Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D azın terimi olarak denemenin tanımı yeterince belirgin değildir. Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’üne göre, bu belirsizliği sınırlamak için şöyle bir tanım getiriliyor: “Herhangi bir konuda, kesin bir sonuca varma çabası gütmeksizin, yazarın kendi kişisel düşüncelerini, görüşlerini, genellikle bir söyleşme havası içinde işlediği bir düzyazı türü” (TÜRKÇE SÖZLÜK, Can Yayınları, 2007). Belirsizlik, kesin bir sonuç gözetmemekten, kişisel görüşlerini belirtmekten kaynaklanıyor. İnsan ilişkilerindeki sonsuzlukta, davranışlarımızın kökeninde, okuduklarımızdan edindiğimiz izlenimlerde gerçeğin ipuçlarını ararız ama, bilimsel bir kesinlik içinde gerçeğe ulaşmamız kolay değildir. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Denemenin gücü Y O zaman gerçeğin de göreceli oluşundan kuşkuya düşeriz. Tanığı olduğumuz bir olay mıdır gerçek? Yoksa o olayı hazırlayan nedenlerde mi aramalıyız gerçeği? İnsan kendini bile yeterince tanımadığı halde kendinden yola çıkar. Yaşamanın değişik boyutlarını anlamaya çalışırken kendini keşfeder. Kesin doğrular var mı? Kesin doğrulara bile kuşkuyla bakmaya çalışırken gerçeğin görünmeyen boyutlarını araştırmak olanağını bulabiliriz. Emin Özdemir’in denemeyi “Düzyazının Sorgulayan Gücü” olarak nitelemesi, kesin doğrulara bile kuşkuyla bakmayı yorumlayan bir tanım olarak değerlendirilmelidir. İNSANA BAKIŞ Eninde sonunda deneme insana bakıştır. Dünyanın gidişi, doğanın değişimi insanla anlam kazanır. Belli bir dizgeye bağlı kalmadan, düzyazının dağınık düzencesi içinde, yaşamayı yorumlamak, denemenin gücünü gösterir. Yaşlılığa doğru insanın değer yargıları anlamını yitiriyor mu, yoksa daha kemikleşmiş bir biçim mi alıyor? Yahya Kemal Beyatlı gibi umutsuzluğa düşmek gerekmez: “İnsanlar anlaşıldı, cihanın da sırrı yok. Kalsaydı terkişimde bugün tek bir altın ok, En tatlı bir hayal için atmazdım ufkuma.” İnsan, yaşlılığa doğru çekildiği yalnızlıkta kendini sınamak olanağını bulabilir. Emin Özdemir, o iç ıssızlığında kendini yeniden keşfettiğine inanıyor: “Bir başka açıdansa kendimi gözlemleme, şimdiye değin ayrımına varamadığım kimi yönlerimi keşfetmemdir” diyor (KİTAPLIK, Yargılama Düşleri, Kasım 2009). İnsan kendini keşfederken kendiyle ödeşmek gereksinimi içindedir. Böyle bir ödeşmede “düşlerin dokusuna sinen gerçekleri mi sorgularız?” Kolay üne ulaşan yazarlar vardır. Eliot’un “aptal roman” diye adlandırdığı: “sığ, yavan, okurların kösnüllük güdüsünü uyandıran, ama çok satan” bir roman yazarı, “ahkâm kesme”yi seviyor, “Ulusal Kurtuluş Savaşımızın soluğuyla biçimlenmiş ne varsa lekelemekten kaçınmıyor.” Emin Özdemir’in düş gücünden yola çıkan yargılaması; “düşünceyi öldüren, aklı körleştirici dinsel cemaatçiliğe” yakın duran yazarı, Erasmus’un düşünce dizgesiyle eleştiriyor: “Adım Roterdamlı Erasmus. Bir anımsatma için geldim yanınıza. Bilirsiniz, yaşamım boyunca bağnazlıkla savaştım ben; düşünceyi donduran katı kalıpları kırmayı amaçladım; at gözlüğü takanların, tek yönlü düşünenlerin hep karşısında oldum bu amaçla.” “Ümmetçi” bir toplumu, insanların birey olarak kişilik kazandığı çağdaş bir topluma dönüştürmek kolay değildir. Birkaç kuşağın bu yeni topluma alışması gerekir. Emin Özdemir gibi köy enstitüsü kökenli bir devrimcinin, siyasetçi ile edebiyatçının dönekliğini anlaması olanaksızdır. Kendiyle ödeşirken bu dönekliği hoş görmesi de beklenemez. DENEMENİN BOYUTU Deneme, insana bakış biçimidir, derken, sınırlarını romana dek genişletebilir miyiz? Romana da bir deneme gözüyle bakmak olanağı var mı? Milan Kundera’nın romanla ilgili tanımı denemeyle örtüşen özellikler göstermiyor mu? “Roman, yazarın itirafları değildir. Bir tuzağa SAYFA 22 düşürülmüş dünyada insan yaşamının araştırılmasıdır.” İnsana bakarken onu bir araç olarak kullanmak, hele cinselliğin simgesi gibi görmek bizi yanıltabilir. Bir ucu romana dek uzanan denemenin sınırlarını saptamak kolay değildir. Söyleşi tadında bir biçem özelliğine varmaksa, yazıya doğal bir akış kazandırmak anlamına gelir. Emin Özdemir denemenin boyutlarını tartışırken Suut Kemal Yetkin’in bir tanımını anımsatır: “Deneme, makale gibi belli bir fikri kesin sonuca bağlamaz. Bir felsefe incelemesi gibi, bir doktrinin boyunduruğu altında solumaz.” Bu belirsizlik bana hep Jacque Rigauld’nun; “Kesin de söylesem gene sormaktayım” sözünü düşündürür. O sormanın arkasında denemenin sorgulayan gücü mü var? Bu sorgulayan güç, yaşlılığın eşiğindeki Emin Özdemir’den, daha hoşgörülü olmak yerine, kesin bir tavır içine girmeyi mi, yargılayan bir kişi olmayı mı istiyor? Ama Montaigne’den günümüze doğru deneme yazarları aydınlanmadan yana oldukları için, gericiliğe ödün verenlerle savaşıma girişmek bir bakıma görev sayılır. “DÜZYAZININ SORGULAYAN GÜCÜ” Emin Özdemir’in hazırladığı “Düzyazının Sorgulayan Gücü”, deneme edebiyatına emek veren 69 yazardan seçilmiş denemelerle, denemenin boyutları üzerine düşünmemizi kolaylaştıran bir kitap (DÜZYAZININ SORGULAYAN GÜCÜ, deneme, Bilgi Yayınevi, 2009). Nesnel eleştiri, eleştirel denemeyle yoğunluk kazanır. Bir köşe yazısında bile deneme inceliği aranmalıdır. Bir anıdan, bir günlük nottan, bir gezi izleniminden, birine gönderilen mektuptan yola çıkarak denemenin derinliklerine ulaşabiliriz. Denemenin iki büyük ustası; Montaigne ile Bacon, birbirine benzemese de, birbirini tamamlayan özellikleriyle deneme edebiyatının yolunu açmışlardır. Akşit Göktürk, bu iki ustanın denemeleri arasındaki ayrımı şöyle belirtiyor: “Bacon’ın denemelerindeki anlatımda, Montaigne’nin kendine dönük, görünüşte gelişigüzel, söyleşici sesinden daha çok, kişisel olmayan, özlü, betimci, nesnel bir ses göze çarpar.” Montaigne ile Bacon’ın denemeleri arasında benzerlik olmasa da, bu ayrı bilgelikler, insanın yaşamasını anlamlı kılan özellikler içerir. Yaşama deneyimi kişiliğimizin gelişmesini sağlayabilir. Ama okudukça “aptal kitap”ları değil, insanın kendini çoğaltan kitapları okudukça, özgürlüğün anlamına daha iyi varırız. İnsanın neden okuduğunu anlamaya çalışan Nurullah Ataç şöyle bir yargıya varıyor: “Kitapların kurduğu bir uygarlık, medeniyet içinde yaşıyoruz da onun için okuyor” (Okumak). DİZGESİZ BİR YAŞAMA FELSEFESİ “Düzyazının Sorgulayan Gücü”ndeki 69 denemeci arasında edebiyatımızından 40 yazar yer alıyor: Ahmet Haşim’den Aslı Erdoğan’a kadar 40 yazar. Nermi Uygur’un dediği gibi bunların hepsi kendilerinden, yaşadıklarından mı yola çıkıyor? Denemeye bir yaşama felsefesi gözüyle de bakılabilir. Ama felsefede aranan dizge denemede aranmaz. İnsanın yaşama serüvenini de belli bir dizge içinde yorumlamak olanağı var mıdır? Zamanın bizi nerelere savuracağı bilinir mi? Fuzuli’nin ünlü beyiti belki de bu amacı açıklamaya yarayacaktır: “Bu işretgehin itmamında bir taş olmasa noksan Beni yerden yere nakleylemezdi dehr sultanı.” İnsanın kişiliğini oluşturan bir gizilgüç varsa, dünyanın daha düzenli bir dünya olması için o eksik taşı bulması, yerine yerleştirmesi gerekecektir. Belki o taştadır insanlığın kurtuluşu. Yaşamanın anlamı böyle bir inanç uğruna savrulup durmaktır belki de. Denemeciyi bir yaşama insanı olarak gören Nermi Uygur’un yorumu şöyle: “Yaşamadığı hiçbir şeyi almaz denemesinden içeri. Onun bir şey yaşaması da: O şeyle bir bağ kurması, o şeyi kendi varoluşuna uygun algı, görgü, bilgi ve duyuş esnekliğinde anlaması; gerekirse o şeyle ilgili bazı şeyler yapması; şaşma, merak, sevgi ya da tiksinme gibi davranışlarının ortamında o şeyle baş başa kalması; kendisiyle, çevresiyle, evrenle karşılaşması, işte böylesine karmaşık ve etkili bir süreçtir.” Bu karmaşıklığı kolaylaştırmak denemecinin biçem anlayışına bakar. Bir yazarı öğretici tavırdan kurtaran biçem özelliği kolay kazanılmıyor. Emin Özdemir, Ataç’ın izinde gidenlerin çalışmalarıyla deneme alanının genişlediğini, köşe yazılarına bile böyle bir biçem kazandırıldığını belirtiyor. Bu görüşünü şöyle tamamlıyor: “Aziz Nesin’in, İlhan Selçuk’un, Çetin Altan’ın, Oktay Akbal’ın kimi yazıları bu türdendir. Bunlar, denemenin bir alt türü olarak da sayılabilir.” Emin Özdemir’in başarılı birer hekim olan iki kızı vardır. Hekimler “dönek”lere bile hoşgörüyle bakmayı kişiliklerinin gereği saymışlardır. Bir hekimin düşmanı bile hastalansa, iyileştirilmesi görev gereğidir. Denemecinin biçeminde de bağışlayan, gülümsemesini bilen bir incelik vardır. Bu incelik kişiliğinin de özelliği olmak gerekmez mi? “Üslubu beyan aynile insan” denmiştir. “Düzyazının Sorgulayan Gücü”, bizi daha ölçülü davranmaya, değer yargılarımızda öfkelenmeden, yavaşça konuşmaya hazırlar. Siyasetin kirlettiği zamanı öfkeyle temizleyemezsiniz. Denemenin gücü, öfkeyi yumuşatan bir biçemle anlam kazanır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Emin Özdemir Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1032