunuz. ? SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019