24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tiyatronun ömrü insan varlığıyla ilişkilendirilirken toplum varlığıyla da ilişkilendirilebilir elbette. Ancak insan dirimsel bir varlık, toplumlar öyle değil. Bu yüzden insan, tiyatronun ömrünü simgeler belki, bu yanıyla bire bir gösteren konumunda da alınabilir hatta. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Oyun Zamanı T iyatronun başlangıç tarihini, yaşını kesinleyebilmenin olanağı var mı? Metin, diyalog, koro vb. konu edildiğinde kimi madde başları için görece birer tarih verilebilir kuşkusuz, ama genel çerçevede konuya yaklaşıldığında ötesinde konu biraz da “oyun” temelinde alındığında bu ölçüde kesinlenebilir mi bu yaş? İşte tiyatronun ömrünü, çerçeve dışına çıkararak almak gerekiyor. Çünkü bu ömür, öteki sanatların tümünden çok daha farklı yörünge üzerinde gelişim gösteriyor. Tiyatro, öteki sanatların hiçbiriyle, sözgelimi resim, müzik, edebiyat sanatıyla karşılaştırılamayacak ölçüde “beden”, “oyun” olgusuyla iç içe de ondan. Öyleyse tiyatroyu yaşamın başlangıcıyla denk düşünebilmek pekâlâ olası. Bunun anlamı şu: insan, sonradan tiyatro yapmaz, tiyatronun içine doğar! Nitekim oynayan varlık olarak insan, oynayan doğa, hayvan, bitki dünyası kadar fizik olaylar sonucu oynayan ya da oynatılan cansız varlıklarla çevrili bir dünyada kendine yer edinmeye çalışırken, doğayı değiştirme, dönüştürme sürecinde en büyük dinamik olarak yararlanıyor bundan. Ne var ki ateşin, tekerleğin, yazının bulunuşu, keşifler vb. üzerinde duruluyor da uygarlığın ortaya çıkışında, bunca önem taşıdığı halde oyun olgusunun, dramanın, genel olarak tiyatronun üzerinde bu ölçüde durulmuyor. Oysa insanın yaşamı, tiyatrodaki ömrün göstergesi gibi de alınabilir. Her insan, onun ömrü için göstergeyse eğer, tiyatro biter mi hiç? Her doğan insanla tiyatro yeniden dolaşıma girecek, sonra başka başka insanların el alıp vermesiyle tiyatronun ömrü, öncesiz sonrasız biçimde elden ele geçecektir hep! Tiyatronun ömrü insan varlığıyla ilişkilendirilirken toplum varlığıyla da ilişkilendirilebilir elbette. Ancak insan dirimsel bir varlık, toplumlar öyle değil. Bu yüzden insan, tiyatronun ömrünü simgeler belki, bu yanıyla bire bir gösteren konumunda da alınabilir hatta. Oysa toplum, bireyden farklı olarak çeşitli girişimleri, örgütlenmeleriyle tiyatronun ömrünü yapılandırır aynı zamanda. Nasıl? Yaşamın ta özündeki “oyun” olgusunu alıp bunu toplum için enikonu bir gelişim dinamiğine dönüştürerek. Burada devletin yönlendirici etkisini düşünüyor değilim. Toplumsal dinamiğin kullanılma biçimi daha çok üzerinde durmak istediğim. TOPLUMSAL DİNAMİK OLARAK TİYATRO Oynamak, kişinin doğa karşısında kendisine alan açmaya denk eylem biçimi ama bundan önce varoluş biçimi aynı zamanda Birey beslenmek, üremek vb. temel edimlerinin yanında oynamak, “...mış gibi yapmak” biçimindeki süreçleri kendi kişisel dinamiği açısından tüm yaşamı boyunca kullandığı halde bunun kendisi için bu ölçüde bir temel edim olduğunun bilincine varamıyor kolayca, tıpkı beslenme, üreme edimlerinin de bire bir bilincinde olmayışı gibi. Buna göre birey doğumundan ölümüne dek nasıl beslenmeye, barınmaya, şuna buna gereksinim duyuyorsa oyuna, tiyatroya da gereksinim duyuyor. Oyunun yaşlılığı geciktirici etkileri konusunda bilimcilerce yapılmış araştırma yeterli midir pek bilmiyorum, ama yaşam oyunla sürdüğüne göre, bu göz ardı edi Tiyatronun ömrü lemeyecek bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor demektir. Nitekim bebek de, çocuk da, genç de yaşam dinamiklerini hep oyunla geliştirmiyor mu? Ama iş, bu dinamiği toplumsal yaşamın temeline koyup bundan yararlanmakta… Oyunsuz bir toplum olduk çıktık, daha doğrusu oyunsuz, tiyatrosuz toplum olmaya ittiler bizi. Oyunla tiyatro kavramlarını yan yana kullanmaya çalışıyorum baştan bu yana, yoksa “oyun” olarak dünya toplumlarına nicedir dayatılan futbol, TV kanalları, bilgisayar düzenceleri vb. oyalanmaların oyun sözcüğüyle karşılanması bile pek doğru görünmüyor bana. Okullarımız tiyatrosuz, oyunsuz bu nedenle de gençlerin bağışıklık dizgesi çökertilmiş durumda. Evler oyunsuz, tiyatrosuz bu nedenle evlerimizde şiddet soluk alıp veriyoruz sürekli. Toplumca yaşadığımız şiddette de oyunsuzluğun, tiyatrosuzluğun ciddi payı olmalı. Bakın gençlere, oyunla, tiyatroyla ilişkilenenlerle ilişkilenmeyenleri karşılaştırın, sonucu kabaca gözleyebilirsiniz. Sözü nereye getireceğim; oyun, tiyatro insana gençlik aşılarken bu yolla ortaya çıkan erkenin ileriye taşınmasında gençlerin ateşleyici olmak kadar aynı zamanda büyük işlev üstlendiğine, bu doğrultuda yaşanan dolaşımla ilişki ağının ise, toplumsal dinamikler açısından önemli rolü bulunduğuna… İki kitap var masamda: Atila Alpöge’nin verimlediği Hayat Ağacında Tavus Kuşları / Genç Oyuncular (MitosBoyut, 2007) ile S.Sıtkı Tekmen’in kaleme aldığı Ankara Deneme Sahnesi (19561997) / 41 Yılın Tarihi (Ankara Deneme Sahnesi yayını, 1998). Bu iki kitap insan yaşamındaki tiyatroyu, tiyatronun toplumsal yaşamımızdaki dinamiğini göstermesi bakımından, yanısıra kültür tarihimiz açısından son derece önemli çalışmalar. Öte yandan bu iki yapıtın, aydınlanma tarihimiz bağlamında da önemli yere sahip olduğu söylenebilir. SİVİLLİĞİN GEREĞİ OLARAK TİYATRO... Genç Oyuncular, 9 Aralık 2007’de kuruluşlarının ellinci yılını kutladı Maya Sahnesi’nde. 1956’da kurulan Ankara Deneme Sahnesi de ellinci kuruluş yılla yan var Genç Oyuncular girişiminde, o da gençlerin kendi güçlerini görmeleri, bunun bilincine vararak toplumun uygarlaşmasında tiyatrodan dinamo olarak yararlanmaya yönelmeleri. Genç Oyuncular, Halkevleriyle başladığını, günümüzde “kent tiyatroları”yla sürdüğünü düşündüğüm “sivilleşmenin dinamosu olarak tiyatro” kavrayışının bir bakıma ilk bağımsız deneycileri gibi geliyor bana. Nitekim Genç Oyunculardan Ergun Köknar’ın sonradan Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosuyla birlikte ortak çalışmaya girişmesi, bu yöndeki deneylerini aktarmaya, paylaşmaya yönelmesi bir açıdan bunu pekiştiriyor. Daha ileri giderek söyleyeyim; Genç Oyuncular, toplumun sivilleştirilmesinde tiyatronun barındırdığı etkin güçten yararlanıp, tiyatroyu saltık sanat olarak alan, yapan bir tiyatrocu kuşağından çok önce, üstelik öncü bağlamında eylemli olarak bunu gösteren ilk “gençlik tiyatrosu” örneğidir de bizde. Öncü, deneyci, devrimci toplulukların, işçi, gençlik tiyatrolarının, sonuçta gerçek amatör toplulukların onlardan etkilenmediği düşünülebilir mi? Belki bu özelliğinin de baskın rolüyle hem tiyatromuzu hem toplumumuzu sarsmayı başarmıştır. Bu yüzden “Genç Oyuncular” olgusu tiyatro bilimiyle sanatı kadar, toplumbilimin de konusu bana göre. Örneğin 27 Mayıs’ın oluşmasında, 1960 sonrasında ortaya çıkan köy okulu, köy yolu yapımındaki imecelerde, son olarak 1968 gençlik yükselişinde Genç Oyuncular hareketinin görece de olsa hiç mi hiç payının bulunmadığı sanılmamalı! Tiyatromuzda gerek Genç Oyuncular’ın gerekse Ankara Deneme Sahnesi’nin gençleriyle başlayan toplumsal sivilleşme, yarım yüzyıllık bir deneyim olarak hâlâ yolumuzu ışıtabiliyorsa, bunun üzerinde uzun uzadıya durmak zorunlu bence… YAŞAMI ÖZLEMEK İÇİN TİYATRO... Elli yıl önce gençler, sahne çalışmalarına başlarken bir yandan tiyatro sanatını yaşamlarına katmışlar, öte yandan toplumları için bu sanattan bir dinamik olarak yararlanmışlar. Kuşku yok ki bu çalışmayla ilkin kendi yaşamlarını değiştirmiş onlar, çünkü oyunla, tiyatroyla kendi yaşamlarını öz’lemişler. Gerçekten de gençler, yaptıkları tiyatro çalışmasıyla yalnız sahne birlikteliği değil, yaşam anlayışı birlikteliği, hatta bunun ötesinde bir yaşam birliği kurmuşlar. Bir “tiyatro komünü” de denebilir buna. Kimileyin seyrettikleri oyunlar, katıldıkları toplantılar, kimileyin geziler, turnelerde yedikleri soğan ekmek, kimileyin otobüs, tren yolculukları, çocuksu heyecanlarıyla onların yaşama, tiyatroya kattıkları güzellik… Onlar, yaşamlarını tiyatroyla özlemiş, siz de öyle yapın, yaşamınızı öz’leyin, bunun için de tiyatronun, oyunun gücünü alın arkanıza. Bunlarla iç içe yaşayın ki yaşlanmayı durdurun, ölüme şöyle uzakta, ancak ayakta durabileceği bir yer gösterin yalnızca… Bunun için, hiç değilse 2008’de oyunla, tiyatroyla barışın, yani yaşamla dost olun! Ama bunları yaparken andığım bu iki kitabı okuyun önce. Bunlarda bir açıdan kendinizi de bulacaksınız çünkü. Atila Alpöge’nin verimi ansiklopedik bir mimariye dayanıyor, S.Sıtkı Tekmen ise tarihsel belgelemeyle yetiniyor daha çok. Bu kitaplar da tiyatro tarihimiz üzerine verimlenmiş öteki kitapların yanına eklenmeli mutlaka. Öte yandan sormak gereği duyuyorum, üniversitelerin tiyatro bölümleri, bu kitaplardan kalkarak öğrencilere dönem ödevleri veremez mi, yazarlarının ya da Genç Oyuncular’la Ankara Deneme Sahnesi üyelerinin katılımıyla seminerler düzenleyemez mi? Nihat Ziyalan’ın, bana gönderdiği her iletide sona eklediği o güzel deyişle bitireyim yazıyı: Ömrünüz uzun olsun! ? KİTAP SAYI 933 rını geride bırakmış oldu. Yarım yüzyıla yayılan bu başarı, yalnız tiyatro tarihimiz açısından önem taşımıyor, onun için de olayın, tiyatro ekinimiz içinde, sonra aydınlama tarihimizde yerli yerine oturtulması zorunlu. İlkin Alpöge’nin kitabına seçtiği “Hayat Ağacında Tavus Kuşları” adı üzerinde duralım, nereden geliyor bu? Genç Oyuncular, bir araya gelip süreğenlik içinde çalışmaya koyulup enikonu bir “grup” bilincine de varınca ilkin kendilerine ad alıyor, ardından simge arayışına gidiyor. Bu arayışta Anadolu kültürüne yöneliyor Genç Oyuncular. Gördükleri bir motif dikkatlerini çekiyor: “Seçkin bir desendi bu: ‘hayat ağacı’.” (23); “Genç Oyuncular’ın beğenip seçtiği halı motifi iki yanında birer kuşun durduğu bir ağaçtan oluşuyordu.” “Bu motifin aşağısında dingin bir su akıyor. Ortada o sudan kök salıp havaya fıkırmış bir ağaç gövdesi var. Dalları yukarıda iyice gürleşiyor. Ağacın sağında ve solunda ise birer tavus kuşu. Simge olarak, su ‘hayat suyu (abıhayat)’, ağaç da ‘hayat ağacı’. Tavuslar ise hayat ağacının kollayıcıları.” (24) Genç Oyuncuları’n, grupları için kendilerine seçtiği simge, onların toplumları için kendilerine biçtikleri rolü nasıl kavramış olduklarını da gösteriyor bize. Gerçekten de bu, toplumsal dinamik olarak tiyatronun sivilleşme, uygarlaşma sürecinde devreye sokulması yaklaşımını getiriyor önümüze… Bunu yaşları yirmilere ancak varmış, pek pek azıcık aşmış bir avuç delikanlının, attığı taşla suyu halkalandırarak böyle başarı göstermesi, sonrasında bunun, Türk tiyatrosunda önemli dönüşümlere yol açması büyük olay kuşkusuz. Üzerinde durulması gereken bir başka SAYFA 24 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle