05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Ümit’le ‘Babı Esrar’ üzerine ‘Yazarın asıl görevi eleştirel bakmaktır’ Babı Esrar, Londra’daki bir sigorta şirketinde çalışan Karen Kimya’nın, yıllar sonra işi nedeniyle doğduğu yere, Konya’ya dönüşünü anlatıyor. Karen’ın Konya’da geçen geceleri, okuru Mevlânâ ile Şems’in dönemine, Şemsi Tebrizi cinayetine götürüyor. Roman, Karen’ın, bir anlamda kendini bulmak için çıktığı yolculuğunun bitiminde son buluyor. Ahmet Ümit’le yeni kitabını konuştuk... Ë Mehmet ÇAKIR eden Şemsi Tebrizi cinayeti? Üç yıl kadar önce Konya’ya gitmiştim. Bir Mevlana türbesini gördüm, bir de Şems’in türbesini. Şems’in türbesi Mevlana’nınkine kıyasla son derece alçakgönüllüydü. Şems’in Mevlânâ’nın şeyhi olduğunu bildiğim için bu durum ilgimi çekti. Sonra okuduğum kaynaklardan Şems’in öldürüldüğünü, yedi kişi tarafından öldürüldüğünü, öldürenlerden birinin de Mevlana’nın ortanca oğlu Alaeddin Çelebi olduğunu öğrenince ilgim arttı. Okudukça, bu ilginç hikâye dışında iki nokta daha dikkatimi çekti. Birincisi, ‘Halk İslamı’yla ‘Resmi İslam’ arasındaki fark; ikincisi, Batı düşüncesi ile Doğu düşüncesi arasındaki fark. Dolayısıyla hem olay kurgusal açıdan çok çarpıcı; Mevlana ve Şems’in temsil ettiği Halk İslamı, Kalenderilik ya da Heterodoksi İslamı da içerik açısından çok çarpıcı... Aynı zamanda Batı’nın pozitivizmi ile Doğu’nun mistisizminin karşıtlığı da yine büyük bir zenginlik teşkil ediyordu. Tüm bunlara bakarak kitabı yazmaya karar verdim. hep Batı’ya dönük. Tasavvufu eleştirme isteği nasıl doğdu? Ben bir yazarım ve yazarın asıl görevi her şeye eleştirel bakmaktır. Biz muhalifiz. Tasavvufun aksayan pek çok yanı var. Örneğin, tasavvuf, bu dünyayı, yaşadığımız dünyayı bir suret kabul eder, gerçek değil der; gerçek olan perdenin arkasındaki dünyadır ve bu dünyada yaptığımız her iş aslında orası içindir. Bu, dünyadaki savaşları önemsemeyeceksin demektir, yoksulluğu, sömürüyü, açlığı da önemsemeyeceksin demektir. Bu da eleştirilecek bir yan. Öte yandan, insanı tinsel açıdan olgunlaştırdığı için olumlu. Hayatın sadece karın doyurmaktan, lüks evlerden, lüks arabalardan, herkesin egomuza saygı göstermesinden oluşmadığını göstermesi açısından çok önemli. Ama tasavvufa bakarken göklere çıkaracak halim yok. Aydın tavrının arkasında kuşkucu bakış olduğuna inanırım; eleştirel bakması gerektiğine inanırım. Böyle bir edebiyat yanlıştır. Ben sorular sorarım, yanıtlar vermem. Sorular okuru harekete geçirir, okur da araştırıp karara varır. Yer yer mistik ve fantastik öğelere yer vermişsiniz. Bu şüphesiz, Mevlânâ’yı anlatmanızdan kaynaklanıyor. Peki başka türlü olamaz mıydı? İki türlü de olabilirdi. Bir, tümüyle mistik bir anlatım olabilirdi; iki, tümüyle bir polisiye olabilirdi. Ama bu, anlattığım konunun özüne uygun olmazdı. Bu anlatım, çok katmanlı bir anlatım. Romanı, ilk sayfasındaki şiirsel bölüm gibi tamamıyla mistik yazabilirdim. Yahut Karen Kimya gelir düz bir maddi soruşturma yürütürdü. O zaman bu kadar etkili olmazdı. Romanlarınıza şiirsel metinlerle başlamayı seviyorsunuz, neden? O bölüm, kitabın önsözü gibi. Bir buçuk sayfalık o bölüm, tüm romanın duygusunu içeriyor ve ben romanı yazarken hep bu duyguyla yazdım. İşte bu duyguyu bir yere kaydetmeyi seviyorum. Belki de şiir yazdığım zamanlardan kalmadır… Bir romanınız dışında anlatıcı hep erkekti. Bu romanınızda bir kadın anlatıcı seçmenizin nedeni nedir? Öncelikle kadının var olması, varlık göstermesi çok hoşuma gidiyor. Kadınlar, toplumda yeterince varlık gösteremediği için, romanlarımda kadınları çok güçlü çizerim. Patasana’da Esra güçlü bir kadındır, Kavim’de Zeynep, Ninatta... Kadınların hayatta da güçlü olmasını istiyorum ki ben rahat edeyim. Onlar güçlü olursa, biz erkeklerin işi çok kolaylaşır. Sonra, romanda iki erkek var: Mevlânâ ve Şems. İki erkeği bir başka erkeğin gözünden anlatmak çok erkeksi. Edebi kaygının diğer romanlarınıza kıyasla polisiye öğelerinin çok çok önüne geçtiği görülüyor Babı Esrar‘da. Polisiyeden biraz uzaklaşmak mı istiyorsunuz? Hayır. Bunun ardından bir polisiye roman gelecek, hatta düpedüz bir polisiye. Uzaklaşmayı düşünmenin tersine, polisiyenin daha yetkin olması gerektiğini düşünüyorum. Klasik anlamda polisiye tanımını anlayabilmiş değilim. Bu, çok tartıştığım bir konu. Polisiye dendiği zaman insanların kafasında uyanan düşünceyle benim kafamdaki aynı değil. Babı Esrar’daki edebi yetkinlik, eğer varsa, deneyim sahibi olmaktan kaynaklanıyor. Yoksa bütün polisiyelerde edebi kriterler benim için birinci derecede önemli. Öncekilerde az olması beceriksizliğimden olabilir. Polisiyeden neden uzaklaşmadığımı da söyleyeyim: Namuslu konuşmak gerekirse, edebiyat benim için mutluluk kaynağı, çok eğleniyorum. Yazarken, öncesinde araştırırken çok şey öğreniyorum. Bir sürü yer geziyorum, kitaplar okuyorum... Bir çocuk heyecanıyla hayatı anlamaya çalışıyorum. Yazmak da ayrı güzellik; yaşamaya başlıyorum. İlişkiler, aşklar, sevinçler, ölümler.. bunların hepsini yazarken yaşıyorum ve en iyi de polisiyeyle yaşıyorum. Seviyorum. Sevdiğim işi de edebi olarak kendime göre en iyi nasıl olursa öyle yapmaya çalışıyorum. Formülüm bu. ? N OKUMA VE GEZME Nasıl bir hazırlık çalışması yürüttünüz? ‘Okuma’ ve ‘Gezme’ diye iki başlık altında toplayabiliriz. Gezi, üç kez, Konya’ya... Sultan Selim Camii’nin karşısındaki bir otelde kaldım; kitapta Karen Kimya’nın kaldığı otel. Konya’nın havasını kokladım: İklimi nasıldır; güneş nasıl doğar, nasıl batar; sokakları nasıldır?.. Tabii bir de türbeler, Şems’in ve Mevlana’nın türbesi... Okumalara gelince... Aslında birinci elden okumalar yapmaya çalıştım. Çünkü somut bir insanı yazdığım zaman çok büyük sorumluluk duyuyorum. O nedenle daha çok Mevlana’nın kitaplarını; Şems’in Makalat adlı kitabını ve Mevlana üzerine yazılmış, ailenin de onayladığı kitapları, örneğin, o dönemde yaşamış biri olan Ahmedî’nin risalesi ya da Mevlana’nın büyük oğlu Sultan Veled’in Velednâme’si, Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi’nin Ahmed Eflaki’ye yazdırdığı Ariflerin Menkıbeleri... Bunlar esas kaynaklarımdı. Sonra, on üçüncü yüzyılda Konya nasıl bir yerdi, Selçuklu nasıl bir devletti, o dönemin ve öncesinin önemli olayları nelerdi?.. Bunlara dair kitaplar okudum. Somut bir insanı yazarken büyük sorumluluk duyduğunuzu söylediniz. Bu sorumluluğu açıklar mısınız? SAYFA 6 Bu elbette benimle ilgili bir durum. Ben, KARARI OKUR VERMELİ... devrimci bir insanım. On dört yaşında sol ha Bu eleştirinin niteliği nasıl olmalı? rekete katıldım ve dünya görüşüm bu yön İki eleştiri akımı vardır: Eleştirel Gerde şekillendi. Bunun kişiliğimdeki yansıçekçilik, Toplumsal Gerçekçilik. Eleştirel ması sonucu, başkalarına zarar verdiğimde, Gerçekçilik eleştirirdi ama model gösterincittiğimde mutsuz oluyorum. O nedenle mezdi. Toplumsal Gerçekçilik, eleştirirdi yazarak da olsa yaşayarak da olsa bundan ve model olarak sosyalizmi gösterirdi. Bana uzak durmaya çalışıyorum. Yaşayan biri eleştirel gerçekçilik daha yakın geliyor. Bir hakkında yorum yapmak, yargılarda buyazarın geleceğe dair toplumsal öngörülerlunmak, analizlerde bulunmak benim hakde bulunması, ütopik öngörülerde bulunkım değil. Her yaşam kutsaldır ve kutsal ması iyi değil. Bugün doğru saydığımız, bir olana ben karışamam. Babı Esrar’ı yazaryıl sonra doğru olmayabilir. Dolayısıyla yaken de buna çok dikkat etmeye çalıştım zarın, var olan durumu eleştirmesi, olumama birilerinin bu önemli damarı anlatması suz yanlarını sergilemesi ve sonuçta okulazım; çünkü Mevlana hâlâ turistik düşürun, bu eleştirilerden yola çıkarak doğruyu nülüyor Türkiye’de. kendisinin bulması gerekir. Tabii ki yazarın Romanı, bugünde geçen bir kurgu üzeda bir görüşü var. Bu romanda örneğin, rine şekillendirmenizin amacı nedir ve o benim karakterim Susan; görüşlerimi anlakurgunun karakterlerini oluştururken neletan karakter. Ama tasavvufun da Susan’ın re özen gösterdiniz? da nesnel bir şekilde anlatılmasına inanı Bu roman, tasavvufu anlatan bir rorım. Okur, romanın sonunda kararını kenman. Tasavvufun da özellikle heterodoksi disi vermeli yahut araştırmaya devam etmetarafını anlatan bir kitap. Bu romanı sadece li. Ben, Susan haklıdır, bunun da doneleri Şems’in Konya’ya gelişini ve Mevlana’yla şunlardır, dediğimde okuru rahatlatırım. ilişkisini anlatarak yazmak da mümkündü. Bu bir tür akıl vermek, ders vermektir. Ama o zaman tasavvufu eleştiremezdim. Bu şekilde hem tasavvufu eleştirme şansına sahip oldum, hem de Batı dünyasını eleştirme şansına. Bu kurguyu oluştururken Batılı bir karakter, aslında Batı ile Doğu arasında sıkışmış bir karakter seçtim: Karen Kimya. Babası bir Mevlevi, Poyraz Efendi. Annesi, eski bir hippi, hâlâ protest Susan. Karen’ın bir de sevgilisi var, Nigel, yetenekli bir kalp cerrahı, kazancı çok iyi. Karen, Susan ve Nigel, Batı dünyasını anlatıyor ama parçalı olarak. Bir yanda Karen ve Nigel, sadece para kazanalım, hayatın tadını çıkaralım, hiçbir sorumluluk almayalım diyen birileri; bir yanda da Susan, Batı’nın yarattığı devrimci biri, tükettiğinin yerine yenisini koymak gerektiğini düşünen ve ilerlemiş yaşına rağmen protesto gösterilerine katılan biri, çağımızın dervişi. Onu yarattım çünkü tasavvufun hem olumlu yönlerini sergileyecek, hem de onu eleştirecek bir karakter olmalıydı. Türkiye Doğu’ya yakın mı, Doğulu mu? Ahmet Ümit romanının hazır Doğulu demek daha doğru lığı sırasında üç kez Konya’ya ama biz İran değiliz, Hindistan da gitmiş... değiliz; Rusya gibiyiz, Doğulu ama Babı Esrar/ Ahmet Ümit/ Doğan Kitap/ 394 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 982
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle