Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Filiz Ofluoğlu ile ‘İki Dünya’ üzerine Pembe bohçalı kızın yürek çarpıntıları... Filiz Ofluoğlu, iş dünyasının olduğu kadar akademik çevrelerin, sanat ve basın dünyasının da yakından tanıdığı bir isim. Önemli holdinglerde üst düzey yöneticilik, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi gibi okullarda kurucu üyelik ve öğretim üyeliği yapan Ofluoğlu, usta tiyatro sanatçısı Mücap Ofluoğlu’nun da eşi. Ofluoğlu, yeni yayımlanan “İki Dünya” adlı anı kitabında sadece kişisel öyküsüyle değil, Türkiye’nin son 70 yılına ayna tutan önemli notlarıyla da buluşturuyor okurları. Tumturaklı bir tiyatro oyunundan sahneler gibi yaşamı. Acıtatlı günler, neşeler, maziden el sallayan aileler, arkadaşlar, can dostlar… Sarıp sarmalayan, hani biraz da muzip bir dille kaleme alınmış satırlar… Ve çok daha fazlası… Filiz Ofluoğlu ile kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR ne yazık ki çok genç yaşta kaybettiğimiz ‘MUHSİN ERTUĞRUL’U Orhan Burian, İstanbul’da Vedat GünTEHDİT ETTİM’ yol ve Muhtar Enata’ydı. Tiyatro tutkunuz eşiniz Mücap OfluYücel’in idarehanesi Beyoğlu’nda Ayoğlu ile başlamıyor, çocukluğunuzdan bu nalı Pasaj’da bir odaydı. Vedat Ağabey yana tiyatro hep zihninizde… İngilizce kısa metinler çevirmemi isterdi. Hep. Oyunlara gitmeye 8 yaşında Metinler Orhan Burian’a gönderilir, o da başladım. On yaşımdan sonra kendim kırmızı kalemle düzeltmeler yapar, İstangitmeye başladım. Tepebaşı’nda, sonrabul’a yollardı. dan yanan Dram Tiyatrosu ve Komedi Unutmam; Vedat Ağabey beni masaTiyatrosu vardı. Yaşım küçüktü ama ben nın başına oturtur, başıma dikilir ve basöz verirdim uslu duracağım diye, o zaman içeri alırlardı. Hatta bir ara tiyatrocu olmak bile çok istedim. Ama sanırdım ki çok güzel olmak gerekiyor, güzel değildim. Bir de lisedeyken sesim çıkmıyordu. Sesimi yönetmeyi, sesimi atmayı yıllar sonra Mücap’tan öğrendim. Tiyatro tutkum hiç bitmedi. Sonra da zaten tiyatroyla evlendim. Muhsin Ertuğrul’a telefon açıp tehdit etmişsiniz.. Evet hem de ne etmek! Şaka yollu herhalde? Hayır efendim basbayağı tehdit ettim. Şöyle, Muhsin Bey hastalandı, Dragos’ta oturuyordu, kar yağdı yağacak. Doktora görünmesi gerek ama inat etti gelmiyor, hep hayır diyor. Sonunda tepem attı, Muhsin Bey’e telefonda aynen şunları söyledim: “Eğer gelmezseniz, mor kadife bir elbise giyerim, Filiz Ofluoğlu, kitabında küçük bir tarih denemesi yaparken, bir yandan da memleket panoraması sunuyor. ağzımda çiklet, saçımı kabartırım, elimde transistörğırırdı; “Sen buna Türkçe mi diyorsun?” lü radyo, sesini de sonuna kadar açarım Bundan güzel bir okul olabilir mi? ve kapınızda rezalet çıkartırım! ” Muhsin Bey mecburen geldi ve sonraNURULLAH ATAÇ’IN MEKTUBU sında da iyileşti. Nurullah Ataç’ın Yaşar Nabi Nayır’a VEDAT GÜNYOL NEDEN sizinle ilgili yazdığı bir mektup bile var... BAĞIRMIŞTI? Varlık Yayınları’na çevirdiğim “Çi İlk işiniz gazetecilik… Habip Edip men Türküsü” kitabıyla ilgili, Ataç 2 Törehan’ın kurucusu olduğu Yeni İstanMayıs 1955’te mektup yazıyor Nayır’a. bul’da çalışıyorsunuz ilk.. Özellikle edeNayır da Varlık’ta 1972’de “Dost Mekbiyat sayfasının dev kadrosuyla birlikte tupları”nda yazmıştır bunu. hem de… Şöyle ki; “Şimdi Bayan Filiz Kara Turhan Selçuk vardı mesela, sessiz sabey’in çevirdiği Çimen Türküsü’nü okukin bir gençti. Onu çok severdik. Edebiyorum. Ne güzel dili var o bayanın. Bayat sayfasının başında Yaşar Nabi Nayır yan mı, bay mı onu da bilmiyorum, yokve onunla birlikte Peride Celal, Reşat sa takma bir ad mı? Biliyorsunuz, Türk Nuri Güntekin, Vedat Günyol, Reşat Dil Kurumu’nun ödülü başka dillerden Nuri Darago, Azra Erhat, Erhan Bener çevrilmiş eserlere de verilebilir. Söyleyin gibi birçok büyük isim… Bayan Karabey’e… adaylığını koysun… Vedat Günyol, Yücel Dergisi’ne çaÇimen Türküsü’nden de iki tane göndeğırmış sizi.. riverin…” Nurullah Ataç ile Yaşar Kemal’in Vedat Ağabey bana dedi ki işten sonevinize gelip geri çevrilmeleri de tatlı ra Yücel’e gel. Çıkaranlar da Ankara’da bir anı… Evet, Ben de ilk yurtdışı yolculuğundayım o sırada. Annem Nurullah Ataç’ı tanımıyor, Yaşar Kemal de çok ünlü değil o dönemde. Evde yok deyip yollamış. (gülüyoruz) KULİS’TE İKİ GENÇ ÂŞIK OLUR! Tanışma ise 6 yıl sonrasına kalıyor; 1 Ocak 1961. Çok hoştu. Arkadaşım Melda Kaptan ile ısrarları üzerine yılbaşı gecesi Kulis’e gittik, bara bir baktım Mücap oturuyor. Geldi, tanıştık. ‘Oyundan sonra gene gelirim’ dedi ve gitti. Masaya Özdemir Asaf ve eşi Yıldız Moran geldi. Oyun bittikten sonra Mücap da bize katıldı. Sabaha kadar oturduk, sonra evime gittik. Özdemir, Yıldız ve Melda benim yatağımda yattı. Salonda L biçiminde bir kanepe vardı, bir tarafında ben, bir tarafında Mücap yattık. “Çayhane”deki minicik Japon gitmiş, yerine kocaman bir adam gelmişti. O gün bugündür evlenme yıldönümümüz niyetine hep 1 Ocak gününü kutlarız. ‘ODTÜ İLE GURUR DUYUYORUM’ DP zamanı... ODTÜ’desiniz… Çok çektik DP’den, kim çekmedi ki? Yabancı gazeteler, dergiler yasaklanmıştı. Üniversitelilerden nefret ediyordu tabii DP, ödenek kesinlikle verilmiyordu. Aylarca maaşımızı da alamadık. Yaz tatilimiz de yoktu, on bir buçuk ay çalışıyorduk. Çeviri yapıyordum, bu çeviri geliri benim hep imdadıma yetişmiştir. Muhtar Enata bol bol çeviri gönderiyordu. Hatta o kadar ki arkadaşlarıma borç bile verebiliyordum. ODTÜ’de o yıllarda kampus yoktu. Yeni Meclis binasının şantiyesine yerleşmişti üniversite. İki katlı, küçük bir beton bina var, bu binada da öğretim üyelerinin odaları, kütüphane ve birkaç da sınıf. Diğer sınıflar ise teneke barakalardaydı. Yağmur yağınca gürültüden ders yapmak mümkün değildi. Kışın palto, eldiven, atkıyla ders yapardık. Öğretim üyesi olarak ilk dersimi Uluslararası Finans alanında verdim. Sonra dekan oldum. Üniversiteye psikiyatr alınmasını sağladım. IBM Şirketi Genel Müdürü Gündüz Pamuk’u bilgisayar dersleri vermeye ikna ettim. Stanford’dan sonra, bilgisayar dersi veren ikinci üniversite olduk. ‘VEHBİ KOÇ İLE AİLE GİBİYDİK’ Ve Vehbi Koç ve ailesi… Koç’ta çalışmaya başlamanızdan itibaren sıcak ilişkiler kurulmuş aileleriniz arasında… Koç ailesi ile birbirimize büyük değer vermişizdir her zaman. Birbirimize güvenirdik. Bir gün bir yolculuk sırasında bir genç yöneticiye benim için şöyle demiş: “Ben ondan çok şey öğrendim ama o da benden çok şey öğrendi.” Vehbi Koç tam bir liderdi. Her konuda uzmanlara danışırdı. Üç konuda çok ısrarlıydı: Doğu ve Güneydoğu’nun kalkınması, aile planlaması, doğanın korunması. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İki Dünya/ Filiz Ofluoğlu/ Cumhuriyet Kitapları/ 265 s. SAYFA 17 “İ ki Dünya” fikri nasıl doğdu? Anılarımı yazmayı uzun süredir düşünüyordum. “İki Dünya” dememin nedeni, hem iş dünyası hem de sanat dünyasını da kapsaması. Aslında sanatsiyasetiş dünyası birarada. Kişisel tarihiniz de bütünleniyor böylece. Ne yazık ki günlük tutmamıştım eğer tutsaydım özellikle kişisel yaşamımdan bazı şeyler eksik kalmayacaktı. Örneğin Bodrum’daki evimizde ünlü konuklarımız oldu: MuhsinHandan Ertuğrul, AbdiSibel İpekçi, Oktay Akbal… Günlük tutmadığım için yazmamışım. Örneğin Pablo Casals konserinin broşürünü saklamışım. Bir yandan bir küçük tarih denemesi, bir memleket panoraması sunmak istedim. Çok zor dönemlerden geçtik herkes gibi. 12 Mart, 12 Eylül… Çok acılar çekildi… Bu dönemlere ilişkin bölümlerde Cumhuriyet gazetesindeki makalelerden, haberlerden de çok yararlandım. ‘OKUMAYI CUMHURİYET’LE ÖĞRENDİM’ Cumhuriyet ile ilişkiniz çocukluk yıllarınıza uzanıyor... Annem okumayı Cumhuriyet gazetesi ile öğretti, beş yaşındaydım. Demek ki ben en eski Cumhuriyet okurlarındanım. Annem ben yurtdışındayken de Cumhuriyet gazetelerini gönderirdi. Onca ders arasında ne yapar eder okurdum, bana hep güç vermiştir. Anneniz Laika Hanım, sizin için etkin bir rol modeldi kuşkusuz.. Kendine güvenen, çağdaş, ilerici bir Türk kadınıydı annem. Türk Müziği sanatçısıydı. Disiplinliydi. Babam beni çok şımarttığı için annem biraz mesafe koyardı. Babam en yakın arkadaşımdı. İnatçıydım. Annemle bir tartışmamızda isyan etmiş, odama çıkıp pembe bohçama çamaşırlarımı koyup evi terk etmiştim. Dört yaşındaydım. Hemen buldular beni tabii. O pembe bohçalı kızın ruhu beni hiç terk etmemiştir. Aydın bir aile, mutlu bir çocukluk… Evet ama acılarım da oldu. En büyük acı Atatürk’ün ölümüdür. İlkokulu 15. Okul’da Nişantaşı’nda okuyordum. Acı haber geldiğinde okuldaydık. Bütün çocuklar bahçeye koştuk, hepimiz ağlıyorduk. Herkes ağlıyordu. Babamı daha önce ağlarken hiç görmemiştim. Atatürk’ün naaşını bekleyenler arasında anneannem Cedide Hanım ile ben de vardık. Boyum yetişmediği için bir taburenin üstünden gözyaşlarıyla izlemiştim. CUMHURİYET KİTAP SAYI 982