29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? “Bacının cinleri Fırat'tan geçmedir.” “Tamam anlamışam. Sözünün arkasını getir hele.” “Hemen defi gerek, Ağa. Fırat'ın cinini gene Fırat kırar.” “De haydi öyleyse!.. Nedecekseniz edin de eksilsin bu bela, köyümün başından…” Bu ara Yağda, dağlara doğru başını almış, ağıp gidiyordu. Peşinden koşarak önünü aldılar. Uzaktan üstüne örme ip atıp yere yıktılar. Eski bir hasıra sardılar. Biraz aşağıda oldukça büyük bir kayalık vardı. Önü, Fırat'a uçurum verirdi. Yağda'yı oraya doğru sürüklediler.” (Sy. 71) Yağda korkunç bir biçimde öldürülür. 'Nüfus Sayımı' Kitabın 8. ve son öyküsü. Çok güzel. Nüfus sayım memuru bir köylü eşliğinde köye gelir. Çok şaşırır. Ortalıkta ev yoktur, insan da. Küçük tepecikler görür. Kümbet evlerdir bunlar. Köylü onu Muhtar'ın kümbetine götürür. İçeri buyur edilir. Basamaklardan inerek yeraltındaki eve girer. Evin sakinleri, kadınlar ve öküzler hep bir aradadır. Ama kadınları, öküzleri göstermeyen, evi ikiye bölen bir örtü vardır. Bir süre sonra yemek gelir. Memur çok zengin bir sofra bekler. Fakat tepside bulgur, ayran ve yufka ekmeği vardır. Ayrı tabaklar, çatal, kaşık yoktur. Memurun şaşkınlığı artarak sürer. Bulguru yemekte zorlanır, çünkü taşlıdır. Yiyemez, yufka ekmeğiyle yetinir. Alınır, içinden kızar ve sofra kalktıktan sonra Muhtar'a sorar: “Yahu muhtar,” dedi. “Kusura bakma ama, aklıma bir şey takıldı. Şurada bin yılın başında köyünüze bir yolum düştü. Konuğunuzum. Yoğurttan kaymaktan vazgeçtim. İnsan şöyle taşsız bir bulgur pilavı yapar da önüme koyar be yahu? İki kaşık yağ cızırdatır da üstüne döker. Ben her zaman evinize gelip giden biri değilim. Niye böyle yaptı nız? Acaba farkında olmadan bir kusur mu işledim de böyle önüme bile bile taşlı bulgur çıkardınız?” (Sy. 80) Sayım Memuru yakınarak sorar ama, pişman olur. Sonrası, bir felaketin çığlığıdır. Muhtar güm güm göğsünü yumruklamaya başlar, gözünden yaşlar boşanır. Sonrasını okuyalım: “Afandi, Afandii! Bilmisen ki bu toprağın ötesinde neler var? Bu toprağın gerisi tekmil mezardır ha, mezar!.. Bu köyde iki namaz arasında tam on yedi çocik ölmüştür…” (Sy.81) “Yoooh! Yoooh!.. Afandi öyle değil… Bizim çocuklarımız boğmacadan, kızamıktan ölmemiştir. Açlıktan ölmüşlerdir, açlıktan!..” (Sy.82) Memur anlamakta zorlanır: “Nasıl?.. Açlıktan mı?” diye hayretle sordu. “Açlıktan bunca çocuk nasıl ölür? Hangi dünyada yaşıyoruz? At sırtında vilayet merkezi buraya yedisekiz saat ancak çeker. Koskoca vilayetin burnunun dibinde nasıl bu denli açlık yaşanır da on yedi çocuk birden ölebilir?” (Sy.8283) “…Az önce senin önüne çıkarabildiğimiz taşlı bulgur, bu köydeki son bulgurdu…” (Sy.83) “Kıtlık geldi kapımıza dayandı. Vilayete dilekçe verdik, cevap gelmedi… Biz büyükler otla, neyle idaremizi ederiz ya, çocuklarımız ne olacak, diye sormuşuz. Bebelerin ağızları yaşlanmış, yalama olmuş. Avrat göğüsleriyse kapkara birer marsık. Çareler içinde çareler aramaya başladık. Sonunda akıl etti birimiz. Dedi, daha önce mallarımızı kesim için mezbahaya götürüp satmaz mıydık? Dedik, heye! Ne var bunda? Diyenimiz der ki, kesilen malların kanları mezbahada boşu boşuna akıp gediy. Kesimciler fışkıran kana bazen ağızlarını tutup içiyler. Taze kan diri, pehlivan yaparmış insanı diye. Tez elden birkaçımız gidek, rica minnet edip isteyek o kanları da, tuluklarımızla ge tirek. Bakarsın geçimimiz güler biraz… Düşünüp taşındık. Dedik, iyi fikir… Hemen dizine kuvvet birkaçımız tuluklarla geceden düştüler yola ki, sabah kesimine yetişeler. Devlikesi günü gidenlerimiz göründü. Çerçöp toplayıp yaktık ateşimizi. Kurduk kazanımızı. Kan dolu tulukları boşalttık kazana. Koyulaşıp pıhtılaşmıştı iyice. Tüz biber attık. Suyla sulandırıp kan çorbasını karıştırdık. Herkes toplandı. Dedik her şey sırayla. Acele etmeyin! İlkin çocukların açlığını halledeceğik. Asker usulu girdiler sıraya. Tortulaşmış kapkara kan lapalarını koyverdik önlerine. Kimi ayakta, kimi yerde bir yiyişleri vardı ki…” “Ah Afandii, Afandiii! Keşke yemeselerdi. Keşke gözlerimiz kör olaydı da, çocuklarımızın o hallerini görmeyeydik… Kan bekleyince zehirlenirmiş meğer. Daha sıra bizlere gelmeden, sancıdan kıvranmaya başladı çociklar. Karnını kursağını tutan mı istiysen, bağıra çağıra kıvranan, kendisini yerden yere vuran mı? Fazla söze ne hacet? O gün iki namaz arası tam on yedi yetim çocuk arkası arkasına, bağıra bağıra, gözlerimizin önünde öldüler…” (Sy.8384) Hiçbir yazar, maddi temeli olmaksızın bu tür öyküler yazamaz. Belki yazar da inandırıcı olmaz. Ama Osman Şahin'in öyküleri inandırıcıdır. Çünkü toplumsal gerçekliğin bire bir içinde, sadece gözlemle yetinmeyen, yaşayan biridir de. 5. 'Kırmızı Yel', mutlaka okunması gereken bir kitap. İki nedenle: 1. Yerel şiveyle bezeli dil ilk kitap olmasına karşın çok yetkin ve yer yer, öykülerin bütünlüğü içinde şiirsel. Öykülerde öyle güzel, özgün anlatımlar söz konusu ki, bunlardan bazılarını aktarmazsam olmaz. “Tenimiz kanı unuttu.” (Sy. 15) “…muskasız insan, susuz balığa ben zer,..” (Sy.15) “Bahar ağzı sarı çiçekler almış ortalığı.” (Sy.17) “…ekinin tümü güneşle toprağın tadını almış.” (Sy.17) “Sesi daha iki aylık.” (Sy.19) “.., yüzüne azıcık bir gülme çaldı.” (Sy.21) “Avuçlarının içini ilk kez bir terin gelip ıslattığını hissetti.” (Sy. 24) “… gözleri, duman kapmış gibi şaşkınca sancılandı.” (Sy.26) “Daralan canı bedenini boşamamış, yeniden yeşermişti.” (Sy.30) “Bulutumuz taş gibi kısır çıktı.” (Sy.46) Bunlar, sadece bir bölümü. Öyküleri okumak gerek. 2. Öykülerin temelinde uzlaşmaz bir çelişki var: Feodal ağayoksul köylü çelişkisi. Öykülerin mekanı olan köylerde anlatılan hayat, bu çelişki temelinde şekilleniyor. Öykülerde sert bir toplumsal eleştiri var. Ağır, ciddi bir eleştiri. Ama haklı ve doğru. Bu sorun, Cumhuriyet'in mutlak çözmesi gereken en temel sorunlardan biri olarak halen varlığını sürdürmektedir. Öykülerimiz, romanlarımız toplumsal sorunlarımızı sürekli gündeme getiriyor, dikkatimizi çekiyorlar. 'Kırmızı Yel', yeniden yayımlanarak bu görevini bir kez daha yapıyor. Kimi okuyucuların, bu sorunlar ne ki, artık daha ağırlarını yaşıyoruz, diyeceklerini sanıyorum. Doğrudur. Bu kitap, toplumumuzun yeniden düzenlenerek, adil, hakça, özgür ve bağımsız bir düzene kavuşması gerektiğinin aciliyetini ve yazarların toplumsal sorumluluk çapının ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anımsatıyor. Örnek alınmalı. ? [email protected] Kırmızı Yel Acenta Mirza/ Osman Şahin / Can Yayınları/ 148 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 916 SAYFA 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle