05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitap İçin LVIII Selçuk ALTUN “Cemil Köksal’ın Anısına” 1426 551’inci notumda, ilk romanımın anlatıcısını kurgularken dostum bankacı Tayfun Bayazıt’tan kısmen esinlendiğimi itiraf etmiştim. 2007’de, o Yapı Kredi’ye genel müdür olarak geri döndü. (Roman gibi.) Sabahattin Kudret Aksal (19201993) Tayfun’un annesinin amcası olurdu. 1990’larda Tayfun da Yapı Kredi’de görevliyken, onu YKY’ye kazandırmak için önemli şair ve yazar Aksal’ın eşini ziyarete birlikte gitmiştik. Tayfun Yapı Kredi’den ayrıldıktan sonra gönüllerimizin Nobelisti Yaşar Kemal de YKY yazarları arasına katılmıştı. 13.09.07 akşamı bu kez, birlikte küresel yazarımızın evine gittik. Yaşar Kemal’i dinlerken sanki kaleydoskopik bir zaman tünelinde safariye çıkmıştım. Anlattıklarını paragraf paragraf hafızama nakşettim. Ona, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor’u imzalattım. (Daha sarsıcı bir yaşamöyküsü okumadığımı yineliyorum.) “Ayşe” diye hitap ettiği donanımlı eşi Boğaziçi Üniversitesi’nden sınıf arkadaşımdır. Biz kendisini “Semiha” diye çağırırdık. Issız caddeye indiğimizde üzerimizde tatlı bir yorgunluk vardı. Bir süre yerimden kımıldamadım; Toroslar’dan seğirten yorgun bir rüzgârın yüzümü okşamasını bekledim sanki. Eve dönünce Ağrıdağı Efsanesi’nin finalini yeniden okudum. Bir hikmeti var! 1427 24.09.07 Uğruna Mahmudiye, Tirebolu, Ayvalık, Buenos Aires, Boston, New York ve Baltimore’lara gittiğim beşinci romanım Senelerce Senelerce Evveldi’yi sonunda bitirince, bir üniversite diploması almışçasına rahatlamıştım. Ertesi gün, aynı sokağı iki yıldır paylaştığım gizemli dostlardan ayrılmanın burukluğunu yaşadım. (İlham perisinin beni bir yıl rahat bırakması ricasıyla…) 1428 26.09.07 Gözde yerli TV kanalım İZ’de önce “Narlıkapı Çıkmazı” tabelasını görünce, bir Aydın Boysan belgeseli daha izleyeceğim için keyiflendim. Aydın Boysan (doğ.1921) tanımaktan gurur duyduğum kişilerdendir. Yeri zor doldurulur bir entegre yetenek ve yaşamseverdir. YKY’den çıkan anı kitaplarını (Yüzler ve Yürekler, İstanbul’un Kuytu Köşeleri, Nereye Gitti İstanbul) özellikle öneririm. 1429 28.09.07 Bedri Baykam’ın İstanbullulara armağanı, Piramit Sanat ve kültür merkezinde onun son sergisini (You Are My King) izledim. Küresel mesajları olan bir etkinlikti. Serginin bilahare bir sponsor desteği olmaksızın New York ve Pietrasanta’ya (İtalya) götürülmesi uyuşuk sanat dünyamız için bir olaydır. 1430 29.09.07 (İstanbul Bienali’nin artık küresel sanat takviminde önemli bir yeri var.) Nur’la 10. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında, Karaköy Antrepo’sundaki yapıtları izlemeye gittik. Isınma turu sırasında görevli bir genç kız yaklaşıp, “Üniversiteli sanatseverlerin bienali ücretsiz izleyebilmeleri için sürdürülen bağış kampanyasına katılır mısınız?” dedi. Ben, “Olur” deyince; “Ama benim makbuzum yok” demesini önce bienal şakası sanmıştım.Orta yaşlı göstermeme inadındaki bir görevli erkişi, yaşlı ama dirayetli bir gruba bienali gezdirip, yapıtlar hakkın “Seninle bir yıl görüşmeyelim ilham perisi” da açıklamalarda(?) bulunuyordu. Gruptan bir bayanın rehberlerine, “Siz olmasaydınız biz bunları anlamadan çıkıp gidecektik” dediğini duydum. İyi niyetli kadıncağıza yaklaşıp, “Bir yapıt bittikten sonra kimsenin onun hakkında son sözü söyleme hakkı yoktur; sanatçısının bile! Kendinizi zorlasaydınız, belki rehberinizden daha anlamlı bir şekilde deşifre ederdiniz önünden geçtiklerinizi” diyebilmek isterdim. Giriş katının bir köşesi boş bırakılmıştı. Yoksa küratör, “Ey izleyici, bu mekânı da sanal birikiminle sen doldur” mu demek istiyordu? Solumdaki ferah pencereye yaklaştım; İstanbul bir 19. yüzyıl gravürü gibi somurtuyordu. Diğer pencerede bir yorgun şileple neredeyse burun buruna geldim. Bir vince, Japonya’dan mı ithal jipler yüklenmişti. Şakacı vinç ülkemizin yeni konuklarını sağa sola sallayarak sanki eğleniyordu. Bakar/kör gibi seğirtmeyen için aslında İstanbul’da yaşamak bir bienal süreç. Karşısına çıkan ilk güdük ağaçta bir heykelsel alımlılık bulanlardan umut varım. 1431 Edebiyatçılar Üzerine (Elias Canetti, Çev. Gürsel Aytaç Payel). Edebiyatçılar kendi aralarında çekilir gibi değildir. Onların nasıl olduğunu anlamak için, başka insanlarla bir aradayken görmek gerekir. Ben Freud olsaydım, kendimden kaçardım. Ne çok insanı tehlikeyi göze alarak keyifle doldurmuştur Nietzsche. Sonunda o tehlikeler devam etti ve insanlar perişan oldular. Schopenhauer’in biricikliği: Budist paranoyak olması. Sen ne oldun ki? Dostoyevski’den korkuyorsun! Tanrı’dan sonra en çok sevdiğim şey Tolstoy’dur. 1432 Neler mi okumak isterdim: Doğan Hızlan’dan Yazar, Şair, Sanatçı ve Müzisyen Portreleri / Hulki Aktunç’tan Ayvalık Günlükleri / İbrahim Yıldırım’dan Hal ve Zaman Mektupları’nın Devamı / Şiir fidanı Gonca Özmen’den Şiirler… 1433 Bir Proje: Bir anlatıcısı UYKU diğeri GECE olan bir kıs(s)a roman. Bir Antiproje: Romanlarımın anlatıcıları bir araya gelip bana komplo kuruyorlar. Bir tanesi gammazlık ederek. O haini ben de elime geçirmek istiyorum… 1434 The Blind Eye’dan (Don Paterson): Balina okyanusa, kuş gökyüzüne, insanoğlu düşlerine. O ne zaman bir İncil okuyan görse, “Anlatıcı sonunda ölüyor” diye okurun kulağına fısıldardı. Ne zaman günlüğüyle haşir neşir olan birini görsem, aynı hınzırlığı yapmak gelir içimden. Bir gazeteci olarak mesleğinin yüz karasıydı, demek ki mesleğinin yüz akıydı. …Pessoa’yı okumazsanız onu daha çok seversiniz. Kendilerine de yabancılaşanların sığınacağı iki yuva kalmıştır; manastır veya sahne. 1435 Ekim ürünü kitap önerileri: CanAndrey Platonov (SEL), Muzaffer Şerif’e Armağander. Sertan Batur, Ersin Aslıtürk (İLETİŞİM), Kendi Kendinin Terzisi Bir KamburSevgi Özdamar (YKY), Hasta Hayat Depolarık. İskender (SEL), Suskunlarİhsan O. Anar (İLETİŞİM)… 1436 Dil ve Yazar’danEmin Özdemir (TDK, 1973): Banarlı’nın, Türkçede yeni bir musıkî yaratmak için (^) işaretine olan bu aşırı tutkusu, Ahmet Haşim’in “Son Şarklı” adını taşıyan bir yazısını anımsattı bize. Ahmet Haşim, o yazısında Süleyman Nazif’in ölümünden duyduğu üzüntüyü belirterek onun, sözcükleri kullanmadaki gücünü ve ustalığını vurgular. Şöyle der bir yerde: “Süleyman Nazif, elifba içinde bilhassa ‘a’ harfine hayrandı. Seçtiği ekseri kelimelerde bu harf kuvvetle hâkimdir. Onun için üslubu bir hitabet lisanı gibi derinden derine gelen garip bir ses ile dolu idi. Onu okuyan adam, bağıran bir adamı dinliyorum sanırdı ve önünde matbaa harfiyle basılmış bir sahifenin durduğunu unuturdu.” (Bize Göre, s.115) Banarlı da, sözcüklerin hecelerini uzatmayı seviyor. Gerekli gereksiz, hecelerin başına bir şapka geçirmekten çok hoşlanıyor besbelli. İnsan, onun yazılarını okurken sözcüklerin ardında, ses tellerini ve hançeresini zorlayan gerilmiş bir yüzü görür gibi oluyor. 1437 Menderes Demokrasi Yıldızı? (Şevket ÇizmeliArkadaş, 2007), (Sayfa 683): Adı geçen kitapta örtülü ödenekten (195060) karşılanıp, Yassıada duruşmalarında Adnan Menderes’e zimmet çıkarılan harcamalardan örnek dökümler de var. Edebiyat ve basın aşkına yapılanlardan; Şevket Bilgin 74 bin TL, Recep Bilginer 10 bin TL, Yusuf Ziya Ortaç (Akbaba) 33 bin TL, Ali Naci Karacan (Milliyet’in kurucusu) 5 bin TL, Peyami Safa 16 bin TL, Etem İzzet Benice 15 bin TL, Demokrat İzmir 21 bin TL, Necip Fazıl ve Neslihan Kısakürek 147 bin TL… 1438 k. İskender’den “turfanda şiir”: ohrid Göl konuşur; şuur ateşi yükselmiş çocuk gibi hırçın ve alabildiğine masum, suyu okşar suyun hududunu korkutur Koku budur; der; soyunan bir kız kadar biberce esmer gecenin alnı zaman, gecenin kırık dizleri giden yolcuya tahammülsüz giden yolcuda siyah ter Göl konuşur; söz sevdalandıkça cahil ürpermeye giden yolcu yolun anlamında silinir o da o yola taş olur.. yiter.. çünkü çıplak göle girmez yalnız ölüler 1439 “İlköğretimimizde başlı başına bir inanç ve meslek sahibi olan rahmetli İsmail Tonguç için anma töreni yapanları takdirle ve saygıyla kutlarım. İlköğretim tarihimiz, enstitüleri kurmasiyle ve Köy Eğitiminin esaslarını kavramasiyle mümtaz bir insan olarak daima onu şükranla hatırlayacaktır. Toplantıda bulunanlar huzurunda, İsmail Hakkı Tonguç hatırasına minnetlerimi ve saygılarımı ifade etmeyi vazife sayarım.” İsmet İNÖNÜ Türk eğitiminin sembol adı öğretmen, yazar, araştırmacı İsmail Hakkı Tonguç’a (18171960) çelme takılmasa, kuruculuğunu yaptığı köy enstitüleri (19401954) kuruluş amacına uygun bir şekilde yaşatılsa mevcut sığlık katsayımız bu denli yüksek çıkmazdı kanısındayım… 1440 10.10.2007, İstanbulLondra Uçağı: Yan koltuktaki Hürriyet’i Doğan Hızlan’ın yazısını okumak üzere ödünç aldım. Yazdıklarıyla değil de, edebiyatdışı girişimleriyle küresel gündem maddesi olabilen Elif Şafak’ın (küresel soyadıyla Shafak) Frankfurt Kitap Fuarı’nda ülke edebiyatı adına(?) ön planda bulunmasına şaşırmadım ama midem kalktı! (İstanbul’a dönünce bakın ne duydum; Türkiye, 2008 Frankfurt Kitap Fuarı’nda şeref konuğu olacağı için temsili bir bayrak alması gerekiyormuş. Bayrağı, Kültür Bakanı’nın önerisiyle Elif Shafak’ın alması kararlaştırılmış. Tören sırasında bir bakanlık yetkilisi son anda öne fırlayarak bayrağı ele geçirmiş. Bu konuda kimi tebrik etmek gerekir bilmiyorum ama Elif Shafak’ın neden olduğu edebi trajikomediler hakkında özel bir yazı yazmak istiyorum. Bu konuda duyarsız edebiyat âlemine de kızgınım.) 1441 15.10.2007! Nâzım Hikmet ve Oktay Rifat çevirmeni Ruth Christie ile Selçuk Berilgen tarafından İngilizceye çevrilen dördüncü romanım Annemin Öğretmediği Şarkılar; Songs My Mother Never Thought Me başlığıyla bir bağımsız yayınevi tarafından İngiltere’de yayımlanacak. (TELEGRAM etiketiyle Haziran 2008’de Londra’da çıkacak kitabın tekstini okuyan editör Rebecca O’Connor’ın, “Biz bu kitabı yayımlamaktan gurur duyarız” demesi yaKİTAP SAYI İsmail Hakkı Tonguç, Arifiye Köy Enstitüsü’nde kendi yaptığı bankta dinlenirken (1940’lar). ? SAYFA 8 CUMHURİYET 929
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle