04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ pilmek ve ailelerini onurlandıracak şekilde yetiştirilmek yerine annelerinin gözü önünde hep bir çelişki ve vicdan olarak büyüyeceklerdir. Malibongwe’nin doğumunun anlatıldığı bölüm, çocuğun ve tecavüz uğradıktan sonra çocuk sahibi olan annenin hissiyatını anlatmaktadır: “Malibogwe Joyini, Cape Town’da, Khayelitsha’da bir klinikte doğar. Annesi onu nasıl seveceğini bilemez. Çocuğun babası polistir, bu hükümetin bir köpeğidir. Xoliswa (anne) kendinden nefret eder. Başına gelenleri anlamaya çalışır o bir kurban mı yoksa elden çıkarılacak bir mal mıdır? Çocuk onun bedeninden çıkmış zehirli bir şeydir.” Romanın sonuna eklediği kaynakçayı andıran teşekkür yazısından da anlaşılabildiği üzere yazar romanın özellikle bazı yerlerini çizgi çizgi çizmiştir. Bir ayağı topal olan Luke’un yani topal bir adamın yakışıklılığına ve cinselliğine odaklanması; Luke’un görüntü itibarıyla kaba ve hoyrat bulduğu bir kadına kapılması ve kaba da olsa bu kadının estetize edilerek Luke’un gözünden aktarılması; “kutsal” anneliğin her daim bu sıfatı taşıyamayacak konumda olduğunun işaret edilmesi ve mutlu aile tablolarından uzak sokaktaki yaşamlara odaklanması romandaki önemli tersine çevirmelerdir. Okura Cape Town’un kapılarını aralayan romanın dilinde otantik bir kırıntının, ağdalı bir acı edebiyatının yansımaları yoktur. Kendinden oldukça emindir ve okuru sarsacak kadar da kuvvetlidir. Rüyalar, kâbuslar, anılar ve geçmişte yazılmış kitaplardan yapılan alıntılar, romanın içinde her daim aralık bir kapı bulunmasını sağlar. Romanı ajitatif, boğucu ya da didaktik olmaktan alıkoyan da bu kapılardır. Son cümledeyse kapı alenen açık bırakılmıştır: “Belki bir süre, daha iyi ne yapabilirim diye düşünerek burada kalıp dinlenecek. Belki de, pırıl pırıl ışıklandırılmış bu yolun bilincinin bir parçası olarak sonsuza dek gömülü kalacak.” Belki de… ? Gül Acemi’den ‘Sükut’ Kalemi kalbinde şairden dizeler Gül Acemi’nin Sükut adlı kitabındaki şiirler sanki hiçbir insanı, hiçbir çocuğu, hiçbir bahçeyi öksüz ve yetim bırakmamak için yazılmış gibiler. Sanki Tibet’ten yeni gelmiş bir kadının nefesiyle pas tutmuş ruhlarımıza solmayan bir gül şiirleri üflüyoruz. Ë Engin TURGUT bir kalp, bir sır saklı/ Elma aşktır, hevesli bir çocuk gibi arzulu ve sonsuz...” Kitabının girişinde yer alan ‘Hayat Ağacı’nın dizeleri heves kokan bir şiir yurdu sanki. Kim bilir belki de üzülmeyelim diyedir öyle solgun dizeler kurmayışı. Şu caz sesi hayatı ve beni kucaklasın ki, eflatun bir dert benimkisi. Ben kafiye olanı çoktan yırttım, şimdi anlayana bir güzel ısırsın diye kıpkırmızı bir elma resmi çizmek geliyor içimden! Gül Acemi’nin şiirlerinde bir “keder üşümesi” var sanki! Yalnızlar caddesi soğuktur. O caddeden geçerken, ellerimiz üşümesin diye, parmak uçlarımız üzülmesin diyedir bir gülün yapraklarına kaçmak isteyişimiz. “Yalnız bir kuğunun kalbinde kırık bir lir çalar” demesi boşuna mıdır Gül Acemi’nin! Kalemini kalbine saplayarak yazıyor “kendine yaslanmış, toprağını seven bir ağaç gibi” yaşıyor olsa da hayatını, içini acıtan bir sızıyla “suyun kalbi inceldiği yerden kırılıyor” olsa da her şeye rağmen “sevinçler sokağından” geçen şiirler yazmak istiyor Gül Acemi! Gül çiçeği şiirler, küçük anılar sessizliği. Ruhunda hep bir pamuk şekeri şenliği, ışıklı bir rüya olmalı , “Üzgün anıların küllerini üfleyen” herkesi kendi bahçesine taşıyacak kadar bir imge kuşu sanki! “Kırılgan bir sincabın kalbini ” görebilecek kadar da sahici bir hakikat meleği dolaşıyor şiirlerinde… “Bir ürperti geçti göğün kıyısından / tenimle gri mavi denizin deli yeşil ağaçların arasından / Toprak koktu, ağaç ürperdi, ahengi bozmamak için sustuk...” Kimi zaman hüzünleniyor insan, ama yine de hüzün, yerini gülümseyen bir güneşe bırakıyor nasılsa? Gül bahçesine gönlü cömert bir yağmur yağmalı, yağmursuz nasıl yaşanır ki, gül yağmura değmişse bereketinden geçilmez doğanın! Belki de doğayı ve insanlığı yeniden keşfe çıkılmalı, insanlığın ve kardeşliğin coğrafyası kirlenmiş, temizlenmeli, dostluğun ve arkadaşlığın gömleği yırtılmış, yeniden dikilmeli. Ve sevginin haritası yeniden çizilmeli. Elbette ‘Bu dünya yeniden yapılmalı’! Ve dikilmeli karşısına zulmün ve karanlığın! “Hayat kısa metrajlı bir film gibidir, ben uzun izlerim. / İşleriniz hep yoğun, çok kalabalıksınız / Ben sizi yalnız beklerim...” Gölün kıvrımları zariftir, görebilene! Göl bakana ve görene başka bir şey gibi gelebilir. Söz gelimi bana ilkçağ sessizliği gibi gelir. Denizin döktüğü gözyaşı mıdır yoksa bilemem ama “Darağacında üç fidan” birden ağlasa orası göl olur gibi gelir bana! Göl hepimize bir gözünü kırparak kendi hüznüyle bakar, üzerinde nice çiçekler yüzse de! Bu şiirler göl şiirleri adeta! Gül Acemi’nin Sükut adlı kitabındaki şiirler sanki hiçbir insanı, hiçbir çocuğu, hiçbir bahçeyi öksüz ve yetim bırakmamak için yazılmış gibiler. Sanki Tibet’ten yeni gelmiş bir kadının nefesiyle pas tutmuş ruhlarımıza solmayan bir gül şiirleri üflüyoruz. Sahi ne demişti Ruhi Su: “Ne mutlu ki bize insan olmuşuz/ insan sevgisini gerçek bilmişiz/ insanın dalında açıp gülmüşüz/ muhabbet insana, insan olana.” Şiirin o büyük göğüne doğru uçmayı hiçbir şeye değişmem. Siz; durgun göllerin üzerinde yüzen ıslık sesli, kuğu yüzlü “sükut” duruşlu bir kadın olmalısınız ve içinize saplanmış o ışık hepimizi aydınlatacak kadar cömert ya; işte buna sanatın kalbi nasıl da seviniyor bir bilseniz… “Bir balığın gözünden gör beni mavi / toprağı anne, ağacı bilge gören bir çiçeğin gözünden gör beni / Kanadını güneş öpmüş bir beyaz güvercin umuduyla / Bir yıldız ışıldasın inadına karanlığa...” ? Sükut/ Gül Acemi/ Artshop Yayıncılık SAYFA 19 Nasıl Bir Çocuk?/ Ken Barris/ Çeviren: Nuran Yavuz/ Yapı Kredi Yayınları/ 186 s. ¥ Halit Bey’in Doğu açılımı Rusya ve Hindistan yolculuğu da ele alınıyor. İşte kitabın burasında sinema, dünya sineması ve Amerikan sinemasının bütün bu pay içindeki yeri hakkında geniş boyutlu bir anlatımına yer verilmekte. Okuyucu Hindistan ve Amerikan toplumlarında sinemanın, yapılan filmlerin insan hayatındaki yerini algılarken, Halit Refiğ’in dünya sinemasına bakışı ve gözlemlerini de öğreniyor. Halit Refiğ’in Avrasya dünyasının içinden çıkan en büyük sinemacılardan olan Tölümüş Okeyev’in hayatına ve ölümüne dair ele aldığı yazı, beni düşünmeye yönlendirdi. Sinema deyince aklımıza gelen Amerikan ya da Fransız filimlerinden bir başka dünyaya taşıyordu bu yazı beni. Ankara’da Kırgızistan büyükelçisi olarak bulanan Okeyev’in filmlerinin çarpıcılığını ele alıyordu. Bütün bunlara ek Halit Refiğ’in Rusya’dan Sinema izlenimleri adlı yazısı, bir Türk yönetmenin sadece Batı normlarıyla değil Doğu’ya bir göz çevirmesinin insana kattığı ya da yaşattığı farklı bir açılımı da sergiliyor. Doğruyu Aradım Güzeli Sevdim adlı kitap, Refiğ’in Oğuz Atay’a ve onun eserlerine de bir bakış açısı sergilemekte. Akıllı ve namuslu bir aydın olduğu için çok yalnızdı başlığı altında kaleme aldığı yazısında edebiyatın mihenk taşını oluşturan Atay’ı “düşüncelerinde çok üstün vasıflı, keskin zekâlı, olağanüstü bilgili ve bunun yanı sıra çocuk gibi saf bir sevgi hasreti içindeydi” diyerek tanımlar. Bu sevgi hasreti belki de Oğuz Atay’ı romanının adı gibi gerçek hayatta da onu bir “tutunamayan” olmaya yöneltmişti. Kitapta edebiyat sinema yaklaşımı sadece Oğuz Atay’la sınırlı kalmıyor, Kemal Tahir’den Attila İlhan’a, Selim İleri’ye uzanan zevkli bir yolculuk haline dönüşüyor. Kitabın sayfaları bir başka güçlü ada mimar Sedad Hakkı Eldem’e doğru açılıyor. 1978 yılında onun için yaptığı belgesel Sedad Hakkı Eldem ve Ulusal Mimarlığımız adlı eserinin mimarlık çevrelerinden gördüğü tepkileri de dile getiriyor. Eğer Halit Refiğ 50 yılı aşkın sürede yaşadıklarını, etkilendiklerini ve gözlemlerini, duygularını yazıya geçirmemiş olsaydı biz de bu geçmişten günümüze akıp gelen bu anı/ söyleşi kitabına ulaşamayacaktık. Belli dönemlere ışık tutan kitap sadece sinema, Türk sinema tarihi olarak değil, doğruyu arayıp güzeli seven Halit Refiğ’in iç dünyasına da bir yolculuk. ? Doğruyu Aradım Güzeli Sevdim/ Yayıma Hazırlayan: Irmak Zileli/ Bizim Kitaplar/ 430 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1019 ül Acemi’nin yazdığı Sükut adlı ilk şiir kitabını okurken çok sevindim çünkü şiirlerindeki o sahicilik duygusu okuyanın içine bir yara gibi işliyor. Yalanlar sokağında oturmayan şiirler yazmış, yalnızlığın bahçesine kalp çiçekleri ekmekten yorulmamış bir hali var. Sanki bir denize bakar gibi duruyor şiirlerindeki masumiyet duygusu. Üstelik gül inceliğindeki şiirleri gibi, kitabının kapak resmini de kendisi çizmiş ve kitabının içinde yine kendisinin yaptığı resimler var. Bu kitap, çok sevgili Cemal Süreya’nın yıllar önce söylediği gibi “Bir kitapta resim şart” arzusuna da cuk oturmuş. Gül Acemi’nin soyadına aldanmamak lazım. “Acemi” Acemden geliyor olmalı, yazdıkları da, çizdikleri de hiç de acemi değil! GülleGül Acemi rin görünmeyen hüzün kokan öbür yüzleri de vardır ya; göllerin üzerinde bir şiir gibi yüzen kuğular vardır ya; işte öyle uzun bir yürüyüş sonrası hayata gülümseyerek bakmak gibidir kendi bahçemizde açan şiirlerin kendine ait o vakur sessizliği. Ben gölün üzerinde yüzen bir lekeyi bile bir dizeye dönüştürebilen bir gül daha görmediydim. İçinden serçeler fışkıran şiirler yazıyor olsa da çocuk anne kalmış bir yaranın kendine tutsak bir gönül yorgunu adeta! Çam sıcaktır, nemli ve yakıcı olan/ Kavak yolculuktur, hem de en uzunundan/ Söğüt hüzündür, eğilmiş bir suya ağlayan/ Zeytin barıştır, gümüş bir sofradır, ekmeğimizi umuda bandığımız/ İncir hayattır, süt kokulu, esrik, biraz mahcup/ Nar sevgidir, her tanesinde G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle