05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ tükleri söylenenler gökten inmediler ki! Onların kumaşında kimlerin ilmikleri vardı?” İkinci Yeni’yi şiirimize katkıları olmuş bir yenilik hareketi olarak görenler, 1960’larda silinip gitmiş bu hareketle 12 Eylül baskı dönemi arasında Özer’in kurduğu bağı onaylamayanlar Günlük’te sert eleştirilerin hedefi: “Toplumcu şiirle ilişkisi ya hiç olmamış ya da sonradan bu ilişkiyi sürdürememiş, hattâ ona karşı çıkmış (Mehmet H. Doğan gibi) kimselerin İkinci Yeni’ye bakarken göremediği, görmek istemediği sapma/saptırma üzerinde durulmalı. Türk şiirinin modernizmi olarak bakanların, niye bu bakışı benimsedikleri ayrıntılarıyla ortaya konmalı. Özellikle Mehmet H. Doğan ile Memet Fuat’ın gelişim çizgileri bilinir kılınmalı. (Hasan Bülent Kahraman gibilerini bu açıdan ele almaya gerek yok. Hele sonraki kuşaklardan Orhan Koçak gibilerini.) İkinci Yeni Dönemeci dedikleri şey, Türk şiirinin yenileşmesiyle mi tanımlanmalı, yoksa bu şiirin ana damarı olan toplumcu yazışın önünü kesmesiyle mi?” ağır eleştiriler yöneltti. Örneğin günlüğünde Ece Ayhan için söyledikleri şunlar: “1950’lerdeki görüntüsü, sürekli öne çıkmıştı kafamın içinde. Birlikte olduğumuz, yola çıktığımız günlerdeki görüntüsü. (...) Şiirini de arkasında karmaşık ilişkilerin yer aldığını düşündüren, hiç açık kapı bırakmayan kunt bir yapıya doğru sürükledi. 1970’lerin başında yakaladığı, insanla ve toplumla ilişki düzleminden hızla uzaklaştı. Her şeyi reddeden bir yürüyüşün ardından hiçbir nitelemeyi kabul etmeyecek yaşamasız bir noktaya vardı.” BEZİRCİ’NİN SEÇKİSİNE EKLENEN YENİ TUĞLALAR “Yoğunlukla yaşadığım iki şey öne çıkıyor. Biri, Asım Bezirci’nin Dünden Bugüne Türk Şiiri seçkisiyle ilgili çalışmalar. Öteki, okullarda yaptığım söyleşi ve imza günleri.” diyen Kemal Özer, aylarını aldığını anlattığı seçki çalışmalarını şöyle tasarlamış: “Üç aşama düşünüyorum. Birincisi, eldeki baskıyı yanlışlarından arındırmak. İkincisi, ilk baskıdan sonraki gelişmeleri yansıtmak. Üçüncüsü, seçkiye kaldığı yerden günümüze taşıyacak ekleri yapmak. Bu arada, Asım’ın yaptığı seçime, bölümlemeye bağlı kalarak, boşlukları doldurmak (örneğin yaşamöyküleri, dönem değerlendirmeleri vb.) doldurmak.” Yaptığı işlerin tümünü pek beğendiğini anlatan Özer’e, bu çalışması da doyurucu görünmüş. Oysa seçkinin örneğin divan şiiriyle ilgili cildinde sayısız yanlış, olduğu gibi kalmış, üstelik ozan bunlara yenilerini de eklemiştir: Bezirci, divan ozanlarının şiirlerini ana kaynaklardan derlememiş başka antolojilerden olduğu gibi aktarmış, yeniözgün seçimler yapmamış, farklı incelemecilerin, farklı çevri yazımlarını bir araya getirmiştir. Bu karmaşa Özer’in yeni düzenlemesinde de olduğu gibi kalmıştır. Onun eklediği yaşamöyküleri, konuya yabancı olmasının bütün sakıncalarını taşımaktadır. “Bulunamamıştır” dediği bilgiler sıradan el kitaplarında yer almaktadır. Aynı ozana farklı yerlerde farklı adlarla yer verilmiştir vd. Ne var ki Özer, yaptığı çalışmayı çok beğenmiş: “Dünden Bugüne Türk Şiiri seçkisine yazdığım genel görünüm çalışmasını okumak beni epeyce heyecanlandırdı. Bunca aradan sonra yeniden ve dikkatlice okuyunca gördüm ki, çizdiğim genel görünüm hem kapsayıcı hem akıcı. Böyle bir çalışmayı başarılı kılmak o denli kolay değil ve ben (şimdi nasıl yaptığıma şaşıyorum) altından kalkmışım bunun. Benzeri çalışmaların dümen suyunda kalmadan, yeni bakışlar ve savlar getirerek hem de.” Ne var ki düzeltmeler, eklemelerle yeniden yayına hazırladığı seçki, Kemal Özer’in başına bir iş de açmış. Anlatıyor: “Dünden Bugüne Türk Şiiri’nde yer verdiğimiz Murathan Mungan dava açmış, büyük paralar ödememizi istiyor. Dava dilekçesinde, yaptığımız işi düşünsel bir emek harcamadan yaptığımızı, antolojinin eğitim ve öğretime katkısı bulunmadığını ileri sürüyor.” İsa Çelik’in benzer bir davranışı da Özer’i iyice kızdırmış: “İsa, İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle kitabımda yer alan fotoğrafları için ücret istemeye kalkıştı ve fotoğrafların yeniden yayımlanması için benden yazılı bir ‘taahhüt’ istedi. En çirkini, kendisini bugüne dek sömürdüklerini düşünüyor ve beni de bu sömürgenler arasına katıyordu.” EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN GÖRÜNTÜLER Bütün yaptıklarını beğenen, kendin den daima hoşnut Kemal Özer, çevresine eleştirici bakışlar yöneltiyor. Şiir kitapları olan bir öğretim üyesi için söyledikleri şunlar: “Hevesli; ama o ölçüde yeteneksiz bir adamın, hem edebiyat dersleri vermesi, hem de böylesine kötü karalamaları şiir sanması, akıl alır gibi değildi. Çeşitli mesleklerden, duygulandıkça kalemi eline alan öteki hevesliler ne kadar alçakgönüllü ise, onun yaklaşımı o kadar sorumsuz ve haddini bilmezdi. On dört kitabı vardı ve okuduklarını dinledikçe, insanın kulaklarına inanası gelmiyordu.” Üyeleri arasında yer aldığı bir seçiciler kuruluyla ilgili olarak anlattıkları da şöyle: “Üyelerden birinin işi o denli başından aşkın ki, katılanları okumadan geldiği apaçık. Bir başkası, gözlerindeki rahatsızlık okumaya artık izin vermediği için zaten bağışlanmasını diliyor; ama nedense kurulda kalmayı sürdürüyor. Geriye kalanların biri boncuk dağıtmaya yatkın. Bu yıl hangi rüzgâr onlara yön verir bilinmez.” YOLCULUKLAR Güncesine “Günlerle Yolculuk” adını veren Kemal Özer her birkaç sayfada başka bir yere, sık sık da yabancı ülkelere gittiğini anlatıyor. Anlattıkları arasında yabancı eşinin Londra’daki aile çevresi geniş yer tutmakta. Özer’in eşi İsviçre’de yarım yüzyıl önce kaldığı bir oteli unutamadığını anlatmış. Arayıp bulmuşlar. İşletmeci, neredeyse hiç değişmeyen otelin eski sahiplerinin yakınıymış. Yurtdışına da benmerkezci kişiliğini taşımış görünen yolcumuz, uğradığı hayaal kıırıklığını anlatıyor: “Bunca yıl sonra iz sürmek için buralara gelmemiz, işletmeci hanımda ancak yarım bir gülümsemeye, yüzünde birkaç çizginin oynamasına yol açtı.” Gençliğinden beri Bulgaristan’a gidip gelen, orada o zamanlar gördüklerini pek beğenen ozanın, Sovyet İmparatorluğu çöktükten sonraki Sofya yolculuğunun izlenimleri, geçmiş döneme sanki bir ağıt! “Eski gelişlerimde, daha sınırdan geçer geçmez bir canlılık başlardı. Geçilen her yerde bir kalabalık. Çalışanlar doğrulup trene el sallardı Şimdiyse tarlalar bomboş. Tek tük çalışanlar ise sanki tren yolunda devinim yokmuş gibi ilgisiz. Bu ürkütücü ıssızlık, fabrika yapılarını gördükçe daha da koyuluyor. Bir zamanlar çift vardiya çalışılan yapılar şimdi delik deşik. (...) Ülkenin derisini yüzmüşler sanki. Yıllarca biriktirdiği ne varsa elinden almışlar. İnsanlar çırılçıplak kalmışlar, anlamı yok edilmiş bir dünyada. Onun için sokağa bile çıkmıyorlar. Bu anlamsızlığı daha yakından görmemek, daha yakından yaşamamak için.” * Kemal Özer’in günlüğünde edebiyatımızın dokuz yıllık kesitiyle karşılaşmak, şiire yarım yüzyıl emek vermiş bir edebiyat adamının görmüş geçirmiş, hoşgörülü değerlendirmelerini öğrenmek isteyenler, aradıklarını bulamayacaklar. Ozanın kaleminden kendi kuşağının yansız eleştirisini okuyamayacaklar. Şiirimizde yeni oluşumların deneyimli bir gözle ele alındığına tanık olamayacaklar. Genç ozanların taze yapıtları karşısında birikimin yankısını duyamayacaklar. Yalnız kendi yapıtını, yalnız kendi görüşlerini önemseyen ozanın kendisini, kendisini, kendisini bulacaklar... ? (1) “Günlerle Yolculuk”, III, Hayal Yayınları, Eylül 2009/ I: 240 s.II: 240 s. SAYFA 17 ŞİİRİN USTALARI Kemal Özer kendisinin 1970’lerde bağlandığı, 40 yıl boyunca da geliştirip yenileştirmeye gerek görmediği şiir yolundan başkasını tanımıyor. Şiirimizin ustalarından pek çoğuna soğuk bakıyor. Onlara yönelttiği eleştirilerde ölçüyü kaçırdığı oluyor. Örneğin ona göre Melih Cevdet Anday, “şiirsellik şansı olmayan, akılla/zekâyla okunası bir şiirden başka ufku olmayan” bir ozandır! Onu Garip üçgeni içinde şöyle değerlendirir: “Orhan Veli’nin öncülüğü, yol açıcılığı onda yoktu. Oktay Rifat’ın ozanlık kumaşı da.” Anday’ın toplumsalcı şiirden uzaklaşmasını Özer’in, “Yan yana” kitabıyla ilgili kovuşturmaya bağladığı görülüyor. “Kolları Bağlı Odysseus” kitabının ozanına, şiirindeki değişimin, “açık, anlaşılır, öyküleyici şiirden niye hermetik şiire doğru olduğunu” sormuş. “Hırçınlığı ve geçimsizliği, hattâ densizliği(!)”ni vurguladığı ozan, birkaç gün sonra telefon ederek Özer’i başka bir soruyla yanıtlamış: “Bana hain mi demek istiyorsun?” Arif Damar’a da bir özeleştirisi nedeniyle eleştiri okları yağdırmış Kemal Özer. 40 Kuşağı adına konuşarak Damar’ın söyledikleri şunlar: “Şairlik salt politik etkinlik değildir. Bizim için o yıllarda politik etkinliğin tartışılmaz üstünlüğü vardı. Yanlış bakıyorduk. Gerçek şu: Bir şiir, ilkin şiir olarak kendini kanıtlamak zorundadır. Biz bunu yapamadık, az ya da çok yapmışsak bile sürdüremedik, süreklilik sağlayamadık.” Özer kendisinden on yaş büyük meslektaşının politikayla şiir arasında ayrım gözetmesine kızmış olmalı. Belki de asıl kızdığı, Damar için ileri sürülen, “İkinci Yeni şiirine gerçek değerini vermeye çalışır. Şiirlere ve şairlere önyargıların acımasızlığıyla değil, yaşamın canlılığı içinde yaklaşır.” yolundaki bir değerelendirmedir! Damar’ın özeleştirisini, “Kendi tatminsizliğine çıkış yolu ararken yanlış kapı çalmakla, kendi kuşakdaşlarına sözcülük etme yetkisini vehmederek eşik aşındırmakla eşanlamlı.” diye mahkum etmiş Özer. İKİNCİ YENİ Kaynaklar, Kemal Özer’i İkinci Yeni akımı içinde değerlendirir. Şiirimizin dikkatli tanığı Behçet Necatigil, “İkinci Yeni’lerin en çok sözü edilen Kemal Özer’in şiirlerinde, uzak çağrışımların izinde yürümekle çözülebilecek gizli bir bütünlük kaygısı seziliyordu.” demektedir. Özer kendi çizgisini değiştirdikten sonra İkinci Yeni şiirinin temsilcilerine CUMHURİYET KİTAP SAYI 1032
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle