29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hoş yazı dediğim de ne? Kitaplardan içeriye giremedim ki daha? Ama söz, bir başka yazıda çok değerli kitapları, öteki yazılarıyla birlikte olacağız Ersin'in… Bu kez onu tanıtmış olmakla yetineyim istedim yalnızca, kentliliğinin gösterenlerini önemsediğim için. Prof.Dr.Ersin Doğer M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı Ersin’in İzmir’i, “İzmir’in Smyrna'sı”... rsin, oturmuş İzmir'in Karşıyaka'sına, pencereden öteleri süzüyor: “Evimdeki çalışma odam Küçük Yamanlar Tepesi'ne bakar. Yılın her günü, her türlü ışık altında silueti sürekli değişen tepeyi çocukluğumdan beri tanırım. Yıllardır üzerindeki ve çevresindeki değişiklikleri gözlemeye çalışırım. Gerek zirvesindeki gerek güneye bakan yamaçlarındaki yara izleri benim hatırlayabildiğim tarihlerden önce de oldukça hırpalandığının işaretleridir. Güney yamacında çürük bir diş gibi duran büyük oyuk bir zamanlar tepenin taşocağı olarak işletildiğinin kanıtıdır. (…) Tepenin tarihsel kaderini belirleyen asıl büyük tahribat kayalık zirve üzerinde bir su deposu yapımı ile gerçekleşmiştir. (…) Bu su deposu zirvedeki bir tarihöncesi höyüğün tümüyle tahrip edilmesine yol açmıştır. Kazı sırasında höyüğü oluşturan kültür tabakaları yok edilmiş, birbirine karışmış ve çevreye saçılmıştır. Böylece Karşıyaka'nın erken tarihine ilişkin kanıtların büyük bir kısmı yok olmuştur.” Nerede okudum bu satırları? “Miko” adlı “mevsimlik Ege kültürü dergisi”nde… (Kış 2004, s.2; Can Yücel Sokak, 11/A, Alsancak İzmir, 232.4632657, www.mikocafe.com) Adını ilk kez duyduğum bir dergi, ama kent kültürü oluşturma, kentlilik bilinci yaratmaya odaklanmış benzersiz güzellikte bir dergi, hayranlıkla okudum elimdeki sayıları… Ersin kim peki? Ersin Doğer, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı öğretim üyesi. Ama bundan önce İzmirli, üstelik eski bir arkadaşım da benim. Aradan onca yıl geçtikten sonra 14 Şubat Dünya Öykü Günü etkinlikleri için İzmir'e gittiğimde buluşabildik ancak Ersin'le. Koltuğu kitap dolu… Önce adlarını sıralayayım: Antikçağda Amphoralar (Sergi, 1991), İlk İsyanlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi (Sergi, 1998), Antikçağda Bağ ve Şarap (İletişim, 2004), İzmir'in Smyrna'sı/ Paleolitik Çağdan Türk Fethine Kadar (İletişim, 2006). Bir bilimcinin kuşkucu olgunluğuyla, kendi kendineliğiyle bakıyor öyle… “İzmirli” dedim onun için, nereden geliyor İzmirliliği, nasıl bir evriliş gösteriyor? E ÇOCUKLUĞUN DAMLASINDAN OLGUNLUĞUN PINARINA... Kentlilik, kentte yaşamak, kentin nimetlerinden yararlanmak, olanaklarından pay almak anlamına gelmiyor. Kentli olabilmek için “kentin taa içinde” yer alabilmeniz gerekiyor. Ne demek bir kentin içinde yer almak? Kentlilik yönünde refleks kazanmış olmak, kenttaşların gözüne girmeyi değil, onlarla çatışmayı göze almak, kentlilik ruhunu giyinmiş değil sindirmiş olmak, sonuçta elbette kent aydını olmak. Ersin'in İzmirliliği, kentlilerin görevini, sorumluluğunu, kent aydını olmanın işlevini göstermesi bakımından bana ilginç geldi. Gelin bir bilimcinin çocukluğundan CUMHURİYET KİTAP SAYI bilimciliğine uzanan süreçte ortaya çıkan kentliliğine, kentlilik bilincine göz atalım birlikte, kendi satırlarıyla tanıyalım onu… “Bazı edebiyat tarihçilerine ve eleştirmenlerine göre yazarlar ürünlerini çocukluklarıyla birlikte dolmaya başlayan bilinçaltlarına borçludurlar. Ben edebiyatçı değil, bir araştırmacıyım, ama bir gün tüm akademik kariyerim boyunca yaptıklarımı bilinçaltımın yönlendirdiğini fark ettim.” (2004, 10) Bilinçaltı, Ersin'e üç sinyal gönderiyor: 1. “Testilerle ilgilen!” (12), 2. ”Şarap ile ilgilen!” (13), 3. “Bağcılık ile ilgilen!” (14) Oysa Ersin'in çocukluğu bu üç öğeyle haşır neşir geçiyor denebilir. Ancak zorlu mu zorlu yıllar bunlar… Örneğin testiler konusu… “Lise yıllarımda birkaç yaz tatilini testi ocaklarında yevmiye ile çalışarak geçirmiştim; bazı arkadaşlarım babadan dededen testiciydi, hâlâ testicidirler. (…) Zor işti testicilik, çamurluydu, isli ve dumanlıydı, kısacası meşakkatli işti, nankör işti; üretimin her aşamasında dikkat isterdi, yoksa günlerce süren mesainiz, verdiğiniz emekler bir anda heba olurdu.” (11) Örneğin şarap konusu… “Ailemin erkeklerinin en azından yüzyıldır sağlıklarını ve hayatlarını kaybetmelerine yol açan ciddi bir 'içki tüketim alışkanlığı'nın olumsuz etkilediği çocukluğum ve gençliğim aklıma geldiğinde içkiden nefret etmesem dahi mesafeli davranmayı tercih ediyordum.” (13) Örneğin bağcılık konusu… “…Çocukluğumun büyük kısmı işgücüne en fazla ihtiyaç duyulan temmuz, ağustos ve eylül aylarında Menemen Ovası'nda bağlarda geçmişti. Üzüm kestim, kelter taşıdım, üzüm bandırdım ve her çocuk gibi tıka basa üzüm yedim.(…) Kuru üzüm üretimine dönük olan bağcılığımız bağbozumu şenliklerinden yoksun, hızlı, sinirli ve meşakkatliydi. Geceleri kuru üzümün kaç para edeceği tartışmaları, yağmurun sergideki üzümleri çürüteceği endişesi, sivrisinek saldırıları karşısında yakılan tezek dumanına bulanmakla geçerdi. Yılanlar ve akreplerle mücadele de cabası.” (13,14) Ağır yaşam koşullarına karşın, bilinçaltının gönderdiği sinyalleri kabullenip kolları sıvıyor yine de Ersin… Neden? İZMİRLİ OLMAK, İZMİR’İN İÇİNDEN OLMAK... Gençlik yılları hep acılarla örülü Ersin'in… Klazomenai (Urla İskelesi) kazılarıyla bilimsel etkinliklerine başlarken öncesini de şöyle özetliyor İzmir bilimcisi: “Yaşım otuzu geçiyordu ve eğitimime neredeyse 8 yıl ara vermiştim. 1973 yılında Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalından mezun olmuş, ardından Kültür Bakanlığının açtığı müze asistanı sınavını başardığım halde 1,5 yıldır tayin bekliyordum. Bu arada Sümerbank Genel Müdürlüğünün açtığı sınavı da kazanmış, Sümerbank Ankara Şubesinde 5 yıl kam916 biyoculuk yapmış, sonra mesleğe geri dönmüştüm. Arkeolog olarak bir banka şubesinde neden çalıştığımı soranlara en sonunda bir açıklama bulmuştum. Türkiye'de arkeologlar eğer bir müzede iş bulamazlarsa ya Sümerbank'ta ya da Etibank'ta çalışmak zorundadırlar diye kestirip atıyordum. “İki yıl İzmir Arkeoloji Müzesi’nde asistan olarak çalıştıktan sonra, yeni kurulan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’ne uzman olarak girdim. Akademik kariyeri başaramazsam uzmanlık, beni emekli oluncaya kadar kimsenin rahatsız edemeyeceği bir kadroydu.” (10) Tam o sıra Prof.Dr.Güven Bakır, Ersin'i Klazomenai kazısına çağırır, böylece bilimin güzelim kapısından, o büyülü dünyadan içeri adım atar Ersin Doğer… Protohistorya ve Önasya Arkeolojisinden Klasik Arkeolojiye geçmeyi, bunun için gereken tüm çabayı göstermeyi de göze alarak… Sonra işte bilinçaltından gelen o üç çağrı: Testiyle, şarapla, bağcılıkla ilgilen! “Eh ben de testileri ile meşhur Menemen kökenliydim” diyerek girişir işe: “Sanırım bu, Türkiye'de ticari amforalarla ilgili yapılan ilk akademik çalışma idi. (…)/ Biz incelemeye başladığımızda, kırıktılar, çatlaktılar, eksiktiler, 2500 yıldan beri boştular. Ama bu testiler hayatlarının bir dönemlerinde ticari değeri olsun olmasın muhakkak bir sıvı, kuvvetle muhtemel ki sıvı bir gıda taşımış olmalıydılar. …Antik yazar ve hekimler 2000 yıl öncesinin Klazomenai şarabı üzerine bilgi vermişlerdir. … Klazomenai'de kent yönetimi ile vatandaşlar arasında geçen bir olayda zeytinyağı üretiminden de söz e(dil)mekteydi. (…) Bu iki sıvı gıda (şarap ve zeytinyağı) ekmek ve balıkla birlikte Antik dönem beslenmesinin temel taşlarını oluşturmuştur. Günümüzde keyif veren bir içki olarak bilinen şarabın antik Helen toplumunda temel gıda olması çocukluğundan beri şaraba mesafeli davranan benim için şaşırtıcı bir durumdu.” (11,12) Sıra geliyor şarapçılıkla bağcılığa: “Modern Avrupa'nın temeli olan GrekoRomen uygarlığı ve kültürünü oluşturan unsurlardan en önemlisinin sadece tüketmek değil, üretmek olduğunu fark ettim ve inanılmaz bir bibliyografya ile karşılaştım. (…) Bunlar ülkemizin de geçmişinde bağcılığın ve şarapçılığın ne denli önemli olduğunu göstermeleri bakımından benim için ilkti ve ilginçti. (…) 'Bağcılığın ve şarabın anavatanı Anadolu'dur' klişesi ile ifade edilen bir 'tarihçe' ile değil, sosyal ve ekonomik ağırlıklı bir 'tarih' disiplini ile karşı karşıya geldim. (…) (Annem 'içkiye karşı soğuk'tu ama) tüm geçimlerini bağcılık ile sağlayan bir ailenin de üyesiydi…” (13) Bundan sonrası su gibi akacaktır. Nitekim “…bağ ve şarap sanatının bugün ulaştığı noktanın arkasında binlerce yıllık bir birikim” gören Ersin, “…akademik yaşamı(n)ı “bağlar(ın), içkiler(in) ve testi ler(in)” (14) belirleyeceğini anlamıştır artık. İZMİR BİLİMCİLİĞİ... Prof.Dr.Ersin Doğer, kentlilik bilincinin oluşması yönünde üç temel dayanağa yaslanıyor denebilir: 1.Menemenli olmak, 2.Karşıyakalı/İzmirli olmak, 3.Aiolis, İonia kökeninden gelen Egeli olmak. “Çocukluğu(n)dan beri kasabasının sadece 'Kubilay'ın kesilmesi' ile hatırlanmasının acısını içinde hissetmiş biri olarak”, ailesinin yüzyıllık geçmişini barındıran kente (kasabaya) özgülediği kitapla kolayca aşılamayacak bir eşik koyuyor Menemen tarihine: İlk İsyanlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi. Klazomenai kazılarıyla birlikte amforalara yöneliyor: Antikçağda Amphoralar. Ardından genetik bir şifre gibi içimize işlemiş olması gereken bağcılığa, şarapçılığa getiriyor konuyu: Antikçağda Bağ ve Şarap. İzmir'in kuruluşunun sözümona beş bininci yılı kutlanırken, kentinin bundan çok daha gerilere giden bir tarihe sahip olduğunu gösteriyor öteki kimi bilimcilerin de katkısıyla, onları yanına alarak: İzmir'in Smyrna'sı/ Paleolitik Çağdan Türk Fethine Kadar. Bunun için Menemen'in, yanı sıra Körfezin kuzeyi güneyi ile tüm Aiolis, İonia dağlarını karış karış dolaşıp elden geçiriyor neredeyse. Sonra mahfellerde öteki kentlilerle gizli örgüt kurarcasına bir araya gelip İzmir için neler yapabileceklerini tartışıyor. Yazıyı bitirip de arkama yaslanınca telefon açtım, Ersin'i Yenişakran'ın doğusunda Yund Dağlarının eteklerinde buldum. İzmirliliğinin yeni serüvenlerine doğru kulaç atıyordu dostlarıyla. Fotoğrafını istedim yazı için. Hoş yazı dediğim de ne? Kitaplardan içeriye giremedim ki daha? Ama söz, bir başka yazıda çok değerli kitapları, öteki yazılarıyla birlikte olacağız Ersin'in… Bu kez onu tanıtmış olmakla yetineyim istedim yalnızca, kentliliğinin gösterenlerini önemsediğim için. İzmirli, Menemenli, sözün özü Egeliyseniz eğer, bir çalımcık olsun havasını soluyup ürperdiyseniz denizlerinde, suyunu yudumladıysanız toprak testilerinden, buğusu üzerinde dolgun tanesiyle üzümünü ezdiyseniz damaklarınızda, kavrulduysanız bir katrecik şarabında bin yıllık âşık gibi, “Gâvur İzmir”e “Gâvur” diyen kendini bilmez cibilliyetsizlere inat okuyun diyeceğim o zaman bu kitapları… Kentinizle, kentliliğinizle gurur duyuyorsanız Ersin'le de gururlanacaksınız, benim gibi… 9 Eylül'ünüz kutlu olsun benim cânım kentlilerim! ALTYAZI: Böyle bir İzmir yazısından sonra, hazır güz de yetişmişken on beş güncük bir Dionysos şenliği yapmaya çıksam o yakalara, bağışlarsınız herhalde? 27 Eylül'de görüşmek üzere efendim… ? SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle