22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Günümüz dünyasına dair sorunlar açısından ciddi bir bilgi ve mantık zenginliği ile örülmüş, ancak bunların, liberalizmin biricik çözüm olduğu fikrine bağlandığı bir kitapla; özetle sıkı ve rafine bir ideolojik manipülasyonla karşı karşıyayız. Erdoğan AYDIN Kritik S on dönemlerde demokrasinin olanaklarını kullanarak onu istismar edenlerden hareketle, demokrasinin çözümsüzlüğü ve özgürlükler adına kısıtlanabileceğine dair teorizasyonlara tanık oluyoruz. Diğer yandan bu antidemokratik yaklaşıma sahip olanların demokrasiyi sadece seçilmişliğe ve çok partililiğe indirgediklerini görüyoruz. Oysa böyle bir tanım olsa olsa yüz yıl öncesi için anlamlı ve ilerletici olabilirdi. Batıda Hitler'in seçimlerle iktidara gelişi ve sonrasında yol açtığı felaketler yanı sıra İslam nüfuslu ülkelerde de İslamcılığın aldığı toplumsal destek, bu bakış açısınca kullanılıyor. Sayıları artan böylesi deneyler ışığında demokrasiyi yeniden anlamlandırmak, daha doğrusu onu böylesi kaba algılamalardan, demagojik yüklemlerden kurtarmak gereksinimiyle karşı karşıyayız. Öncelikle netleşmemiz gereken bir nokta var: 1789'dan bu güne insan hakları bildirgelerinde yaşanan zenginleşme ve nihayet günümüzde sosyal hakların, keza kimlik haklarının da insan haklarının olmazsa olmaz öğeleri haline gelmesi gibi demokrasi kavramı da artık ne Yunan sitelerindeki ne de yüzyıl başındaki anlamıyla sınırlı. Daha yakın zamanlara kadar kadınlar ve siyahların seçme hakkından yoksun olduğu Amerikan sistemine de demokrasi denilirdi. Oysa bu hakları çiğneyen bir rejime bugün demokrasi diyemeyeceğimiz açık. Bu noktada ikinci bir sorun da, demokrasiyi ancak liberal öntakısıyla değerli bulan, dolayısıyla onu küresel Pazar ideolojisi önünde secdeye yatıran teorizasyonlardır. GÜNCELLEŞEN TARTIŞMA Bilindiği gibi içeriğindeki özgürlükçü vurgudan hareketle liberalizm, günümüzde demokrasinin ölçütü haline getirilmektedir. Ancak serbest piyasanın sınırsız özgürlüğünce, yani mülkün ve sömürünün dokunulmazlığınca belirlenen bu açılım, demokrasinin içeriksizleştirilmesi anlamına geliyor. Dünyanın ezilenleri ise bu sürece sosyal demokrasi ve sosyalizm kavramsallaştırmasıyla yeniden açılım üretiyor. Özetle demokrasi, serbest piyasa temelinde onu daraltmak isteyen liberallerin aksine, toplumun eşit haklılık ve özgürlükler temelinde yeniden yapılandırılması ekseninde ele alınmak zorunda. İçinde yaşadığımız küreselleşme çağında demokrasi kavramı artık ciddi bir ideolojik mücadele alanı. Nitekim bu konuda 90'lardan itibaren dünyada çok sayıda araştırma yayınlandı. Müslüman ve Hindu kökenli ve halen ABD'nin önde gelen liberallerinden Fareed Zakaria'nın “Özgürlüğün Geleceği / Yurtta ve Dünyada İlliberal Demokrasi” (Kırmızı Yayınları) adlı kitabı, bu alandaki önemli çalışmalardan biri. Kuşkusuz kitap, birazdan da değineceğim gibi, önemiyle ters orantılı yanlış, liberal bir bakış açısının bayraktarlığını yapmak gibi ciddi bir sorunla malul. Bununla birlikte dünya çapında yürüyen demokrasi tartışmasına, gerek demokrasinin teorisi gerekse de dünyadaki demokratikleşme (veya bu ad altındaki demokratikleşememe) pratiklerine, kendi durduğu yerden dikkate değer açılımlar getiren bir çalışma. FARKLI OKUMALAR Kitap, demokrasinin ciddi bir tartışma alanı olmaya başladığı Türkiye'de de karşılığını bulmakta gecikmedi ve mevcut Liberalizmden Özgürlük Çıkarmak! saflaşmasında karşıt duruşlara sahip iki önemli köşe yazarının irdelemelerine konu oldu. Önce Özdemir İnce, Hürriyet'te ( Demokrasi ve Özgürlüğün Geleceği), sonra da Taha Akyol, Milliyet'te (Hangi demokrasi) kitaba ilişkin değerlendirmeler yaptı. Her iki yazar da, Türkiye'deki demokratikleşmenin tıkanma noktalarından hareketle yaptıkları açılımda, Kitabı, kendi duruşlarının referansı olarak kullandı. Ö. İnce, “Kitabı demokrasi sahtekârı İkinci Cumhuriyetçilere, Yeni Mürtecilere ve 'İlliberal' neoliberallerimize tavsiye edeceğim” diye yazarken, T. Akyol da, “demokrasi, cumhuriyet, liberalizm gibi büyük felsefelere ilişkin tartışmalarda son derece yararlı olacak bir kitap” diyerek tavsiye etti. Görüldüğü gibi kitap, liberal yazının oportünist karakterinden olacak, önemi ve güncelliği yanında farklı okumalara da olanak veren bir muhtevaya sahip. Ben, Zakaria'nın bu kitabına bir başka açıdan yaklaşmak, reddettiğim dünya görüşünün bütünlüğü içinde anlamlandırarak irdelemek istiyorum. Zakaria tipik bir liberalin refleksiyle bakmış dünyaya. Bunu Sosyalizm adına kurulan ülkelere bakışında olduğu gibi İslam ülkelerine bakışında da net olarak görüyoruz. Bütün liberal çözümlemelerde gördüğümüz gibi Zakaria da, emperyalizmden söz etmemek, çok uluslu şirketlerin dünyanın bütününde yürüttüğü tahakkümcü politikanın neden ve sonuçlarını görmezden gelmek gibi yaklaşım sunmuş. Bu ise başlı başına bir sorun. AHLAK VE NESNELLİK YOKSUNLUĞU Zakaria, Dünyanın en eski ikamet yerleri Şam'ın, Bağdat'ın, Kahire'nin başkenti olduğu ülkelerin içine düştüğü zavallı duruma değiniyor. Bu gerçeği birilerinin hatırlatması gerekmekte kuşkusuz. Ama bu gerçekteki paylarını unutmamak kaydıyla! Üstelik sermayenin sınırsız dolaşımı ve sömürüsüne engel olan her türden direnişin aşağılanması üzerine kurulmuş bir perspektifin ahlaki olamayacağı da açık. Emperyalizmin dünya üzerinde mutlak bir üstünlük kurduğu bu küresel koşullarda dünyanın her zamankinden daha adaletsiz, barıştan daha uzak olduğu gerçeğini de bizim Zakaria'lara hatırlatmamız gerek. Irak'ın “bir megolomanyağın elinde es Fareed Zakaria, tipik bir liberalin refleksiyle bakmış dünyaya. ki halinden çok şey kaybettiği” üzerine sayfalar döktüren Zakaria'nın, Saddam'ın iktidar süreci yanında bugünkü mevcut yıkıntısından da asli sorumlu olan ABD'nin kötü misyonunu sorgulamayan bir demokrasi ve özgürlük çözümlemesinin ne denli eksik ve çarpıtıcı olacağı açık. Ha keza, ABD'nin Venezüella tarihindeki emperyalist misyonu ve halen Allende'ye karşı uyguladığı yöntemleri uygulamaktaki pervasızlığı eleştirilmeden, Chavez'in Venezüella'yı “felakete”, “yüz yıl geriye götüreceği” iddiasının, nesnellikten ve ahlaktan yoksunluğu da… “Arap ülkelerinin neredeyse tamamı küreselleşmenin beklenmedik bir dönüşümüyle, bugün 40 yıl öncesine göre daha az özgürdür” diye yazar; ama söz konusu dünyanın, bir iki istisna dışında ABD'nin ağır kontrolü altında yaşadığına ve bu gerilemede, emperyalist pervasızlığı engelleyen Sovyet faktörünün ortadan kalkmasının rolüne değinmez. Zakaria, “yalnızca terörizmle değil, terörizmin kökleriyle de savaşmalıyız” diyerek şiddet ortamındaki yoksulluk faktörüne işaret eden, hiç olmazsa sistem içi bir yönelimle, “yoksulluğu yok etmek için yeni bir Marshall Planı” önerenlere bile, “El Kaide terörist ağı, fakirlerden ve garibanlardan oluşmuyor” pervasızlığıyla itiraz eder. Yani İslamcı radikalizmin Amerikan ürünü Yeşil Kuşak'ın çocuğu olduğu ve dünyadaki adaletsizlikten güç alarak meşrulaştığını unutmamızı ister. Zakaria'nin çizdiği resimde ABD, Arap ülkelerine neredeyse karşılıksız para dağıtan, kıdemli diplomatlarıyla daha fazla özgürlük talep eden bir hayırsever bir demokrasi gönüllüsü durumundadır. UZMANLARA HAVALE DEMOKRASİ Kendi anlamlandırdığı “özgürlüğün geleceği için”, “artık politikada ihtiyacımız olan daha çok değil, daha az demokrasidir” diyerek baklayı ağzından kaçırdığı zamanlar da olur. (260) Oysa demokrasiyi değersizleştiren şey kendisi değil, onun bir bütün olarak ve kurumsal iç tutarlılığıyla uygulanmaması, egemen güçler tarafından orasından burasından iğdiş edilmesidir. Milliyetçi ve dinci manipülasyonla demokrasiden uzaklaştırılan kitlelerin antidemokratik tercihleriyle demokrasinin kendine yabancılaştırılması bunların başında gelir. Böylece demokrasi bizzat onun öznesi olması gerekenlere katlettirilir. O zaman 'çoban' gereksinimi doğar ki bu 'çoban' bazen emperyalizmin tekerine çomak sokan kişiler de olabiliyor görüldüğü gibi. Böylesi durumlarda liberal demokrasi teorisyeni Zakaria'lar, kuyruklarına basılmış gibi bağırmaya başlar; özgürlüklerin erdemleri üzerine söylenceler döşenirler. Ama aynı Zakaria'lar, kendilerinden yana süreçler özgülünde illiberal (özgürlüksüz) demokrasinin hem kalkınma hem de gerçek bir demokrasiye gidişte daha uygun olacağını teorileştirirler. Kendi liberal demokrasilerinde bile Federal Rezerv, yüksek mahkeme ve orduya, parlamentolardan çok daha fazla güven belirtilmesinden hareketle, aslında işlerin seçim dışı kurumlarla iyi yönetilebileceği fikrini işlerler. Kuşkusuz “demokrasi paspas altına atılmasın” der Zakaria, ama çok da ciddiye alınmaması gerektiğini anlatır. Örneğin yaşamsal alan ekonomi demokratik düzenlenmemelidir! “Bu alanda politika yapımında gündelik siyasetten uzak tutulmalıdır. Bir üçüncü dünya ülkesinin maliye bakanı, bütçesini, üzerinde değişiklik yapılamayacak bir paket olarak oylamaya sunabilmelidir!” Tabii bunu öne sürebilirken, bizlerin de, üçüncü dünya ülkesi ekonomilerinin, bu teknik adamlar elinde, egemen çıkarlarca değil de halkın ortak çıkarları temelinde yönetildiğine inanmamızı bekler. Özetle Zakaria, yozlaşmış geri ülke sistemlerine karşı küresel sermayenin dayatmalarını tercih etmemiz gerektiğini söyleyerek, bizi 'şerler' arası 'ehven' olanla yetinmeye ikna etmeye çalışır. Kuşkusuz sosyal politika eksenli bir hukuk ve ekonomi ortamında işlerin uzmanlara bırakılması savunulabilir; ancak mevcut anti sosyal yapı ve faşizan hukuk koşullarında uzmanlara bırakılacak bir 'demokrasi', kurdun kuzuya tesliminin teorizasyonundan başka anlama gelmez. Çin Rusya karşılaştırmasından hareketle Zakaria, önce demokrasinin değil liberalleşmenin kurumsallaştırılmasının, yani önce sermayenin hareket serbestiyetinin güvence altına alınması gereğinin altını çizer. Özgürlüğün geleceğini kapitalizmin kurumsallaştırılmasına bağlar. Oysa bu eskimiş görüşün tersine özgürlüğün geleceği, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesinden ve buna eşlik etmek üzere kapitalizmin hareket alanının toplum lehine kısıtlanmasından geçiyor. Çünkü demokrasi, seçimden öte bir şey olduğu gibi liberalizmden de çok öte bir şey. SIKI DÜŞMAN Evet, günümüz dünyasına dair sorunlar açısından ciddi bir bilgi ve mantık zenginliği ile örülmüş, niteliği yüksek, Hundigton'un, Fukuyama'nın kitaplarından daha popüler, bu bağlamda okunması gereken bir kitap sunmuş bize Zakaria. Bir dizi nesnel saptamanın, bir dizi ilginç bilginin de arada yeraldığı, ancak tüm bunların, liberalizmin biricik çözüm olduğu fikrine bağlandığı bir kitapla karşı karşıyayız. Hastayı, emperyalizmin midesine uzanan bir göbek bağıyla dolaştıracak bir reçete ile… Özetle sıkı ve rafine bir ideolojik düşmanla karşı karşıyayız. Dolayısıyla kitabın önemli birikiminden faydalanırken, neoliberalizmin kara deliğine savrulmamak için, demokrasi ve küreselleşme konusundaki sosyalist uyarılara her zamankinden çok gereksinimimiz var. ? KİTAP SAYI 907 SAYFA 26 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle