24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Atillâ Dorsay’dan “Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna” ‘Ayaklarım yere basıyor başım ise ufuklarda...’ Türkiye’nin önemli sinema eleştirmenlerinden Atillâ Dorsay, yetmişinci yaşına ayak bastığı şu günlerde yazdığı kitaplarla gündemde. Yazdığı portrelerden derlediği Dorsay’ın Penceresinden ve Rıza Kıraç’la birlikte söyleşerek hazırlanan, Atillâ Dorsay: Sinemayı Yazan Adam… Bu kez de karşımıza gezi notlarından oluşan kitabıyla çıkıyor. Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna adını verdiği kitapta Dorsay, yurtdışına ve Anadolu kentlerine yaptığı yolculuklardan, gezilerden sonra kaleme aldığı yazıları derliyor. Kendisiyle, gezme tutkusunun başlangıcından yola çıkarak, gezdiği yerler, gezme kültürü üzerine söyleştik. neredeyse 10 yıl geçti. Bu yeni kitaptaki izlenimlerin oluşması, gidilip görülmesi de 2000’lerden sonra oldu yanılmıyorsam? Hatta pek çok ülkeyi 2000’lerden sonra gezebildim diyorsunuz, neden? Tam olarak yedi yıl geçmiş. Son yıllarda çok gezdiğim doğru. Belki zaman azalıyor önsezisi, belki fırsatların üst üste gelmesi. Örneğin Avustralya, İran veya Bosna gibi farklı ülkelere davet sonucu gittim. Festivallerde jüri üyeliği yaptım. Arada veya sonra kalıp ülkeyi gezdim. Gezdiğiniz yerlerden Hindistan’a ayrı bir önem veriyorsunuz, dikkatimi çekti? Hindistan yıllardır hayalini kurduğum bir ülkeydi. Büyüklüğü ve her açıdan çeşitliliği, dinsel ve etnik zenginliği, tarihi, kültürü, ışığı ve renkleri, başta Tac Mahal mimari başyapıtları, kadınları ve çocuklarıyla hep hayal gücümü okşuyordu. Belki biraz da perdede izlediğimiz Hint filmlerinin veya Hindistan’da geçen filmlerin de etkisiyle: Hint Rüyası, Hint Güneşi, Hindistan’a Bir Geçit, Hayber Fedaileri veya Salam Bombay gibi filmler unutulabilir mi? Ama ne zaman niyet ettiysek, bir şeyler oldu: Sih’ler Müslümanlara saldırdı veya kabileler birbirine girdi filan… Biz de vazgeçtik. Sonunda oldu ve bir hayal gerçekleşti. Ama yaşadığım şok içinde hemen yazamadım. Aylar sonra, ayrıca okuyup bilgilenerek, çok uzun bir yazı yazdım, o da doğrudan kitaba girdi. Aynı biçimde, ülkenin görüntüleri ve renkleri benim fotoğrafçılığımı da tetikledi. Kitap bir de sadece dış ülkeleri kapsamıyor, Anadolu da fazlaca yer alıyor kitapta. Gezgin olarak nasıl kıyaslamalara gittiniz? Anadolu’ya bayılırım. Dış ülkelerden ayırt etmem, kimi zaman daha yükseğe korum. Öyle bir tarih, arkeoloji, insan, mutfak ve doğa zenginliği vardır ki onda… Son yıllarda Anadolu’yu da çok gezdim, 14 kenti ziyaret ettim. Gezi yazılarınız da eleştirileriniz kadar rahatlıkla okunuyor. Artık kendinizi seyahat yazarı da sayıyor musunuz? Sahte tevazuya gerek yok, elbette. Mimar olmam, tarih ve arkeoloji merakım, mutfak zevkim ve başka şeyler, gezi yazarlığı için gereken şeyler. Zaten sinema gibi çok daha entelektüel bir konuda kendisini 40 yıl boyunca okutmuş bir yazarın gezi yazıları niye okunmasın ki? Sizin bu kitabınızın öncesinde, Dorsay’ın Penceresinden ve Rıza Kıraç’la birlikte söyleşerek hazırlanan, Atillâ Dorsay: Sinemayı Yazan Adam kitaplarınız yayımlandı. Bir de, geçen sohbetimizde yayıma hazır bekleyen şiir dosyanızdan söz ettiniz! Hatta bu gezi kitabının önsözünde belki de kurgu metinlerle karşımıza çıkabileceğiniz bilgisini veriyorsunuz, var mı çalışmalarınız, söz eder misiniz rica etsem? O kitaplar ayrı konuşmaları hak ediyor. Üçü bir arada çıksın mantığını değil. Üçünün de art arda çıkması raslantı oldu. Gerçi bunda benim de özel bir katkım olmuş olabilir. Çünkü, malum olduğu için söylüyorum, 70. yaşımı kutluyorum. Belki ben bile farkında olmadan, bunu kendimce kutlamak ve aynı biçimde, kendime ve kamuoyuna hâlâ nasıl üretken, nasıl enerjik, nasıl ‘genç’ olduğumu kanıtlamak istemiş olabilirim. Öyle mi oldu dersiniz? Kesinkes bilemiyorum. Ama neyse, bunların her biri farklı zamanlarda tasarlanmış, kendi varoluş nedenleri olan kitaplar. “Dorsay’ın Penceresinden: Kültür ve Sanat Hayatımızdan Portreler” (Remzi Kitabevi), yıllardır tanıdığım, kimi zaman üzerlerine yazdığım, kimi zamansa yazamadığım 50 kadar sanat insanı portresinden oluşuyor. Ama sanat insanı çok genel bir deyim. Çünkü Yılmaz Güney, Onat Kutlar, Türkan Şoray, Yıldız Kenter, Gülriz Sururi veya Sezen Aksu gibi kimselerin tartışmayacağı isimlerin yanı sıra, Vehbi Koç’tan Ali Koçman’a, Çelik Gülersoy’dan Vitali Hakko’ya, Nejla Ateş’ten Günseli Başar’a, hatta Yeni Melek Sinemas’ından Rüya Sineması’na çok farklı isimler de var. Çünkü onlar da benim dostlarımdır, onlar da benim hayatımızı ektiledi ve sonuç olarak, kültür hayatımıza önemli birer taş ekledi. Sinemayı Yazan Adam (Say Yayınları) ise Rıza Kıraç arkadaşımın benimle yaptığı uzun söyleşilerin bir sonucu. Bir tür Atilla Dorsay tarihçesi. Yıllardır beni okuyanların, beni sevenlerin okumasını dilerim. Benden nefret edenlerin de… Çünkü Rıza’nın sorularıyla öylesine ağzımı açmış, öylesine açık konuşmuşum, kendim üzerine öylesine itiraflarda bulunmuşum ki, beni sevmeyenlerin değirmenine de çok su taşıyabilir bu kitap!.. Ama neyse, olan olmuş. Pişman değilim. Bu benim için çok kişisel bir kitap, üzerine çok konuşmak istemiyorum. Başkalarının konuşmasını yeğlerim. Gerisi artık bizzat yazacağım anılarımda… Bildiğim kadarıyla bir de şiir dosyanız vardı, halihazırda yayımlanmayı bekleyen? Evet, hazır bekleyen bir küçük şiir kitabım da var. Onu bu kargaşaya sıkıştırmak istemedim. Yakında, olabilecek en mütevazı biçimde, sessizsedasız çıkacak. Diğer projelerimden söz etmek içinse çok erken. ? Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna/ Atillâ Dorsay/ Turkuvaz Kitap/ 190 s. Ë Erdem ÖZTOP tillâ Bey, yeni kitabınız Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna, gezi notlarınızdan oluşuyor. Bir sinema eleştirmeninin gözünden gezmek, bu tutkunun başlarına gidelim isterseniz… Nasıl ve ne zaman başladı gezme tutkusu sizde? Herhalde 18 yaşındayken birincilikle bitirdiğim okulum (Galatasaray) beni 15 günlüğüne Paris’e, Alliance Française denen bir kuruluşa yollayınca başladı. O yaşta Paris’le tanışmak büyük bir ayrıcalıktı. Sonra en çok sinema yazarlığım beni yolculuklara çağırdı: 60 sonlarında Türk Sinematek Derneği adına Bulgaristan ve Romanya, 1970’te ilk Cannes, 1978’de ilk Berlin şenliğim. 1974’de Transilvanya gemisiyle tüm bir Akdeniz’i kapsayan balayı yolculuğum ve sayısız ülkede festivaller... Sinemayla uğraşınız ne gibi etkiler sağladı bu tutkuya? Onu söylemek zor. İlla da birbirini tamamlayan tutkular değil bunlar. Tersine, sinema yazan dostlarımın çok fazla gezdiklerine tanık olmadım. Benim gibi isim yapıp çok davet alan ve sonunda oradan oraya savrulan kimi yabancılar dışında… Çünkü sinema insana öylesine hayal ufukları açar ki, bir salonda ve şimdilerde evinizde çok mutlu olabilirsiniz. Aslında bende baştan beri bu iki yan var oldu. Yani, ben sinema kadar hayatın kendisini ve fiziksel deneyimleri de seviyorum. Ayaklarım yere basıyor, başım ise ufuklarda vaziyeti!.. “ZAMAN AZALIYOR ÖNSEZİSİYLE SON YILLARDA ÇOK GEZDİM” Peki, yola çıkışlar nasıl oluyor? GiSAYFA 10 A deceğiniz yerleri nasıl belirliyorsunuz? Kitapta da belirttiğiniz üzere, gittiğiniz yerlerin bazıları iş, bazılarıysa sadece gezmek için... Uzun süre sadece festivaller için yapılan davetlere göre ayarladım, gezi programını… Zaten yılda iki büyük festival vardı, hâlâ da var: Cannes ve Berlin. Geri kalan zamanda artık ne çıkarsa... Ama son yıllarda çok görmek istediğim ülkeleri acente turlarıyla geziyorum. Örneğin Hindistan… Gerçi orada da festival vardı: Yeni Delhi. Ama temmuz ayında!.. Birkaç kez davet aldım, ama gidemedim, aşırı sıcaktan korktum ve sonunda Mart 2008’de harika bir turla gezdim. En son Norveç gezisi de öyle oldu. Ünlü fiyortları kıyıyı izleyerek, gemiyle görme idealimiz vardı. Bir turla gittik, çok da memnun kaldık. Ve tabii şu cümle: “Hep gitmek isteyip de sonunda gidebildiğim ülkeler…” Evet, Hindistan ve Norveç öyleydi. Ama daha var. Eşimle birlikte Latin Amerika’yı, Brezilya, Arjantin ve Şili’yi görmeyi çok istiyoruz. Bir de Asya var. Gerçi Japonya, Hong Kong, Singapur ve Tayland’ı gördük. Ama sırada daha Çin, Kamboçya, Vietnam gibi ülkeler var. Sonra artık herhalde evimde otururum!.. Sizin için neden Madrid ve Barselona dışında İspanya hep bir rüyaydı örneğin? Temel bir nedenden: O yörelere Endülüs derler, biliyorsun ve hem Yahya Kemal’in o ünlü “Endülüs’te Akşam” şiirinin çağrısı hem de oradaki İslam uygarlığının görkemli eserlerini yerinde görmek beni çok çekiyordu. O da bir davetle gerçekleşti: Granada Üniversitesi’nden aldığım Türk sineması üzerine bir konferans davetini kabul ettim ve sonra, kendi becerimizle tüm Endülüs’ü dolaştık otobüslerle… İlk gezi kitabınız Yaşam ve Ölüm Kentleri’nin yayımlanışının arasından CUMHURİYET KİTAP SAYI 1032
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle