05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sabahattin Ali’nin öyküleri üzerine... Sabahattin Ali’nin öykülerinde hapishane 192830 yıllarında Almanya’ya giden Sabahattin Ali, burada kuramsal yönden kendini yetiştirmiş, dünya görüşünde önemli değişiklikler olmuştur. 1931 yılında Aydın Erkek Sanat Enstitüsünde Almanca öğretmeniyken “menfi propaganda” yapıyor diye ihbar edilip tutuklanan yazar, özellikle hapishane yoluyla tanıdığı yurt gerçeklerini, Almanya’da geliştirdiği dünya görüşüyle birleştirerek roman ve öykülerine yansıttı. Aydın’da bereat eden Sabahattin Ali’nin daha sonra özgürlüğü birkaç kez elinden alındı; Konya’da, Sinop’ta, İstanbul’da yattı. Hapishaneye girdikten sonra, Türk öykücülüğünde güçlü bir çığır açtı, bir ara bu türde tek ad olarak anıldı. manın ağzından anlatılır. KağnıSes’te yer alan Bir Şaka (1997: 175) öyküsü Konya Cezaevi’ndeki anılarıyla ilgilidir. S. Ali hapishane öykülerini, birinci kişili anlatımı yeğleyerek anı biçiminde ele alır, ancak kendisi olayların içinde değildir, gözlemci durumundadır. Yalnız Bir Şaka’da elinde kitap sandığıyla mahpushane mahpushane dolaşan bir aydın olarak kendisinden söz eder. Kurtulma umudu, özgürlük özlemiyle dolu bir mahpusa en kötü şaka, ona kurtulduğu yalanını söylemek olsa gerek. S. Ali, Cahit Bey, adında saf, dindar birine yaptığı böyle bir şakayı, hapishanenin genel havasını, mahpus psikolojisini uzun uzun betimleyerek anlatır. Burada yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: S. Ali olumsuz din adamı tipine (O dönem edebiyatında çok anlatılmasına karşın) öykülerinde yer vermez, ayrıca cinsel sorunlara da ilgi duymamıştır. Nitekim bilimsel düşünceden uzak, akla yatmayacak düşüncelerine, çağdışı inançlarına karışın, mistik saflığıyla Cavit Bey’i bize sevdirir. rışık bir hürmetleri vardır.” (1977a: 176) Duvar öyküsünde de bir mahpus şöyle diyor: “O akşam düdük çalıp herkes koğuşlarına giderken, Arap gardiyanın eline bir yirmi beş kuruşlukla bir tutam esrar sıkıştırdıktı.” (1997a: 186) Görüldüğü gibi suça eğilim burada da bitmemekte, aksine artmaktadır. S. Ali, yukarıda da söylediğimiz gibi, hapishane sorunlarını başlı başına ayrı bir sorun olarak ele almaz, hapishane gerçekleri daha çok ikinci planda, güçlü bir fon olarak işlenir öykülerinde. O, asıl buradan yurt sorunlarına ulaşır. Mekân olarak hapishanenin seçildiği öykülerinde, hapishanenin genel havası betimlemelerle anlatılır. Bir Şaka adlı öyküsünden aldığımız aşağıdaki bölüm buna bir örnek olabilir: “OLAY ÖYKÜSÜ” Aynı kitap içinde yer alan Duvar’da (1997a: 183) Sinop Hapishanesi’nde yarım kalan bir firarı anlatır. Onun öykülerinde gördüğümüz okuru şaşırtan çarpıcı son, bu öyküsünde de görülür. S.Ali’nin öykülerinde sonuç bölümü ya bir “facia”nın ya da şaşırtıcı bir olayın habercisidir. Onun öykü tarzı, olayları kesin bir sonuca bağlamaktan kaçınan, okuyucunun kafasında bir ufuk açıp bırakan A.Çehov’dan çok, Maupassant’ın geliştirdiği, “olay öyküsü” diye anılan öykü tarzına yakındır. Kafa Kâğıdı (1997a: 160) adlı öyküsünde yer gene hapishanedir. Yaşlı olması nedeniyle “yol parası”ndan yükümsüz tutulması gerekirken, nüfusa küçük yazılması yüzünden hapse atılan yoksul bir köylü anlatılır bu öyküde. Devlet görevlilerinin bilgisizliğinden, baştan savmacılığından ileri gelen bu yanlışlıkların doğurduğu kötü, gülünç sonuçları, usta bir mizah anlayışıyla ilerde bol bol işleyecek olan Aziz Nesin’den önce, S.Ali’de görürüz. Bu tür mizahın S. Ali’de başka örnekleri de vardır. Aynı mizah esintisini Bir Şaka’da da görürüz. Ancak içinde mizahi öğeler taşıyan öyküleri bile, sertliğinden, acılığında bir şey yitirmez. Yeni Dünya adlı kitabında yer alan Çaydanlık’ta (1997b: 28) mahpusları hastane koşulları içinde anlatır. Hastanede yatan beş mahpustan biri olan Süleyman Efendi öldükten sonra, başta karısı olmak üzere bütün yakınları onu unutup, kaybolan çaydanlığını bulma çabasına düşerler. İnsan ölümünün kaybolan çaydanlık kadar ilgi uyandırmaması vurgulanır. Sırça Köşk’te yer alan Katil Osman’da, (1997b: 157) adının boş yere katile çıkmasına, “Katil Osman” diye alay edilmesine kızarak, salt bu nedenle birini öldürüp gerçek katil olan bir mahpus anlatılır. Öyküde mekân gene hapishanedir. Katil Osman gibi, Orhan Kemal’de, Aziz Nesin’de örneklerini gördüğümüz, yaşadıkları gülünç olaylarla çevrede ilgi uyandırmış, acınası, zavallı insanları Sabahattin Ali hapishanelerde tanımıştır. ? Kemal ATEŞ A vrupa’da yaşamı altüst eden II. Dünya Savaşı’nın acıları içinde, Alman edebiyatını Nobel’e kadar götürecek olan ünlü yazarlar da pişiyordu. Ülkemizi pek çok yönden etkileyen bu savaşın olumsuz etkileri arasında, aydınyönetici çatışmasının şiddetlenmesi de vardır. Savaş ve savaş yıllarında konan sıkıyönetimle birlikte, devlet sanata karşı hoşgörüyü büsbütün yitirecek, bundan sonra hapishanelerde pişen Türk yazarları, edebiyat dünyamızda en önde yer alacaklardır. Köy enstitüleri nasıl halk çocuklarını aydınlar arasına katan bir okul olmuşsa, hapishaneler de çoğu aydınımızı halka yaklaştıran, halk arasına katan bir okul oldu adeta. Yoksul halk kesimini hapishanelerde tanıyan bir yazar kuşağı yetişti. “Hapishaneci aydın” soğuk savaş yıllarında geri kalmış ülkelerin önemli bir gerçeği oldu. Türk edebiyatında hapishaneyi anlatan ilk öykücüdür Sabahattin Ali. Dört duvar arasında pek çok yoksunluklar, çirkinlikler içinde yaşayan, özgürlüklerini yitirmiş insanların yaşamı, ilkin onun öyküleriyle edebiyata girdi. Daha sonra Orhan Kemal, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Kerim Korcan, Aziz Nesin, Nihat Behram gibi yazarların yapıtlarında, hapishane gözlemleri önemli bir kaynak oldu. Yazarın ilk öykü kitabı olan Değirmen’de yer alan Candarma Bekir (1997: 104) öyküsünde hapishane yer olarak geçer. 1934 yılında yazılan bu öyküde, Halil Efe adında bir mahpusun kendisine eziyet eden Jandarma Bekir’i öldürmesi, kahra Yazarın bütün öyküleri arasında seçip yukarıda tanıttığımız altı öyküde de yer hapishanedir; konuları mahkumların yaşamından alınmıştır. Elbette hapishanenin onun üzerindeki etkileri, yapıtlarına kattıkları bunlarla sınırlı değildir; daha birçok öyküsünün hapishanede dinlediği olaylara dayandığı bellidir. Kağnı, Kanal gibi öykülerinde de cinayet anlatıldığına göre, yazar büyük bir olasılıkla bunları hapishanede dinlemiştir. Bir Firar’daki olay da gene hapishanede dinlemiş olabileceği olaylardandır. Gramofon Avrat’ta Faytoncu Murat’ın sonu da hapishane olur. Bütün bunlardan başka, en önemli yapıtı, Kuyucaklı Yusuf un kahramanını da Aydın Hapishanesi’nde tanıdığı söylenir. Kuyucaklı Yusuf, Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sinden sonra kasaba gerçeklerini konu alan Türk edebiyatında ikinci romandır. Yazarın bütün bu yapıtlarında söylediklerini toparlarsak, şöyle bir dünya ortaya çıkıyor: Halk çok yoksuldur, vergisini bile verememektedir. Yoksulluğu nedeniyle vergisini veremeyen insanlar suçlu sayılmakta, hapse atılmaktadırlar. Jandarma baskısı vardır. Köylerde, temelinde toplumsal ya da ekonomik bozuklukların yarattığı su ve toprak sorunları nedeniyle kavgalar olmakta, cinayetler işlenmektedir. Ulaşım güçlükleri yüzünden insanların ölüleri de, dirileri de perişan olmaktadır. Gene yoksulluk yüzünden kişiler arasında erdemli davranışlar yok olmuş, akrabalar, eşler arasında bile saygı, sevgi yitip gitmiştir. Sürekli kavga ve geçimsizlik vardır. Koşullar böyle olunca, Cahit Atay’ın oyunlarındaki kahramanlardan birinin dediği gibi, “insanların bir kısmı mezarda, bir kısmı hapiste” alacaktır soluğu. Hapishaneye gelince: Buraya güya suçlular “ıslah” için getirilmişlerdir. Oysa S. Ali’den başlayarak, Orhan Kemal’in, Kemal Tahir’in, Kerim Korcan’ın yapıtlarında görüldüğü gibi, asıl hapishaneler ıslaha muhtaçtır. Burada insanlar, esrar, kumar, cinayet, cinsel sapıklık ve daha başka suçların, kötülüklerin kucağına itilmektedirler. Sabahattin Ali’nin doğrudan doğruya hapishane gerçeklerini, hapishanelerdeki mahkum yönetici ilişkisini konu alan öyküleri yoktur, ancak edebiyatımızda daha sonra geniş yer tutacak olan birçok hapishane sorununa ilkin o değinmiştir. Tıpkı içinde bulunduğumuz toplum gibi, hapishanelerde de bazı kişiler ayrıcalıklıdır. Bir Şaka başlıklı öyküsünde; “Mahpuslar yalnız paralılara ve zorbalara itibar ettikleri halde, Cahit Bey’e merhametle ka HAPİSHANENİN SORUNLARI... “Hapishanenin hareketsizliği, vukuatsızlığı, yeknesaklığı içinde hayatın ufak hadiseleri bile o kadar ehemmiyet alır, o kadar büyür ki, mesela mahpusların bir köpeğinin ölmesi insan ruhları üzerinde, dışarda iken ancak bir yangının, bir zelzelenin yapabileceği tesiri bırakır. Bir akşam komşu koğuşa gitmek için gardiyanlardan izin istemek, açıktaki bir memurun devletten iş istemesi kadar mühim bir şeydir. Çok küçük başlayan bir vaka bile, her türlü meşguliyetten uzaklaşmış ve ufak bir odaya hapsedilmiş olan bu kafalarda yavaş yavaş büyür, bir ehemmiyet alır, hatta bir zaman için hayatın tek hedefi olur.” (1997a: 178) Bu koşullarda yaşayan insanların psikolojisini Duvar adlı öyküsünde şöyle anlatır: “Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzakta olduğunu bilmektir. On adım ötede, en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarına gözleri dikerek bakmağa, denizi yalnız muhayyilede görmeğe mecbur kalmak az azap mıdır?” (1997a: 183) Sabahattin Ali vb. yazarların yapıtları bazı eleştirmenlerce “angaje” bir edebiyat anlayışının ürünleri sayılarak “İnsanlardan çok ona bağlı meseleye önem verişi hikâyelerindeki estetik muvazeneyi en umulmadık yerde aksatmıştır.” (1968: 175) Edebiyat dünyasını, sanatsal etkinlikleri bu tür karşıt görüşlerle zenginleştirmek, geliştirmek ya da etkilemek yerine, kimi dönemlerde polisiye önlemler öne çıktı. Sabahattin Ali’nin “az bir azap mıdır ?” dediği hapishanenin zor koşullarını daha pek çok yazar yaşadı ve yazdı. Ancak hiçbir zaman hapishaneler düşünceleri susturma aracı olamadı, tam tersine aynı düşünceleri savunan yeni yapıtların, yeni yazarların doğmasına yol açtı. Sabahattin Ali’yle başlayarak, hapishane gerçekleri uzun bir süre, tıpkı köy gibi, edebiyatımızda çokça işlenen konular arasında yer aldı. ? Kaynaklar: Alangu, Tahir (1968). Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, İstanbul: İstanbul Matbaası. Ali, Sabahattin (1997). Değirmen, Kağnı, Ses, İstanbul: YKY. Ali, Sabahattin (1997b). Yeni Dünya, Sırça Köşk, Esirler, İstanbul: YKY. KİTAP SAYI 929 SAYFA 6 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle