24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Zehra İpşiroğlu’ndan iki kitap: Öteki Dünya ve Özgürlük Yolları Toplumsal cinsiyetin halleri Zehra İpşiroğlu’nun son aylarda Almanya’da ve bizde iki kitabı yayımlandı: Deneme yazılarını ve minimalist öykülerini topladığı “Eine Andere Türkei”, (Öteki Türkiye) (Brandes und Apsel Verlag) Almanca olarak çıktı. Çok daha geniş bir okuyucu kitlesi göz önüne alınarak hazırlanan röportaj/öykü kitabı “Özgürlük Yolları” ise Çınar Yayınları’ndan çıktı. “Özgürlük Yolları”nda Almanya’daki üçüncü kuşak göçmenlerin çalkantılı yaşamlarını, yazar kendi bakış açısından öyküleştirerek anlatıyor. Kitapta gündeme gelen sorunlar, gençlerin bizde yaşadığı sorunlarla büyük ölçüde örtüşüyor.”Öteki Türkiye”de ise yazar çağdaş Türk edebiyatı ve tiyatrosunun zengin bir panoramasını çiziyor. İpşiroğlu ile bu çalışmalarını konuştuk. Ë Mine ERSİN er iki kitabınızın da ağırlık noktasını toplumsal cinsiyet oluşturuyor. Toplumumuzun her katmanında geçerli olan ataerkil yapılanmaya yoğun bir eleştiri getiriyorsunuz. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Cumhuriyet devrimleriyle birlikte kadına tanınan haklardan yararlanabilenler biliyorsunuz ki sadece belli bir burjuva kesim, kadın erkek eşitliği düşüncesi bir türlü tam yaygınlaşamıyor ve kök salamıyor. Bugün de bakın toplumuzu kutuplara bölen demokratik karşıtı akımlar İslam köktendinciliği ve militan bir milliyetcilik anlayışı erkil ve otoriter bir yapılanmaya dayanmıyor mu? Politikada kadının hiç öz hakkı yok, çünkü politik sistem bütünüyle merkeziyetçi, otoriter ve erkil bir zihniyete dayanıyor. Kırsal kesimden gelen kadınların durumu ise ortada. Belirleyici olan sadece gelenekler ve din. Bu zihniyet Almanya’daki göçmenlerin de yaşamında yıllardır sürüp gidiyor. “Özgürlük Yolları” kitabımda bu zihniyeti kırmaya çalışan gençlerin sesine yer vermeye çalıştım. Altı genç kadın ve iki erkeğin yaşamında odaklaşarak onların çocukluklarını ve ilk gençliklerini anlatırken özgürlük yolundaki arayışlarının izini sürüyorum. Benim için çok heyecan verici bir çalışmaydı bu. Çünkü onlarca öykü dinledim bu kitabı hazırlama SAYFA 10 H süreci içinde. Bu genç insanların yetiştikleri ortam ve koşulların, onların yolunu açmadığına, tam tersine nasıl tıkadığına tanık oldum. Bu insanların kendi yollarını çizebilmeleri, ciddi bir savaşım vermeleri anlamına geliyor. Aile içindeki erkil yapılanma, din ve geleneklerin etkisi Almanya’da bizde olduğundan da yoğun bir biçimde yaşanıyor. Burada söz konusu olan modern yaşamla gelenekler arasındaki çatışma. Modern yaşam bireye tabii özgürlük tanıyor ama öte yandan onu anonim bir yaşamın içine itiyor. Sonuçta Almanya’daki gençleri, eğer donanımlı bir eğitimden geçmemişlerse, doğru dürüst bir meslek sahibi olma şansları yoksa böylesine bir özgürlük doğal olarak korkutuyor. Büyük çoğunluk ailelerinin ve çevrelerinin baskısıyla kendi içine kapalı bir getto yaşamının dışına bir türlü çıkamıyor. Öte yandan kendi kökenlerinden koparak Alman toplumuna entegre olan gençlerin bir kısmı da büyük yaralar alıyor. Benim, öykülerini anlattığım gençler bu ikilemi iyi kötü aşabilmişler. Hem kökenlerine bağlılar, hem de toplumda belli bir yerlere gelebilmişler. Bunu nasıl başarabilmişler? İşte öykülerde üzerinde durduğum nokta özellikle buydu. Bu kitabın özellikle bizdeki gençlerin çok ilgisini çekebileceğini düşünüyorum. Çünkü Almanya’da yaşanılan sorunlar bizde büyük kentlerde yaşanılan sorunlardan pek farklı değil. Alman okuyucusunu gözönüne alarak çıkardığım “Öteki Türkiye”de ise benzer sorunlara bir deneme ya da inceleme yazısı çevçevesi içinde yaklaşmaya çalışıyorum. İKİ TEMEL SORUN Bu kitabınızın adının “Öteki Türkiye” olmasının nedeni Almanların yabancı olanı ötekileştiren bakışı mı? Ben Almanya’daki Türk imgesiyle pek örtüşmeyen, bu açıdan da pek bilinmeyen, tanınmayan bir Türkiye anlamında kullandım bu başlığı. Klişe bir bakışı ve önyargıları kırmak isteyen bir okuyucuya, bu kitabın ipucu verebileceğine inanıyorum. İki temel sorun var her iki kitapta da üzerinde durduğum. Almanya açısından yabancı olanla iletişimde zorlanan, çoğu kez yabancıyı dışlayan bir bakış, bizim açımızdan toplumun her katmanında egemen olan, tabii kırsal kesimden gelenlerin yaşamında daha da açık bir biçimde ortaya çıkan otoriter ve erkil yapılanma. Bu iki olgu yani yabancı düşmanlığı, iletişimsizlik ve otoriter eğilimler kültürlerarası diyaloğu engelleyen temel etkenler olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’da şu sırada çok gündemde olan bir konu İslamla demokrasinin nasıl bağdaşabileceği, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İslamcı bakış özel alanda kaldığı, yani laiklik korunduğu sürece İslamla demokrasinin bağdaşamaması diye bir şey doğal ki söz konusu olamaz. Ama İslam düşüncesi politik alana girdiği anda tehlike başlıyor. Çünkü ya bireyin haklarına her şeyden çok değer veren, bu açıdan da insan haklarına, kadın haklarına sahip çıkan demokratik görüşü benimseyeceksiniz ya da İslam düşüncesinin getirdiği ilkeleri benimseyeceksiniz. Her ikisinin de bir arada yürümesi sadece bazı Amerikalı düşünürlerin kafalarında yarattıkları bir kurgu. Aslında Batı toplumlarında da de cuları Almanya’daki Türklerin yerleşim alanlarında yeni camilerin yapılmasına destek verirken ya da başörtüsü yasağına şiddetle karşı çıkarken kültürel değerleri her şeyin üzerinde tutuyorlar. Bu da bireyin haklarını, sözgelimi çocuk haklarını, kadın haklarını savunan demokratik değerlerin geri plana itilmesine yol açıyor. Beş yaşında kız çocuklarının başı kapatılıyorsa, çocuklar küçük yaşta Kuran kurslarına gönderiliyorlarsa, okullardaki spor ve yüzme derslerine girmeleri engelleniyorsa, burada çok temel bir sorun var. Bu sorun çokkültürlülük adına görmezden geliniyor. Bu yaklaşımı çok yanlış buluyorum. İKİNCİ PLANA ATILAN KADIN “Öteki Türkiye” kitabınızda başörtüsüne karşı bir tutumunuz var? Karşı duruşum her iki kitapta da var aslında. “Özgürlük Yolları”nda yayınevinin editörü sıkmabaş sözcüğünü kullanmama şiddetle karşı çıkınca, ben de başörtüsü sözcüğünü kullandım. Aslında sözcük önemli de değil, önemli olan anlamı. Başörtüsü benim görüşüme göre kadını sadece cinsel bir varlığa indirgeyen, bu açıdan da kontrol altına almak isteyen bütünüyle erkil, dinsel bir düşüncenin ürünü. Kadını ikinci sınıf varlık olarak gören hiçe sayan erkil bakış bize özgü bir şey de değil, bütün dünyada ve bütün dinlerde var. Farklı biçimlerde de ortaya çıkıyor. Örneğin Afrika’da kızlar sünnet edilerek sakat kılınıyor, bu şekilde de kontol altına alınabiliyor. Bu tabii başörtüsünden de bin beter bir şey. Söylemek istediğim, dünyanın birçok bölgesinde törelerin, geleneklerin ve dinin günümüz kadın hakları anlayışına bire bir ters düşmesi. Öte yandan kadınerkek eşitliğinin kabul edildiği modern dünyada da kadının ikinci plana itildiğini gözardı edemeyiz. Yani erkil yapılanma bütün dünyada var. Ama tabii din ve geleneklerin geçerli olduğu demokrasinin de daha yerleşmemiş olduğu toplumlarda, gündemde olan ayırımcılık sorunu Batı toplumundakiyle kıyaslanamaz bile. Başörtüsü sorununa gelince, inanın ki ben çok dindar bir insan olsaydım ve başımı örtmeyi gerçekten çok isteseydim, İslam ülkelerinde bugün zorla, baskı görerek kapatılan milyonlarca hem cinslerimle dayanışma adına duyarlılık göstererek vazgeçerdim bundan. Başörtüsü yasağına karşı çıkanlar dinsel özgürlük adına karşı çıkıyorlar ama öte yanan din baskısıyla yok edilen milyonlarca kadının haklarını hiçe sayıyorlar. ? Özgürlük Yolları/ Zehra İpşiroğlu/ Çınar Yayınları/ 264 s. Eine Andere Türkei/ Zehra İpşiroğlu/ Brandes Und Apsel Verlag/ 310 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 982 Zehra İpşiroğlu, yabancı düşmanlığı, iletişimsizlik ve otoriter eğilimleri kültürlerarası diyaloğu engelleyen temel etkenler olarak görüyor. mokrasi anlayışı ancak Hıristiyanlığın içerdiği antidemokratik engeller aşıldıktan sonra yerleşebiliyor. Yani böyle baktığımızda din hep engelleyici bir faktör olmuş. Bu bağlamda her iki kitabınızda da önemli bir yer alan çokkültürlülük kavramı üzerinde durabilir miydik? “Özgürlük Yolları”nda Kürt, Çerkez, alevi farklı kültürlerden, farklı coğrafyalardan ve yörelerden gelen insanların yaşam öykülerini anlatıyorum. Çocukluklarının geçtiği ortam ve koşullar onların yaşamlarını belirliyor ister istemez. Bütün bunların önemli olduğunu düşünüyorum. Ama çokkültürlülük kavramı politik değil, etnik ve kültürel bir kavram. Bu da çokkültürlülük kavramını politik bağlamda ancak bireyin haklarına, insan haklarına her şeyden çok değer veren bir demokrasi anlayışı çerçevesinde kullanabileceğimiz anlamına geliyor. Almanya’daki çokkültürlülük savunu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle