22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Osman Şahin’le ‘Bucaklar’ı ve töre terörünü konuştuk ‘Kin ve nefretin kaynağı topraksızlıktır’ İki dünya arasında gelip gidenlerin öyküsüdür bu. Bu dünyada cenneti kısa cehennemi hayli uzun yaşayanların öyküsüdür. Bir ana kuzusu, babanın burnunun sızlayan direği, evladı iken, soğuk, hınç dolu, intikam ateşiyle dolu ölüm makinesi olabilme haline yakın plandır. Onları bu hale sokanlara da öyle. Törenin her iki tarafta kurbanı olanların içgüdülerine, yüreklerinde esen fırtınalara, gelgitlere değerek kaleme alınmış bir roman, Bucaklar. Aslında gerçeğin ta kendisi Bucaklar. İnsan olma halini tüm zaaflarıyla ele alıyor. Usta yazar Osman Şahin ile yeni kitabını ve töre terörünü konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR ve aydın olarak bana, “Bunları yazmak boynumun borcuydu” dedirten bu duygudur işte. Töre... Bu dürtüyü, bu dürtüye yenik “düşürülenleri”, “neden böyle geldiğine ve manzaraya bakılırsa böyle gideceğine” yakın plan ve acı bir emsal Bucaklar. Nedir hal yolu? Öyle şehir klişesi bildik çözüm önerileri değil tabii sorduğum etten kemikten, coğrafyanın gerçekleriyle örtüşen önerilerden bahsediyorum nedir bu hal yolu derken? Ve toprak reformu konusunu da deyim yerindeyse deşmeli bu soruda yapıtınızla ilişkilendirerek? Bütün kin ve nefret duygularının temel zehir kaynağı “topraksızlık”tır. Daha fazla toprağa sahip olmak isteyen aşiretler kanla beslerler kendilerini. Kan kaynağı nasıl olsa hazırdır önlerinde ve sınırsızdır. Töre ve gelenek adı altında, Mardin’in Bilge köyünde çocuk, kadın demeden yapılan katliamda, öldürülen 44 kişinin arka planında toprak davası vardır. Ve gelecekte buna benzer olaylar yüzümüze tokat gibi inecektir daha. Çünkü sizinde belirttiğiniz gibi “şehir klişesi bildik çözüm önerileriyle” olmaz bu. Asmalımescit aydınları, TV’ler, kokakola, cep telefonu gidince oraların uygarlaştığını sanıyorlar. Dünyada artmayan, eksilen tek şey topraktır. Toprak yaşamın siyah kanıdır. Topraksız dünya olamaz. Toprağa sahip olanlar zenginleşirler, olmayanlar ekmeksiz kalırlar. Ekmeksiz, işsiz bir insan özgür olamaz. Her yerde aşağılanır. Asıl özgürlük, insanın kendi akıl bilincine, öz bilincine kavuşmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı dişe diş verilen büyük savaşlardan sonra kuruldu. Toprak ağalığı, şeyhlik gibi ortaçağ kalıntılarının ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunlar zamanında yapılmış olsaydı ne Kürt sorunu olurdu, ne de milyonlarca işsiz köylü dışlanmışlık duygusu içinde olurdu. Ama Atatürk’ün ömrü yetmedi. İsmet İnönü döneminde de İkinci Dünya Savaşı çıktı. Ardından çok partili düzene geçildi. Gericiliğin, şeyhliğin, ağalığın baş düşmanı ve Kurtuluş Savaşı’nın içerideki devamı sayılan Köy Enstitüleri kapatıldı. Böylece Kurtuluş Savaşı tamamlanamadı, yarım kaldı. Mütareke dönemine geri dönüldü. Sandık ve oy kaygısı, insan aklının, düşünmenin yerine geçti. Yüzde sekseni okuma yazma bilmeyen köylünün önüne seçim sandığını koyarsan, sandıktan Atatürk değil, tarikatlarla, emperyalizmin çıkacağı belliydi. Öyle de oldu. Toprak ağaları, şeyhler milletvekili oldular. Toprak onlarda, öbür dünyanın tekeli onlarda. Buyruk verme, kaymakam, vali, yargıç, polis, öğretmen, jandarma atamaları, tapu, vergi, askerlik işleri, tüfek, tabanca yine onlarda. Toprak ağalığı ile din ağalığı ‘Şeyhlik’, 1946 seçimlerinden beri sandıklara oy yumurtlayan dev birer tavuğa dönüştü. Sandığa yirmi beşotuz bin müridin ayet kültürüyle beyinleri boşaltılmış müridin küflenmiş paslı oyları akınca ve sandık açılınca 28 ayar altına dönüşüyor ve bunun adı da ‘milli irade’ oluyor. Ahlaksızı, hırsızı sandığa sokup çıkardığınız zaman sütten çıkmış ak kaşığa dönüşüyor. lk soruda kan davası sarmalı olan kitabınızda bir notunuz var onunla başlamak istiyorum söze: “1957’de 17 yaşımda, öğretmenliklerini yaptığım sevgili öğrencilerimin pek çoğunun öldürüldüğü acımasız kan davasını yazmak boynumun borcuydu”. Bu ağır gerçeği açar mısınız hem yazar hem Osman Şahin olarak? Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü’nde okumuş bir insan olarak şunu söyleyebilirim: Yeryüzü insanlığının en suçsuz, günahsız, temiz, meleksel insanlarının toplandığı yer ilkokullardır. İlkokulların niteliğini başka hiçbir yerde, stadyumda, camide, kilisede, sinemada, konser salonlarında bulamazsınız. Çocukluk çağı, insan soyunun ‘altın çağı’, ‘arı çağı’dır, ‘süt’ dönemidir. Çocuğa ilk vatandaşlık bilincinin, ilk toplumsallık duygusunun verildiği yerlerdir ilkokullar. Köy Enstitülerinde bize verilen eğitimde, insanları Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Alevi, Sünni gibi ‘ötekileştirme’ kavramları, karşıt gruplara bölme anlayışları yoktur. Aksine, farklılıkları kaynaştırma, bir araya getirme anlayışı vardı. Bu da bize insana ve toprağa, yaşanılan koşullara doğru bakmamızı sağlamıştır. Bucak Aşireti köyü Kalemli’de, otuza yakın öğrencimin üçte biri ağa, geri kalanı maraba çocuklarıydı. Onlara elimden geldiğince eşit davranmaya, kendilerini oldukları gibi görmeye çalıştım. Her çocuk doğanın yeni bir denemesi, yeni bir sesi ve parmak izidir. Gelişmenin, büyümenin el değmemiş simgeleridir onlar. Dostluk ettim onlarla, el ele tutuştum, lokmalarımızı paylaştık. Dağlara, nehirlere yürüdük. Taş attık. Temiz çocuklardı. Avucunuza yeni düşmüş su damlası örneği. Onlarda beni çok sevdiler. Bucaklar romanının kahramanı Adnan Bucak, o zamanlar altı yaşındaydı ve en küçükleriydi. Az ve öz konuşan, yüz hatları düzgün, güzel, ağırbaşlı ve zeki bir çocuktu. Gelecekte, doktor, mühendis, avukat, kimyager olmayı düşünüyorlardı. Ne yazık ki çıkan kan davası nedeniyle yaşamları ölümlerle, korkularla, ağıtlarla paramparça edildi. Gülüşlerindeki çocuksu Gamze Akdemir tazelik kaldı aklımda. Öğretmen İ ŞEYHLERİN ÖPÜLESİ (!) ELLERİ 1946’dan beri ülkemizde oynanan ve adına “Özgürlük, demokrasi” denilen oyunun adı budur. Partiler, aşiret oylarını alabilmek için ‘ağalıkşeyhlik’ duvarını yıkacakları yerde, o duvarları sürekli cilalamışlar, parlatmışlar, kalınlaştırmışlardır. Sur üstüne sur dikmişlerdir. Fethullah Gülen tarikatı bu surların en büyüğüdür. Öğretmenlik yaptığım 195758’lerde Mardin’in Cizre ilçesinde, yörenin en büyük şeyhi ve ağası Şeyh Seydo yaşardı. Menderes, Mardin’e geldiğinde bu şeyhin elini öpmüştür. Mardin Valisi, işlerinin çokluğu nedeniyle, şeyh hazretlerinin yemeğine katılamayınca, Şeyh Seydo, buna alınmış, Vali’yi, makamında bizzat tokatlamış sonrada elini kolunu sallaya sallaya çekmiş gitmiştir. Bu olay o dönemin gazetelerinde yer almıştır. Osman Şahin Olayı duyan Ankara, Şeyh Seydo’yu değil, Vali’yi azarlamış, gidip şeyhten özür dilemesi istenmiştir. Ne yazık ki Vali de bu isteği yerine getirmiştir. Aynı yıllarda Menderes’in Saidi Nursi’yi, Afyon’un Sandıklı ilçesinde selamladığı biliniyor. Sözüm ona bunlar demokrasi adına yapılıyordu. Böylece şeyhlerden ve toprak ağalarından gelecek olan milyonlarca oy musluğunun seçim sandığına akıtılması sağlanmıştır. Devlet onurunun, toprakların birkaç yüz kişiye tapulanmasıdır bu. Yüz binlerce, milyonlarca seçmenle konuşup onları ikna edeceğinize, gider onların şeyhi ve ağasıyla anlaşırdınız, olur biterdi. Parti başkanları koltuklarına çivi ile çakıldıkları için, parti ağalarıyla şeyhler ve ağalarla aralarında bir farkları yoktur. Milyonlarca okumasız, yazmasız, muska ve sadaka kültürüyle donanmış seçmenler, ağaları ve şeyhleri adına el kaldırırlar, oy kullanırlar. Meclisteki ‘seçilmişler’ de başbakanları adına el kaldırırlar, oy kullanırlar. Aslında kaldırılan bütün eller bir tek eldir, o da başbakanın, parti başkanlarının elidir. Böylece ‘demokrasiözgürlük’ oyunuyla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyeti, şeyhlerin, ağaların ve işbirlikçilerin, yalakaların, yani dört pençeli kargaların eline düşmüştür. Köy Enstitülerini, bağımsızlığı, Atatürk’ü ve onun ordusunu savunan pek çok büyük aydınımız ve üniversite rektörleri hapislere atılmışlardır. Bu bir karşı devrimdir ve yıllardan beri yaşadığımız, acı çektiğimiz, çok ağır bir utanç dönemidir. VER SİLAHI ÇOCUĞUN ELİNE! İki dünya arasında gidip gelenlerin öyküsü, bu dünyada cenneti kısa, cehennemi hayli uzun yaşayanların öyküsü ‘Bucaklar’ değil mi? Bu yorumunuz çok yerinde ve doğrudur. Babası, amcası, ağabeyleri, amcaoğlu ve yakın akrabaları öldürülen bir çocuk, aslında aşağılanmış, hor görülmüş bir çocuktur. Bu çocuğun silaha sarılarak gece gündüz hasımlarına karşı kin ve nefret duyguları içinde olması, yetiştiği koşullara göre doğrudur. Ülkesi saldırıya uğrayan insanların saldırgana karşı ¥ durmaya çalışmaları gibi. SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle