05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mustafa Kemal yeri geldikçe en yakınlarına cumhuriyetle, devrimlerle ilgili görüşlerini açıyor, onların tepkisine göre, çalışmalarını gizli tutmaya çalışıyordu. (...) Mustafa Kemal’in devrimci yalnızlığı, çevresinde pek az güvenilir kişi kalmasındandır. K urtuluş Savaşı nelerden kurtulmanın savaşıydı? Paylaşımcı devletlerin Anadolu’ya saldığı Yunanlılardan mı? Paylaşımcı devletlerden mi? Halife güçlerinden, iç ayaklanmalardan, kaçaklardan, döneklerden kurtulmanın savaşımı mı? Bir avuç Anadolu insanı Mustafa Kemal’in buyruğunda nasıl bir güç oluşturmuştu ki, olanaksızın üstesinden gelebilsin? Bütün bunlar bir yana, yeni bir devlet kurmaya inanan Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’na başlarken, eski geleneklerle de savaşıma girişmenin gereğine inanıyordu. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet Devrimleri bir bütündür. Savaşın barışla sınırlanan belirli bir zamanı vardır. Ama devrimler sınırsız bir süreçtir. Çünkü barış anlaşması, karşıdevrimcilerin geri çekileceği anlamına gelmez. Onlar hep eskiye dönük bir değişimin özlemi içinde, gelenekçi bir eylemin izini süreceklerdir. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Devrimci yalnızlığı semeyen, benimseyince de saptırılmış bir biçimini benimseyen bir yönetimin çağcıllığından da, özgürlükçülüğünden de söz etmek zordur.” Devlet örgütündeki askerlerin yönetime el koymaları karşısında Hilmi Yavuz soruyor: “Egemenlik, ‘kayıtsız koşulsuz’ kime aittir? Millete mi, yoksa Milletle birlikte Devlet’e mi?” Demokrasinin tanımları yapılırken “haka karşın halk için” anlayışı siyasetçilerin işine gelmiyor. “Nabza göre şerbet” verilirken yozlaşan siyaset ortamı devrimcilerin yalnızlığına yol açıyor. Din özgürlüğünün sınırlarını belirlemek istemeyen, gelenekçi bir yönetimin, özerk kuruluşları da ele geçirme çabası içinde oluşu; “Cumhuriyetin sonu mu?” sorusunu akla getiriyor. Erendiz Atasü’nün yanıtı daha gerçekçidir: “Yanıtı tarih verecek ve belki de tarih diyecek ki, Atatürk Cumhuriyeti’ni sonlandıran süreci, Atatürk’ün adını en çok anan rejim, yani 12 Eylül askeri ve sivil otoritesi başlatmıştır.” Demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerde hep devrimci güçler acı çekmiş, buna yol açtığı ileri sürülen ilerici partilerin seçimleri kazanma olasılığı kalmamıştır. Bu iki yönlü temizleme eylemi tutucu partilerin işine yaramıştır. Parti içi yönetimi ele geçirmekte başarılı olan ilerici partiler kendilerini yenileme olanağını bulamadıklarından, o hantal yapıları içinde, halktan uzaklaşmışlardır. ÇIKAR İLİŞKİLERİ Giyimkuşam devriminden yazı devrimine, dış yüzümüzden iç yüzümüze doğru, aydınlık bir Türkiye’nin doğuşunu nasıl bir yarın bekliyor? Günümüzde de simgesel giyimler, simgesel bıyık kesimleri, sakal bırakmaları var. Eski yazıya dönmemizi isteyenler, liselerde Osmanlıca okutulmasını önerenler de var. Ayrıcalı bir durum sağlanacak da, imam hatip okulları normal liselerin işlevini mi görecek? Osmanlı devletinde medrese öğrencileri askerlik yapmazmış. Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde İngiliz Büyükelçisiyle Konya’ya gelen Mustafa Kemal bir medreseyi de gezer. Medreseyle ilgili bilgiler veren “müderris”, öğrencilerin askerlikten bağışlanması için Mustafa Kemal’den söz vermesini ister. “Bu konuyu daha sonra konuşuruz” demekle yetinen Mustafa Kemal İngiliz Büyükelçisinin yanında konuşmak istemez. Ama müderrisin üstelemesi karşısında; “Biz vatanın kurtuluşu için savaşıyoruz. Medrese öğrencilerine ayrıcalık tanıyamayız” diye kestirip atar. Cumhuriyet Devrimleri’nin bütünlüğü içinde halifelik kaldırılınca, tekkeler, zaviyeler kapatılınca; kim bilir nice çıkar ilişkisi de sona erdirilmiş oldu. Şimdilerde yurdumuzda 78 tarikatın kendi inanışları doğrultusunda tapındıkları söyleniyor. Hani şeyhler, müritler toplumu olmayacaktı Türkiye? Atatürk’ün ölümünden sonra, onun partisi, şeyhlerle ağaların gücünü kullanarak siyaset sapmadı mı? Yararlı tarikatlar da olduğunu söyleyen siyasetçiler yok muydu? Karşıdevrimciler şeyhin, ağanın gücünden kolayca yararlanırken, gerçek devrimciler ilkelerinden ödün vermemek adına, bu yarışın dışına mı itilecek? SEVGİ BEKLEYEN ANADOLU İNSANI Devrimin gücüne inananlar için savaşım sona ermiş değildir. Yenilgilerden geçmek bir başka güç kazandırır insana. Yeter ki içi tiksinti ile değil, sevgiyle dolu olsun. Anadolu insanıyla bütünleşmek için ona hoşgörüyle, sevgiyle yaklaşmak gerek. Tanrı’ya, o “Sonsuz Güç”e inanarak Anadolu insanını anlamak, onun iç dünyasını öğrenmek gerek. Onu, aldatılmış insan olmaktan kurtarmak için, önce sevgisini kazanmaya çalışmalıyız. Siyaset, yenilgilere katlanmasını bilme; öfkeyle değil, sevgiyle nice zorlukların üstesinden gelme işidir. Kırılarak, küserek devrimci yalnızlığına düşmek, insanlardan umudunu kesmek demektir. Gerçek devrimcinin buna boş vermeye hakkı var mı? Ali Nejat Ölçen 14 yıldır iki ayda bir Türkiye Sorunları diye bir kitap dizisi yayımlıyor. Bu kitapçıklar satılmıyor, ilgi duyanlara gönderiliyor (OranZühtü Tigrel Cad. Çarşımerkezi C2 blok No: 303 Çankaya/06450/Ankara). Ali Nejat Ölçen’in ilgi bekleyen, sevgi bekleyen Anadolu insanının dağınıklığını anlattığı bir şiiriyle yazıya son veriyorum: “Sen ki 1920’lerde coşku doluydun dip diri Anadoluydun. Mermin yokken mavzerinde urbaların yırtıkken üzerinde, yedi düvele karşı direndin emperyalizmi dize getirendin. Yüreklere umudun serinliğini taşıyandın bağımsızlığımız için yaşayandın bu topraklara kök salan çınardın sen umursamazlığı kınardın sen. Nasıl oldu da birden iki büklüm eğildin sen böyle değildin, onurun mu kalmadı bilincinde, usunda, nasıl oldu da miskinleştin sen ki karanlığı kovan aydınlığa eştin. 2007’nin Temmuzunda, sorumlulukların omzunda yüzde ‘kırk altılar’a katıldın? bir avuç bulgura, fasulyaya satıldın. nasıl oldu da birden bezdin? Mustafa Kemal’ler kurtarmasaydı ülkemi tapınağın havra mı olacaktı, kilise mi bilemezdin. Boynunda haçın, kim bilir kimin koynundaydı ananla, bacın.” Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. DEVRİMCİLER İLE KARŞI DEVRİMCİLER Mustafa Kemal gibi bir devrimci, daha Sakarya Savaşı’nın yazgısı belli değilken, bağımsız bir devletin simgesi olan ulusal marş düzenlemenin bilinci içindeydi. Osmanlı devletinin böyle bir sorunu olmadığı için ulusal marşı da yoktu. Mustafa Kemal yeri geldikçe en yakınlarına cumhuriyetle, devrimlerle ilgili görüşlerini açıyor, onların tepkisine göre, çalışmalarını gizli tutmaya çalışıyordu. Tevfik Fikret, “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin” demiş. “Uzun yola hüküm giyenler” için inançlı yol arkadaşlarıyla birlikte olmak gerekir. Devrimlere inanmayanlarla yola çıkılmaz. Mustafa Kemal, “1926 İzmir Suikastı” girişiminin elebaşlarından Ziya Hurşit’e sorar: “Ziya Hurşit, ben sana ne yaptım? Sen bana nasıl kıyacaktın?” Ziya Hurşit dargın bir öfkeyle bakar Mustafa Kemal’e: “Sen bizi neden bıraktın?” der. Demek ki bırakılmışlık duygusu, kırgınlıktan öfkeye dönüşürken bir insanın öldürülmesi bile göze alınabiliyor. Köklü bir toplumsal değişime girişirken karşımıza alacağımız kişilerden her türlü kötülük beklenir. Üstelik dış güçlerin kışkırtmasıyla ayaklanmaya kadar giden olayların kanla bastırılması, karşı devrimcilerin sinmesine yol açmıştır. Giderek bu sinmeler, değişim için güç oluşturacak bir beklentiye dönüşmüştür. Öncü eğitimcilerden Mustafa Necati’nin ölümü üzerine Mustafa Kemal demişti ki: “Şimdi ölünecek zaman mıydı, be çocuk!” Bu söz “Güney” filmindeki devrimci Gordo için söylenen sözü anımsatıyor: “Öldüğü için onu bir türlü affedemiyorum.” Mustafa Kemal’in devrimci yalnızlığı, çevresinde pek az güvenilir kişi kalmasındandır. Anlamadan, körü körüne ona bağlı olanlar, devrimlerin sürüncemede kalmasına, yara almasına yol açmışlardır. Olumsuz etkilerin giderilmesi kolay olmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüden sonra yönetime geçenler; “Atatürk devrimleri arasında birtakım boşluklar bulunduğunu, yeni yönetimlerin görevi o boşlukları doldurarak, halkın daha kolay benimsemesini sağlamak olduğunu” söyleyerek daha esnek bir tutum sergilemişlerdir. SAYFA 20 Kurtuluş Savaşı’ndan gelen devrimci anlayış, çok partili demokrasimizde yerini demokrasiyle uzlaşmaya bırakınca, karşıdevrimciler, gelenekle yitirilen değerlerin kazanılması adına, toplumsal değişimi eskiye dönüştürme çabasına girişmişlerdir. Cumhuriyet devrimleri bir aydınlanma eylemiydi. Ne var ki Cumhuriyet Halk Partisi anlayışından gelenler halkla bütünleşmesini bilemedi. Halka korku salarak seçim kazanma yolunu seçti. Oysa bu tutum halkın ters tepkisine yol açtı. DEĞİŞİK GÖRÜŞLER Adalet Ağaoğlu bu görüşü şöyle açıklıyor: “Türkiye Cumhuriyeti devleti, bütün evreleriyle ortada ki, milletin hizmetinde bir devlet olacağı yerde, milletini sopayla, dipçikle hizmetine koşan bir devlet olmuştur. Üstelik bürokrasinin apoletli bölümü ‘memleketi koruyup savunma’yı milleti evlatlık yerine koymakla bir saymıştır. Bürokrasi halkı küçümsemiş, ona güvenmemiştir. İttihat ve Terakki ruhu, 1923 doğumlu cumhuriyetimiz bürokrasisinin ruhu, bedeni, her şeyi olup çıkmıştır” (Varlık, Cumhuriyetin Sonu mu? Yeni Bir Cumhuriyet mi? Ekim 2007). Tahsin Yücel sivil yönetimin uygar, çağcıl anlayış içerdiğini, laik düşünceyle bağdaştığını belirterek şu görüşe yer veriyor: “CHP’nin ya da DSP’nin ‘asker’liği, AKP’nin ‘sivil’liği nerden kaynaklanmada? Batı Avrupa dillerinde sivil (civil) sözcüğü uygalık (civilisation) sözüğüyle aynı kökten gelir, dinsel ve askersel olmayan, ‘uygar’, ‘çağcıl’ demektir, dinsel olmadığına göre, laikliği de içerir. Laikliği benim MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 929
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle