22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Böylesi durumlarda, boyunuzu aşan bir öfke seli, bilincinizi adeta kilitler, yok eder. Kontrolünüzü yitirir, dilsiz olursunuz. Uyursunuz ama uykunuz, gücünüzü toplamaya yetmez. Kurşun sesleri, öldürmeler, ağıtlar, çığlıklar, tabutlar. İnsanla dolup taşan mezarlıklar, taziyeye gelenler, gidenler –ki içlerinde katillerde vardır durmak bilmeyen bir çalar saat gibi öter içinizde. Dondurucu bir soğuklukla bakarsınız çevrenize. Kahramanımız sevgili Adnan Bucak, on üçon dört yaşlarında bunları yaşamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sokularak, Bucaklı, Urfa Senatörü Dişçi Hasan Oral Ağa’yı vurmaya özendirilmiş, bunun için eğitilmiştir. O yaşlarda bir çocuğun sırtına yüklenen sorumluluğun ve yükün ağırlığına bakın siz.. ONUR TERAZİSİ Bir ana kuzusu, babanın burnunun sızlayan direği oğlu, evladı iken, soğuk, hınç dolu, intikam ateşiyle dolu ölüm makinesi olabilme hali.. Sonra onur terazisi olayı.. Onlara göre bu yalnızca halkın elindedir... Kimin onurunun ne kadar çektiğinin tek ölçüsünü, gramı gramına halkın sağduyusu belirler. Siverek halkı da romanda bunu yapıyordur. Ve Adnan şimdi bu şaşmaz ölçünün içindedir... Kodları, kurallarına birkaç ‘can alıcı’ örnek verir misiniz özellikle töreyle iyi ki de tanışmamış olan okurlara... “Kimin onurunun ne kadar çektiğinin tek ölçüsünü, gramı gramına Siverek halkının sağduyusu belirler” sözünüz çok doğru ve yerindedir. İzin verirseniz Siverek’ten ve tarihinden kısaca söz edeyim. Siverek, Urfa Mardin, Diyarbakır üçgeninde, tarihi yedi bin yıllara dayanan, Sümer’e, Hitit’e giden eski bir kenttir. Kendine özgü, zengin folkloru ve halkın ortak belleği sayılan yüzlerce atasözü ve deyimleri vardır. El dokumaları, halıları özgündür. Yerel erkek ve kadın giyimleri, kadın başlıkları takıları yine öyledir. Çok güçlü davranış ve konuk ağırlama kültürleri vardır. Konuklarını göğüslerine dolayarak ağırlarlar adeta. ‘Kirvelik’ geleneği ile ‘Taziyeyas geleneği’ güçlüdür. Yaşamın değişkenliğini anlatan güzel sözleri vardır. “Hayat dediğin gölge gibidir, bir o yana, bir bu yana” gibi. Sessiz görünen halkın güçlü sezgileri, ermiş, bilge yanları vardır. Öldürülen yakınının öcünü almayan insana selam vermezler, adamdan saymazlar onu. Bu bir toplumsal denetlemedir, kan davasını dolaylı şekilde desteklemedir. Bir Siverek atasözü şöyle der: “Öküz ölür derisi kalır, yiğit ölür, namı kalır.” EŞKIYALARA BAKIN HELE! Ünlü eşkıyaların öykülerini de okuyoruz dediğiniz gibi... Bir Ramazanı Halil... 12 leşi var. Ya Bekiro... Bilinen 8 leşi olduğu... Kendi dramları şahsına münhasır, ardından nice ağıt yakıladurur öldürüldüklerinde... Öykünün çatısında düşmanlıkları, katillikleriyle olduğu kadar yürekleriyle, dostluklarıyla ve insanca halleriyle de yer alıyorlar kahramanlar.. Yaptıklarını onaylamak adına elbette değil ama sebepsonuç ilişkisini açık etmek adına gizli bir yöntem mi demeli... Çatıyı, kahramanları, olayları ele alırken bu bağlamda oluşturmayı tercih ettiğiniz biçemi mutlaka sormalıyım size”? Öğretmenlik yaptığım 195758 yıllarında Siverek çevresinde yüzden fazla eşkıya dolaşırdı. Bekiro, Çermikli Emin, Beyro’lar en ünlüleriydi. Siverek’in en az ¥ gın eşkıyası Ramazanı Halil’i, romanda yazdığım gibi sıradan, korkak bir köylü öldürmüştür. Bekiro’ya gelince, onu tanıdım. 1958 Şubat’ında çok yağmurlu soğuk bir gecede okula sığındı. Ortadan az kısa boylu, düzgün yüzlü, bıyıklı, az konuşan, çevik biriydi. Üstü başı ıpıslaktı. Altmış kilo ağırlığının üstünde en az kırk kilo fişeklik, mermi, silah ve el bombası vardı. Bana hiç korku vermedi. İkramımı kabul etmedi. Üzerinin ıslaklığıyla köşeye uzandı. Yağmur kesilince sessizce kalktı, gitti. Çok dürüst, kadına, kimsesize el kaldırmayan, mert bir eşkıya olarak bilinir sevilirdi. Eşkıyalar, ömürlerince kaçmanın, pusu kurmanın ustasıdırlar. Saçlarını acımasız kan davalarının döndürdüğü değirmenlerde ağartmışlardır. Ömürlerince hasımlarıyla inatlaşmışlardır. İnatlaşma bir tür beyin kilitlenmesidir, bir düşünce boşluğuna düşmektir. Düşmanlı olarak kuşkulu olmaktır. Kuşku ıstırap verici bir duygudur, yorar bitirir insanı. İç çatışmalar, her an vurulacağı korkusuyla kendi üstüne katlanır, donar, kalır. BİR KURAN’I KERİM, BİR SİLAH! Doğu’da ve Güneydoğu’da sosyologların ve toplumbilimcilerin araştırmaları gereken önemli bir konu da silah tutkusudur. Silah onların ayrılmaz bir parçasıdır. Marabanın yiyeceği yoktur ama silahı vardır. Silah tutkusu bir kök gibi yerleşmiştir içlerine. Nedeni korkudur. Yaşadığı ortama olan güvensizliğidir. Bir de davalı aşiretlerde erkek çocuk kıymetlidir. Erkek çocuk başlı başına bir silah ve güçtür. Hamile kadınlar için: “Geline de bak maşallah, oğlan doğurur inşallah” tekerlemeleri düzülür. Doğan erkek çocuk için havaya kurşun sıkılır. Erkek doğuran anaya ‘Başana’ denir. Doğan erkek çocuğun başucuna Kuran’ı Kerim ile bir silah bırakılır; “gelecekte adını sanını korusun, sınama günlerinde cesur ve yürekli olsun” diye. Aşiret evlerindeki erkeklerin çokluğu silah ve cephane demektir. Günlük yaşamlarında düşmanlık konuşulur, öç alma planları yapılır. Böylece düşmanlık duygusu depolaşır içlerinde. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Bucaklar / Osman Şahin/ Kavis Kitap/ 326 s. Düzeltme: 1017. sayımızda bu sayfalarda yer alan, Attila Aşut’un “Karikatürde Bir Ziya” başlıklı yazısında, teknik bir dalgınlık sonucu küçük bir atlama oluşmuştur. Yazının 7. paragrafının ortalarında yer alan cümleyi doğru haliyle yeniden yayımlıyoruz: (...) Doğduğu, yaşadığı topraklardan bir türlü kopamayan; acılarını ve yalnızlıklarını doğayla paylaşmayı seven Ramoğlu, Of’ta bir çeşit Robenson yaşamına mahkum etmişti kendini... (...) Yazarımızdan, okurlarımızdan özür dileriz. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019 SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle