29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? lar duruverir. Bu kez de öyle oldu. Son yazısının üst başlığı, “Budak, şiirimizde tertemiz bir ses” biçimindeydi. Dilimdeki temizliğe, temiz Türkçeye göndermede bulunuyordu en başta. Biraz daha dışarıdan bakmayı başarınca, kılçıksız bir dilim olduğunu fark edebiliyorum. Dili temiz olmayanın içi temiz olur mu? İnsanı sevdiren güzelliği değil dilidir denmez mi? Derinliği barındıran bir yalınlıktan yana oldum hep. O çok bilinen söyleyişle, derin sanılsın diye suyu bulandırmadım hiç. En karmaşık görünen şiirim bile duru suları andırıyormuş; öyle yazıldı, öyle söylendi, oradan biliyorum. Dilini temiz tutan şair, gönlünü de temiz tutar, bunun çabasını verir en azından. “Yazmayınca kirlendiğim doğrudur” diye başlar bir şiirim; o hesap işte. Temiz yazdım, temiz kaldım demek ki. Dünya kirlendikçe ben yazmışım, ben yazdıkça dünya kirlenmeyi durdurmasa da yavaşlatmış olabilir (mi?). Kendi canını yakmayı bilmeyen şair yanan canı anlayabilir mi? Yalana kaçan nasıl olup da sahici olabilecek? Şiir doğruyu söyleme sanatından çok, güzel söyleme sanatıdır ama bir içtenlik sanatıdır da. Bütün iş sizin birikiminize, hünerinize bağlıdır. Şair vardır doğruyu savunamaz, şair vardır yalanı doğrudan daha doğru ve güzel kılar. Bütün bunlar bilinen şeylerdir de, yalana kaçmadan, kendi canımı yakmayı göze alarak yazışımın söylenmesi hoşuma gidiyor doğrusu. ŞİİRE YOLCULUK Bir dönem genel yayın yönetmenliğini yaptığınız Şiir Odası dergisindeki bir poetik yazınızda “ne romancı 'hayatım roman' diyenlerin arasından çıkmıştır, ne de şiir böyle bir hayat yaşadığını iddia edenlerin kaleminden” demişsiniz. Peki, siz neyi iddia etmediniz de, 'İmzası Gül' diye bize bir kitap verdiniz? Madem söz dergiciliğimden açıldı, yeri geldi, bu konuda yeni bir haber vereyim. İki arkadaşımın da katkılarıyla, Sincan İstasyonu adını taşıyan şiir dergisinin ilk sayısı eylül başında çıkmış olacak. İstanbul, İzmir istikametine giden, öteki yönlere doğrulan ve Sincan'da duran tren yolcularına dergimizi uzatacağız. Yolculukları şiire de olsun diye yapacağız bunu. Çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği bu yerden Türk şiirine dahil olacak, hoş bir ses vereceğiz. Şu an onun hazırlıkları içindeyim. Ne yapayım, şairin dediğince, “alkol kana karışmış bir kez.” Bakalım bu dergide daha neler yazacak, neler söyleyeceğim? Yazı konusunda da verimli sayılırım ya, dergicilik daha verimli hale getiriyor insanı. Görev duygusuyla yazmak da iyidir, alışkanlığın tazelenir. Neyse, sorunuza gelecek olursak. Şiir gibi bir hayat yaşamak başka, şiir yazmak başka bir şeydir. Büyük hayatlardan büyük yapıtlar çıkmayabilir de, sıradan gibi görünen bir hayatı yeğleyenlerden çıkabilir. “Odası dünyadan büyük” olup olmama ve bu dünyayı ifade edip edememeyle ilgilidir bu. Şair kumaşınız olacak bir kere. Dünyaya, insan ilişkilerine, nesneCUMHURİYET KİTAP SAYI düşündüğünü öğrenmiş olabilirsin. İlk ödülümden (1982 Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Ödülü) iyi para almış, bir devlet memuru olarak koca bir yılı para sıkıntısı çekmeden çıkarabilmiştim. Ondan sonrakiler ünüme ün kattı sadece (şaka şaka). Ödül dediniz de, en son Yunus Emre Şiir Ödülü bana verilmişti. Duyan bir Allah kulu oldu mu? Gerçekten merak ediyorum bunu. Sahi Yunus Emre hangi ödülü almıştı? BİR EVDE ÜÇ ŞAİR Kızınız, oğlunuz ve siz… Sizin de yazdığınız, daha doğrusu yazı başlığı yaptığınız gibi, “Bir Evde Üç şair” olur mu? Üç şair bir eve bu kadar sözcüğü nasıl sığdırıyorsunuz? Çocuklarımın ikisi de birer iyi şair bana kalırsa. Onların reklamını yaptığım sanılmasın da, gerçekten de örneğine kolay beri rastlanmayacak bir durum bu. Ben daha çok eşimin acıklı durumuna kısaca değinmiştim de, bizim gençlerin ne düşündüğünü öğrenmeye bakın siz. Enver Ercan, bu iki şair kardeşten karşılıklı bir konuşma yapmalarını istemişti. O konuşma yayımlandığında bu sorunuzun yanıtını da verecektir, daha başka şeyleri de. O küçük yazıya eklenen şiire “Koca dünya bir şaire dar iken / Aman Tanrım! Bizim evde üç şair” diye başlamıştım, bakalım onlar nereden ve nasıl başlayacaklar? Onu da göreceğiz. Son kitaplarınızdaki izlekleriniz; baba, ev, kadın ve şehirdi… Tezgâhtaki kitabınızın ki eminim vardır izle Abdülkadir Budak çocuklarının ikisinin de iyi birer şair olduklarını söylüyor. lere, velhasıl her şeye “şiirin sebebi” gözüyle bakmayı öğreneceksiniz. Bırakın ayları, yılları, şiirsiz geçen bir gününüz olmayacak. Gerisi zaten olur, arkası zaten gelir. “Gömleği Leylâ desenli” bir şair de olursunuz; “imzası gül” olan da. Bunlar önce birer şiir başlığı, sonra birer kitap adı, daha sonra da hatırlanmanızın, anılmanızın sebebi olur. Bu da ancak, “tekrar eden değil, ısrar eden biriyim” dediğinizde mümkün olur ama. Sizi öteki şairlerden daha ilk bakışta ayıracak olan imgelerinize, izleklerinize vefalı davranmak koşuluyla ama. Bu böyle olmuşsa, Mehmet H. Doğan'ın dediği gibi, şiirine yöneltilen sert eleştirilere karşın, “gocunmadan”, bildiğin yolda yürüdüğün için olmuştur. Fethi Naci, “ Her yazarın biyografisinde en az bir ödül olmalıdır” demiş. Bir değil, iki değil, üç değil, beş ödülün sahibi olarak hazır sizi bulmuşken uzun süredir merak ettiğim bir soruyu yönelteyim: Ödüllerin ağırlığının ve sorumluluğunun dayanılmaz hafifliğini hissettiğiniz zamanlar oldu mu? Birkaç ödüle değer görüldüm de, hiçbir ödülün bana ne bir sorumluluk yüklediği, ne de belli bir ağırlığı oldu. Ben bildiğim şeyi sürdürdüm hep. Ödül kazanmanın şöyle bir yararı oluyor belki; gençsen adın biraz daha duyuluyor, mucizevi bir biçimde kitabını basmak isteyen bir yayıncı çıkabiliyor. Seninle konuşma yapmak isteyenler çıkıyor, bir şeyleri bu yolla söyleme fırsatını yakalamış oluyorsun. Bunların birinde şöyle demiştim örneğin: “Şairin ödülü şiiridir.” Evet, öyledir de, istemem yan cebime koy demekten vazgeçelim. İnsanız, yazdıklarımızın bu biçimde de değerlendirilmesi iyi gelir. Ödül de bir eleştiri, yazdıklarınızı değerlendirme biçimidir. Ben her zaman ödül yerine iyi bir eleştirmenin kaleminden çıkan yazıyı yeğlerim de, jüri iyi şairlerden, şiirden gerçekten anlayan ötekilerden oluşuyorsa, niçin olmasın? Ödülün ağırlığına inanmakta direnen birkaç kişi kitabını bunun üzerine okuma, hatta üstüne yazma gereğini duyabilir, başkalarının ne 916 ği hakkında bir ipucu verir misiniz? Üstünde biraz daha çalışsaydım, toplu şiirlerin sonuna yeni kitabımı ekleyebilirdim. Turgut Uyar, Cemal Süreya ve daha başkaları, kuşağımdan Hüseyin Ferhad öyle yapmıştı örneğin. Ama bana göre doğru değildi bu. Yeni kitap, o külliyat içinde bağımsızlığını ilan etmekte zorlanabilirdi. Dağılmayı yaşamadan toplanmasına gönlüm razı olmamış demek. Öyle ya, toplu şiirler “şair jübilesi” değildi ki. Dediğim gibi, benim için on bir kitabın bir arada yapılan yeni basımıydı. Şiirle geçen 30 yılın dökümüydü. Görenler, okuyanlar olmuştur; Dalgın Rüzgâr “Kadavra” adlı bir şiirle bitiyordur. O da, düşmanlığı bile beceremeyen kimi tasfiyecilere, öteki “şair eleştirmenlere” verilmiş şiirsel bir yanıt olsa gerektir. Daha fazlası değil. Ben hemen her kitabımı, o güne dek tek tek yayımladığım şiirlerin toplanma yeri olarak değil de “kitap” gibi görmeye, oluşturmaya çalıştım. Bunda yarım kaldığım da oldu, Yanlış Anka Destanı, Ahşap Anahtar ve Ev Zamanı adlarını taşıyan kitaplarımda olduğu gibi temayı bütüne yaydığım da oldu. Hazırlanmakta olan yeni kitap bundan biraz sıkıldığımı gösterecek gibi duruyor. Çok aykırı olmamakla birlikte, biraz daha uzak durarak buluşmayı göze alan şiirlerden oluşacak. Adımın “şiir teknisyeni”ne çıkmasından korkarım. ? Dalgın Rüzgâr/ Abdülkadir Budak/ Yapı Kredi Yayınları/ 374 s. SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle