22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Dağlarca Şiir” denmesi; görünen dağların ardında görünmeyen şiir dağları da olduğu düşünülürse; nice şiir anlayışına yol açan bir imge gücüyle yaşamayı kucaklıyorsa; Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya yakışan bir söz. Bir dağa uzaktan bakıyor gibiyiz. Doğasıyla, börtü böceği, yamaçları, koyakları, uçurumlarıyla o dağı tanımıyoruz. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler okuyan Yahya Kemal diyor ki: “Bu şiiri okudum, okudum, sabahtan beri, bir şey anlamadım. Bu şairi beğeniyorlar, bense hiç anlamıyorum.” İmge yoğunluğu, anlam boşlukları bir şiiri anlamayı zorlaştırabilir. Kimi zaman anlamak, şiirin dokusunu bozar. Belki sezgilerimiz anlamayı aşan bir güç kazanır: “Yarı karanlıklar ki sahipsiz Ve mavi serçeler sabahtan erken. Çocuğum şarkı söyle sokaklarda Sesin güzelliğini kaybetmeden.” Dağlarca’nın 70 yılı aşan şiir yürüyüşünde “sözcüklerle görmek”, dile değişik bir yoğunluk kazandırmıştır. Göz sesinin tınısında sözcüğün kösnüllüğünü sezmek, ancak sözcüklerle görmesini bilen bir ozanın hüneridir: “Üst üste oluşur yoğunlaşır boşluk Tınılar göz sesigöz sesleri ilk devinim Doğrulur birinci söz Kim geçerken neyi geçerken Sen misin o mudur ben miyim ha Yaklaşırlar mı uzaklaşırlar mı Saydam sevişmelerle kim geçerken neyi geçerken Başımızı döndürür sözcüklerbirdenbire Benek bile yoktu ki görülebilsin çizgi İmgeydi sürez İçimiz allak bullak Kim geçerken neyi geçerken’de Evrensel güzellikten kişi yalnızlığına doluşur uzak çekimi Özel taslaklarıdır binlerce görüntü İşte kim geçerken neyi geçerken Varlığın yaratılmamışlığı parlar parlamaz Kuş tanır yağmur damlasında kendi bakışını Dört yöne muştular aydınlığı mavilik Başlangıcımız dişi ya da erkek soyunmuş sözcükler midir Kim geçerken neyi geçerken.” İlk şiirlerinden son şiirlerine doğru, sesin kösnüllüğünü duyarak, yaşamanın anlamına vararak bir uzun yürüyüş içindedir Dağlarca. Görünmez çizgilerin belirmesi için sürezin imgeye dönüştüğü, düşlem gücümüzde çoğaldığı bir şiir bu! “Dağlarca Şiir” denmesi; görünen dağların ardında görünmeyen şiir dağları da olduğu düşünülürse; nice şiir anlayışına yol açan bir imge gücüyle yaşamayı kucaklıyorsa; Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya yakışan bir söz. Bir dağa uzaktan bakıyor gibiyiz. Doğasıyla, börtü böceği, yamaçları, koyakları, uçurumlarıyla o dağı tanımıyoruz. Belki de Dağlarca’nın şiirinde yol aldıkça kendinize rastlayabilirsiniz. Nasıl bir insandı kendi? Dağlarca kendi’yi tanıtır bize: “Su içiyordu kendi Ceketini çıkarıyordu kendi Yürüyordu kendi Yazmasını sürdürüyordu kendi.” Dağlarca’yı okurken çocuğun “kamaşan zihninden” kuşun ilk kanat çırpışına, “Tanrılama”nın gizeminden ölümü arka bahçesine dek bilinmeyen bir dünyada “kendi”yi arar insan. Yeter ki o şiirin seçeneklerinde kendine bir yol bulabilsin. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. B ir ozanın üretkenliğiyle şiirinin görkemini adıyla bütünleştiren “Dağlarca Şiir”, 5 Nisan 2000 tarihinde Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi’nin düzenlediği bir etkinliğin adıydı. Ancak Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya yakışan bu söz, Talat Sait Halman gibi değişmeceli söze anlam derinliği kazandırmasını bilen bir ustanın işiydi. Dağlarca’nın şiirini değişik yönleriyle ele alan bu toplugörüşmeler yapıldığı zaman ozanın 109 şiir kitabı varmış. Günümüze doğru daha 7 yıl geçmiş olmasına karşın kitap sayısının 138 oluşuna şaşmamak gerekir. Fazıl Hüsnü Dağlarca şiir soluduğu için, şiir solumanın yaşamak olduğuna inandığı için, ölüme aldırmıyor. “Geceye karşı koymak”, ölüme direnmek anlamına geliyor. Dağlarca, üç genç öğretmen adayına şiirlerle yaşamanın ne demek olduğunu anlatıyor: “Ben bütün kitaplarımda yeni soluklar içindeyim. Bütün kitaplarım benim atalarımdan kalma yaşama belgelerimdir. Benim yapıtlarımda Türk coğrafyası nasıl yaşıyorsa, ben de evren coğrafyasında öyle yaşıyorum. Bu yaşama da, ilk sözlerimde belirttiğim gibi bitmez tükenmezdir” (HAYAL, Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Ben Ölüme İnanmıyorum. Kişi Ölmez. Neden? Çünkü Yaşamak Ölmez”, Konuşanlar: Osman Temel, Soydan Terzi, Osman Yavuz Eren, TemmuzAğustosEylül 2007). Yaşamayı özümsemiş usta bir ozanla söyleşmek, onun sözlerinde şiirin gizlerine varmak, nice yorumlardan daha anlamlıdır. Dağlarca, bir dizenin hazırlanışında nasıl bir birikim olduğunu anlatıyor: “Otun dediğini de işitmek, binlerce yıl önceki yarım kalmış bir dizeyi de görmek zorundadır. Bir şair istese de istemese de kendi dilinin en eskilerinden yararlanmak zorundadır. Bunu, taklit ederek değil, yaşayarak yapmalıdır.” Dağlarca 74 yılı bulan şiir yolculuğunda nice anlayışa kapı açan bir birikimin ozanıdır. Gene de akım anlayışına aldırmayan, bağımsız bir ozan olmanın tadını çıkarır: “Benim akımdan makımdan haberim yok. Edebiyat eleştirmenleri şiirde belli bir şeyi ele alırsa buna akım diyorlar. Şiirde kafiyeyi atacaksınız. Onun yerine mantıklı cümle koyacaksınız. Kafiyeyi kenara çıkarıp kıvamlı hale getireceksiniz. Akım böyle olur. Şöyle yapmakla, böyle yapmakla akım olmaz.” Dilimize alıştırdığımız öyle olgu sözler var ki, çok anlamlı görünse de, nasıl açıklayacağınızı bilemezsiniz. Fazıl Hüsnü Dağlarca bunlara aldırmadan çağdaş şiirimizin dokusundaki imge yapısının özelliklerini sezmeye çalışıyor: “ ‘Kırılma Noktaları’ ne demek? Anlamadım. Yalnız kısaca şunu söyleyeyim: Yapmacıkla iş farklıdır. Böyle görüşler şiirin Tanrısal yapısını anlatmaktan uzaktır. Şiirde doğanın yapısına benzeyen imgeler vardır. Bunları sezmek, bunları konuşturmak, bunlarla muhatap olmak ozanın elindedir. Bütün din kitaplarında “Dağlarca Şiir” şiirsel bir tat vardır. Söz yapısı, konuşmanın ilk başında da söylediğim gibi, insanlığa, uygarlığa varma çizgisini gösterir. Dinler sonu gelmez uygarlığa uzanan ilk ellerimizdir.” KUTLUK’UN EVİNDE Dağlarca gibi bir ozanın sözleri şiirbilim anlayışını da gösterir. Böyle bir söyleşinin HAYAL dergisinde yayımlanması Dağalarca’yı daha iyi tanıtmış oluyor. Dağlarca “Yapıtlarımla Konuşmalar”da, “Kutluk’un Evindeki Konuşma”da kendi şiirbilimini yeterince açıklamıştır. Bu açıklamalar Dağlarca şiirine yeni yorumlar getirmeye engel değildir. İbrahim Kutluk eski Türk Dil Kurumu zamanından tanıdığım, divan şiirine yakınlığı olan, coşkulu bir kültür insanıydı. “Kutluk’un Evindeki Konuşma” 1972 yılında Cemal Süreya, Tahsin Saraç, Cengiz Bektaş, daha sonra Gündüz Akıncı’nın katılımıyla yapılan; Dağlarca’nın şiirine geniş ölçüde açıklık getiren bir konuşma olmuştur. Bu konuşma ses alma aygıtına çekilmiş, sonra yazıya geçirilmiş, “Dağlarca’nın Dedikleri Demedikleri” başlığıyla, gene 1972’de PAPİRÜS’te yayımlanmıştır (TÜRKÇEM BENİM SES BAYRAĞIM, Kutluk’un Evindeki Konuşma, Doğan Kitap, 1999). Dağlarca 138 kitap çıkarmış olmasına karşın “Çocuk ve Allah” en çok sözü edilen bir şiir kitabı olarak gündeme gelmiştir. Dağlarca “Çocuk ve Allah”ı kitaplarının bir “önsöz”ü olarak görür: “ ‘Çocuk ve Allah’, benim her zaman yakınımda olmuş olan, yakınımda kalacak olan bir kitaptır. Çocuk konusu benim hep içimde sıcaklığını duyduğum en büyük konumdur. Tanrı konusu da ilerde yayımlayacağım ‘Tanrılanma’ adı betikte de görüleceği gibi, hiç uzağımda değildir. ‘Çocuk ve Allah’ böylece hem en sonraki çocuk kitaplarımın, hem daha sonraki Tanrı kitaplarımın bir önsözü gibidir.” Dağlarca daha sonra “Tanrılanma” adıyla bir şiir kitabı çıkarmadı. Ama Tanrılanma anlayışını işlediği şiirleri oldu. Çocuksu duyarlılıkla gizemci düşünce, yaşamanın akışına, doğanın değişimine yeni bir anlam kazandırdı. KUÇURADİ’NİN EVİNDE Tahsin Saraç’ın ölüme yenilmediği, sağlıklı zamanlardı. Belki de 20 yılı aşan bir anıdır. Bir akşam Fazıl Hüsnü Dağlarca ile birlikte Güngör Dilmen, Tahsin Saraç, bir de ben, İonna Kuçurudi’nin evinde konuktuk. O akşamki şiir söyleşisi ses alma aygıtıyla saptanabilmiş değildir. Gene de Fazıl Hüsnü’nün öfkesini alaysamaya dönüştüren sözlerini yorumlamakla yetinmek gerekir. Güngör Dilmen, belki de yudumladığı viskilerin etkisiyle, Dağlarca’ya çıkıştı: “Siz ‘Çocuk ve Allah’tan sonra şiir yazmadınız” dedi. Dağlarca’ya içki koymaz. Elifi bile bozulmamıştır. Gene de yavaşça söylediği çıplak sözleri yorumlayarak örtmek gerekecektir: “Ben o zaman yaşamanın anlamına varmamıştım. Sevi ilişkilerini tanımıyordum. ‘Çocuk ve Allah’ benim şiirimin önsözüdür. Ben asıl şiiirlerimi ondan sonra yazdım.” İonna Kuçuradi’nin soylu güzelliği, incelikli davranışlarıyla sertleşebilecek bir tartışma yumuşayıverdi. Dağlarca şiirinin “Çocuk ve Allah” döneminde kalanlar ya Türkçenin gücünü, ya da değişerek gelişen şiiri anlamıyorlardı. Oysa ben de, Güngör Dilmen de, Tahsin Saraç da özleşen Türkçenin gücüne inanan edebiyatçılardık. Özellikle Güngör Dilmen; tarihten, söylencelerden aldığı konuları, tutkuyu yorumlayarak işlerken özleşme Türkçesini oyun dilinin görkemine dönüştüren bir yazardı. O akşam; en uzak, en aykırı sözcüklerin arasında bile gizli bir ilişki olduğunu düşündüren Dağlarca, birbiriyle ilgisi olmayan 20 sözcükle nasıl bir şiir kurulabileceğini de gösterdi. Dağlarca, sözcüklerle görmenin gücünü belirtirken özleşme Türkçesiyle dil içinde dil yaratmanın ustalığını da gösteriyordu. ANLAM BOŞLUKLARI Çocuk zihninin karmaşasında, aklımızın sınırlarında yoğunlaşan imgeleri yorumlamak yaşamanın gizlerini öğretebilir. Alıştığımız şiir, kendini açıklayan bir şiirse, okuyanda anlam boşlukları bırakan bir şiirin gizlerine varamayız. Fazıl Hüsnü’nün VARLIK’taki bir şiirini MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 Fazıl Hünü Dağlarca SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 916
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle