05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? baba hep kendisini eleştirdiği için, anne Beauvoir sürekli olarak suçluluk duygusu yaşamış ve bunu kızlarına yansıtmıştır. Brasseur ailesinin durumu iyice bozulunca Beauvoirlar, o şık daireden ve Raspail bulvarından, daha ucuz dairelerin bulunduğu Rennes sokağına taşınmak zorunda kalır. Babası çalışmayı, para kazanmayı çok küçültücü bulmasına karşın hiç istemeden biraz çalışır, biraz para kazanır. Anne ve babasının ilişkilerinin gitgide bozulduğuna tanık olan Simone, bundan çok büyük acı duyar. Tüm çocukluğu kadın olmanın getirdiği üzüntüleri anlamaya ve değerlendirmeye çalışmakla geçer. Babası hep bir erkek çocuk istemiş, Simone’a da durmadan, “Sende bir erkek beyni var” demekten kendini alamamıştır. Tüm olumsuz özelliklerine karşın bir tiyatro tutkunu olan babası hem karısına, hem kızlarına tiyatro ve yazın sevgisi aşılamıştır. Ona göre en iyi meslek yazarlıktır. Her ne kadar kadınların oyunculuktan (!) başka bir mesleği olmasına karşı olsa da, görgüsü, bilgisi ve deneyimleriyle kızlarının bulundukları durumdan ancak iyi bir eğitimle kurtulacaklarının bilincindedir. Daha küçücükken Simone çelişkiyi görür: Kültürlü bilgili ve görgülü ama neredeyse parasız olan anne baba kızlarını iyi yetiştirebilmek için çok büyük fedakârlıklara katlanır, hatta iki kız kardeş varlıklı akrabaların kullanılmış giysileriyle büyür. Belki de bunun için Beauvoir, kendi parasını kazanmaya başladıktan sonra hep çok güzel giyinmiştir. ÇOCUKLUĞU VE AİLE YAŞAMI Simone, beş buçuk yaşında girdiği, tutucu ama varlıklı aile kızlarının okuduğu Adeline Désire okulunda liseyi bitirinceye dek koyu bir Katolik eğitimi alır. Ancak eğitim öylesine sıkıdır ki ters bir tepki yaratır: Lise bittiğinde Simone artık dini inançlarını tümüyle yitirmiştir. Genç kız üstün zekâsı, çalışkanlığıyla kendini kısa zamanda gösterir ve her yıl Elisabeth Lacoin (Bir Genç Kızın Anıları’nda Elisabeth Mabille ya da Zaza) ile sürekli birinciliği paylaşır. Tüm yaşamı boyunca aklından çıkmayacak, ona dostluğu, paylaşmayı öğretecek olan Zaza en iyi arkadaşı olacaktır. Yazar Güzel İmgeler (Les belles images) başlıklı kitabında Brigitte adını verdiği çocuk kahramanıyla biraz olsun Zaza’yı anmıştır. Daha küçük yaşta eleştirel zekâsıyla, yaşama tutunmak için çırpınan Simone tek düze, dar kalıplarla sınırlı gündelik yaşamından okulda çok başarılı bir öğrenci olarak intikamını almış, ailesinin dayattığı uzlaşmalardan kaçamayarak genç yaşta ölen arkadaşı Zaza’ya kurulan tuzaklardan kurtulmayı seçmiş ve başarmıştır: “Önümüze serilmiş o isyan ettirici kadere karşı ikimiz birlikte savaşmıştık. Ve uzun bir süre, kendi özgürlüğümün karşılığını onun ölümüyle ödediğime inandım.” Babasının sevgilisi, sarışın ve güzel kız kardeşi Hélène’e, takma adıyla Poupette’e beslediği derin sevgiye karşın aile çevresinden kesin bir biçimde kopan Simone iyimserliği elden bırakmamıştır: “Yaşamım, kendimi anlattıkça gerçekleşecek güzel bir öyküdür” der. Simone daha on beş yaşında kararını verir: Ünlü bir yazar olacaktır. Amacına uygun olarak yazın, eski Yunanca, Latince, felsefe ve matemetik sertifikası alır. Ancak bu alanlar içinde en etkilisi felsefe olur. Okumayı çok istediği saygın Yüksek Öğretmen Okulu’na gitmesiCUMHURİYET KİTAP SAYI ne babası engel olur. Ama annesi biraz da Zaza’dan ayrılmak istemeyen kızına destek olarak onun Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okumasına yardımcı olur. Agregasyondan (lise öğretmenliği ve üniversite öğretim elemanlığına giriş sınavı) önce güzelliğine ve zekâsına hayran olan JeanPaul Sartre ile tanışır. Simone da varlıklı ve iyi bir aileden gelen, son derece özgür düşünceli, zeki, bilgili, kültürlü, kendine güveni kimi zaman kendini beğenmeye varan bu gence ilgisiz kalamaz. Aralarında çok özel, herkesin kolaylıkla anlayamayacağı, efsanevi bir ilişki başlar. Arkadaşları Raymond Aron, Paul Nizan, altmışlı yıllarda UNESCO genel direktörlüğü yapacak olan René Maheu’dür. Maheu, Beauvoir sözcüğünün İngizcedeki “beaver” sözcüğüne benzerliğinden esinlenerek, Simone’a herkesin benimseyeceği “Castor” (kunduz) takma adını verir. Simone, Sartre ile yaptığı konuşmadan sonra ilk düşüncesini, Bir Genç Kızın Anıları’da şöyle dile getirecektir: “Ömrümde ilk kez, kendimi zekâ ve kültür yönünden birinden aşağı buluyordum.” Her ikisi de evliliğe karşı çıkarak entelektüel ve duygusal bir birliktelik kurarlar. Entelektüel bağ yaşam boyu sürse de duygusal ilişki araya giren değişik yaş ve cinsteki sevgililerle kısa bir süre sonra yıpranacaktır. Her ikisi de bu ilişkiye “olağan aşklar” adını verir. La Force de l’âge’da yazar, bu ilişkiyi kısaca açıklar: Sartre ile aralarındaki ilişkide zorunlu bir aşk söz konusudur. Ama zaman zaman başka, ikincil aşklar da yaşamaları da gerekir. Bu ikincil aşklar, Sartre’ın tersine Beauvoir’ı çok yıpratmıştır. Beauvoir 1929’da felsefe agregasyonunu, Sarte’ın ardından ikincilikle kazanır. Sınavı kazananların en gencidir. Simone Marsilya, Sartre Le Havre Lisesi’ne atanır. Aynı lisede çalışabilmek için Sartre kendisine evlenme teklifi ederse de Simone, bu düşünceye şiddetle karşı çıkar: Evliliğin bir kentsoylu geleneği olduğunu, kadını alçalttığını savunur. Ayrıca Sartre’ın bu teklifi istemeden, sırf onu mutlu etmek için yaptığını da bilir. Sartre, Le Havre’da’da Polonyalı, Wanda adlı genç ve güzel bir kız ile ateşli bir aşk yaşamaya başlar ve bu ilişkiyi dürüst ve açık olma kaygısıyla Simone’a bildirir. Bu ilişkide Simone’u en çok üzen, Sartre’ın, Wanda’nın göreceği kaygısıyla Simone’nun mektuplarını yakmasıdır. Simone ertesi yıl Rouen’da bir liseye atanarak Sartre’a biraz olsun yaklaşır ve kıskançlık, tutku dolu garip bir üçlü ilişki başlar. Sartre da Beauvoir da genç kızı çok sevmektedirler. Wanda da her ikisine düşkündür. Kimi zaman Sartre’a, Wanda’yı Simone konusunda teselli etmek bile düşer. Wanda’nın ikisinden uzaklaştığı sırada küçük kız kardeşi Olga, Paris’e gelir ve ablasının bıraktığı yeri alır. Simone, Sartre’ın iki genç kızdan da çok etkilendiğini görür. Konuk Kız’ın (L’invitée) kahramanı Xavière, Wanda ile Olga’nın karışımı olarak gerçekliğe çok yaklaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında çift Paris’te bir liseye tayin olurlar ama kısa bir süre Sartre askere alınır; iki genç gene ayrı düşerler. Bu sırada Simone, Nathalie adlı bir öğrencisiyle fazla içli dışlı olarak onu neredeyse kendi renkli yaşamına ortak eder. Nathalie, yazarın Mandarinler başlıklı romanının genç, asi, kırık ve kırıcı kahramanı Nadine’i anmsatmaktadır. Genç ve güzel kızın annesi, Beauvoir hakkında şikâyetçi olarak meslekten men cezası verdirir. Simone artık işsiz ve parasızdır. Bu dönemde Sartre, yalnız Simone’a değil kız kardeşi Poupette’e de hiçbir karşılık beklemeden para yardımı yapar, ayakta kalmalarını sağlar. 1941 yılında Georges de Beauvoir yoksulluktan, besinsizlikten yaşama isteğini yitirmiş olarak ölür. Ölümünden kısa bir süre önce kızından söz ederek, arkadaşlarından birine, “Kızım Paris’te nerede akşam orada sabah yaşıyor” diyecektir. 1943’de, Beauvoir’ın üzerinde neredeyse beş yıldır çalıştığı Konuk Kız yayımlanır. 1945 yılında Sartre ve Beauvoir Aron, Leris, MerleauPonty ve diğer birkaç solcu aydınla Temps Modernes dergisini çıkarak büyük başarı kazanırlar. Yazarların amacı, yazın aracılığıyla varoluşçuluğu tanıtmaktır. Bu sırada Simone, kendi yapıtları üzerinde çalışmalarını sürdürür. Komünizm, ateizm, varoluşçuluk konusundaki düşüncelerini roman, anı, özyaşam öyküleriyle ve özellikle denemeleriyle sürdürür Bir süre sonra da ekonomik bağımsızlığını kazanarak kendini tümüyle yazarlık mesleğine verir. Beauvoir dedesinin ve babasının ölümünden sonra annesine yaşamının sonuna dek bakmıştır. Bu üzücü deneyim, kadının ekonomik özgürlüğünün ne denli kaçınılmaz olduğunu somut olarak göstermiştir. Bu konu Güzel İmgeler ve Mandarinler’de örtük ve belirtik olarak savunulmuştur. Savaş sonrası, Soğuk Savaş döneminde Sartre ile birlikte Çin, Rusya, Küba gibi birçok ülkeyi ziyaret eder; Fidel Castro, MaoTseToung, Che Guevera, Richard Wright gibi ünlü komünist liderlerle ve ülkelerin aydınlarıyla tanışmışlar, onların seslerini duyurmaya çalışmışlardır. ALGREN VE BEAUVOİR Sartre’ın Amerika Birleşik Devletleri gezisinden sırılsıklam âşık dönmesi Beauvoir’ı derinden sarsar. O sırada kendisinin de değişik üniversite ve eyaletlerde konferanslar vermek üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne çağrılması yalnız yaşadığı bunalımı aşmasını değil; yeni bir aşk bulmasını da sağlar. Artık Sartre’dan intikam almak için mi, yoksa gerçekten âşık olduğu için mi bilinmez, kendini ünlü Amerikalı yazar Nelson Algren’in kollarında bulur. Nedenleri tam olarak bilinmese bile sonuçları çok önemli bu aşk ilişkisi, yıllarca mektuplarla sürmüştür. Algren’e üç yüzün üzerinde mektup yazmıştır. Algren’in evlenme teklifini Sartre’a olan derin bağı nedeniyle reddetmiştir. Algren ise, haklı olarak, Beauvoir’ın niçin o sırada başka biriyle yaşayan Sartre’dan ayrılamadığnı anlayamamıştır. Beauvoir, belge niteliğindeki bu mektuplarında Algren’e duyduğu derin aşkı, özel duygularını yansıttığı gibi, Sartre ile olan kopmaz bağını, Fransa’nın entelektüel, yazınsal ve siyasal havasını da büyük bir içtenlikle betimlemiştir. Beauvoir’ın Nelson Algren’e ithaf ettiği Mandarinler, 1954’de Goncourt ödülünü alır ama yazarın sevinci kursağında kalır: Nelson Algren (romandaki adıyla Lewis) kendisinin, duygularının, özel yaşamının, Beauvoir ile olan ilişkisinin roman sayfalarına döküldüğünü görünce kıyameti koparacak, yazar ile ilişkisi bir daha hiç düzelmeyecek biçimde bozulacaktır. Beauvoir’ın arası yalnız Algren ile açılmayacaktır. Beauvoir uzun yıllardır üzerinda çalıştığı İkinci Cins’i (Deuxième sexe) 1949’da yayımlayarak bir haftada 40.000 adet satıldığını görür. La Nef dergisinde yazdığı makaleler ile Vatikan’ın hışmına uğrar. François Mauriac Temps Modernes’deki makalesinde, “Patronumun mahremi konusunda her şeyi biliyorum” diye yazacaktır. Olumlu, yüreklendirici yazıların yanında bu ağır ve kırıcı makaleler yazarın daha çok okunmasını sağlayacaktır. Özgürlük ve kimlik arayışındaki kadınların başucu ve başvuru kitabı olacak, kadınların olduğu her yerde, basında, üniversitelerde, çalışma yaşamında, siyasette etkisini büyük bir hızla gösterecektir. Kitap, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kadınların tam da böyle bir savunmaya, açıklamaya gereksinim duydukları sırada onların sözcüsü olmuştur. Beauvoir yapıtlarında, kadını ikinci sınıf olarak gören toplumu betimleyerek sonraki yıllarda doğacak olan feminist akımın öncüsü olacaktır. Söylen, din, tarih, uygarlık, sanat, bedensel yapı, gelenek aracılığıyla kadınlık durumuna ilişkin düşünceleri, çözümlemeleri büyük tartışmalara neden olmuştur. Özellikle annelik ve istenmeyen gebelik konusundaki düşünceleriyle tüm şimşekleri üzerine çekmiştir. Evliliği fahişelik kadar iğrenç bir kentsoylu kurumu olarak görür, “Kadın kocasının boyunduruğu altında oldukça bu yazgısından kurtulamaz” der. Günümüz feministleri, kadın araştırmacıları yapıtlarını çok eleştirseler, benimsemeseler bile önemini kabul etmektedirler. Bu eleştirilerin başında yazaSAYFA 17 Simone, Sartre, evliliğe karşı çıkarak entelektüel ve duygusal bir birliktelik kurarlar. Entelektüel bağ yaşam boyu sürse de duygusal ilişki araya giren değişik yaş ve cinsteki sevgililerle kısa bir süre sonra yıpranacaktır. Her ikisi de bu ilişkiye “olağan aşklar” adını verir. 933
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle