24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Kilimci ile ‘Ah Benim Akortsuz Kalbim’ üzerine ‘Şarkılar bitti, ufkun ötesine bakan yok’ Ayşe Kilimci’nin kitabı, lise sıralarından üniversiteye, yürümekle aşınmayan sokaklardan siperlere, 1968’den 12 Eylül’e bir dönemi ve dönemin gençlerini anlatıyor. Kilimci ile ilgiyle okunan anılarını konuştuk. ? Fatih ÇALIŞLAR 96812 Eylül 80 yılları arasını anlattığınız anı kitabınız ‘Ah Benim Akortsuz Kalbim’, bir dönem ve gençlik destanı sanki. Bunun hem peri hem ejderha masalı olduğunda ısrarcısınız. Anılarınız bu kitapla bitiyor mu? Evet. Çünkü sonraki yıllarda hayat başıma çöktü, değil yazmak, nasıl geçip gittiğini bile anlamadım, birlikte anlamadık. Yazmak çok ciddi iş, ömrümün gayrısını yazmaya ne zaman ne takatim oldu sonraki yıllarda. Diyeceklerim bundan ibarettir hâkim bey! Kimileri bunun günce tekniğiyle yazıldığını söyledi, kimileri gerçek bir anı defteri olduğunu söyledi, hangisiydi? Sahici bir günce olduğunu kimse bilmese siz biliyorsunuz. İsteseniz de o safiyet ve dümdüz söylemi öykünemezsiniz bunca yılın ardından.Tümce yanlışlarını bile, olduğu gibi bıraktık. Kırmızı kapaklı, çok formalı,en kalınından ve farklı kalemlerle yazılmış gerçek bir günlüktü. Hikâye notlarım gibi bunu da hepinizden saklardım. Şu dünyayı yeni baştan daha güzel yaratmak isteyen biz o dönem gençlerinin kırk katır kırk satırla sınandığı doğru, arka kapakta söylediğiniz gibi. Demokrasimiz de kahır, küfür, kamplaşmayla, zulümle darboğaza itildi; o da doğru. Peki bunca darboğaz ve ateşten gömlek giydiğimiz şu demokrasi, şimdi hangi noktada sizce? Hâlâ alafucuruk bozduman, hak ettiği yerde değil. Siz de Çukurovalısınız bu deyimin anlamını iyi bilirsiniz, belki şevşengeli de birazcık, yani yağdım yağacak. Uğruna bunca savaşılan, emek emek ölünen, bunca soylu geçmişine yaraşan bir demokrasi olacağını umuyorum, umup umsuruk bulup bunsuruk oluyorum her seferinde. Kitabı hazırlarken gelebilecek tepkileri hiç düşündünüz mü? Hayır, hiç. Yanlış bir şey olmadığı için sakıncalı hayatlar, abartılı yahut bezemeli bir dönem hikâyesi olmadığı için tepki geleceğini ummadım. Düşündüğüm gibi oldu aslında, birkaçı dışında, siz de bunların içindesiniz. Ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel göSAYFA 16 1 rünümünün yetişmekte olan bir genç kıza nasıl yansıdığı var kitapta. Bu politik duyarlık sahiden yazıldığı gibiydi öyle değil mi? Biz o yılları sahiden de öyle yaşadık, bunu şimdikilere anlatması zor… Öyle, hatta eksiği var, fazlası yok. Ben şimdi üçüncü çocuğumuza bakıp şaşıyorum, o yıllardaki kendime şaşıyorum. Bu yaşta mı kendimi ülkeden sorumlu saymışım? Oyun mu oynamışız biraz, ama, ne soylu bir oyunmuş o öyle? Bizden öncekilerin bize yansımasıymış daha çok, sorumlu, ciddi, sanata ve demokrasiye el veren, okuyup izleyen, daha iyi yol açmaya çabalayan… SANAL HAYATLAR Bu ne kadar doğruydu sizce? Şimdi bizim çocuklarımız bizim o yaşlarda olduğumuzdan farklılarsa, onların eksiği mi bu, yoksa bizim fazlamız mı? Doğruydu.Yaşadıklarımın birinden bile pişmanlık getirmedim. Geçenlerde bir TV programında Oral da öyle söylüyordu ya, onca acı, hapis, rüzgâra verilen yaşanmamış yıllar, ama, kime sorsanız aynı yıllara dönülse farklı bir şey yapmayacağını söyler size. Elbet bizden bir önceki kuşağın hüneri, bizim olduğu kadar. Sizin babanız TİP belediye başkan adayıymış Tarsus’ta, anneniz CHP kadın kolu üyesi. Benimkiler hasta CHP’li ve evlerimize Cumhuriyet, Akşam gazeteleri giriyormuş, ajans saatleri ciddiyetle izleniyormuş, tiyatro, sinema, kitap evlerimizin vazgeçilmeziymiş, müzik de öyle. Kıt kanaat yaşamaklar içinde bu böyleymiş. Bir de şimdikilere bakın… Sanal hayatlar… Evet, o yılların politik ve sanatsal duyarlığı öyleydi, sahiciydi, ciddiydi, insan odaklıydı, sosyalist bakış açılıydı. Ne söylense hayatta karşılığını bulurdunuz. Şimdi bin şey söylense de bir anlam zor çıkıyor. Şimdi insan kayıp, ideolojiler de öyle. Şarkılar bitti, ufkun ötesine bakan yok, en başta dil yok; bizi dilsiz, umutsuz, ufuksuz ahrazlara döndürme çabaları başarılı oldu, tepe sersemi edildik… Müzik biraz es mi geçilmiş kitapta? Belki, her yaşadığımı değil bende en çok yer edeni yazdığımdan. Buncasına da şükür, kim böyle vakanüvislik eder ki hayat dışarıda akarken? Tom Jones ve Engelbert’in yeni ünlendikleri yıllardı, Beatles’in ortalığı yıkıp geçtiği. Bizde Erol Büyükburç, ki bütün kızlar onun hastasıydık, Barış, o var zaten kitapta, Moğollar, Ersen ve Dadaşlar, dışarıda Abba, Rolling Stones, sonra o Fransız matmazel Mireille Mathieu ne severdik. Kitaba müzik mührü vuranlardan biri Mary Hopkins ve onun Those Were The Days’i, çünkü bizim lise zil, çan çalma uygulaması yerine onun bu parçasını koymuştu, derse ‘ne günlerdi onlar’ eşliğinde girip çıkardık. Öylesine sanatla iç içe bir lise yazmışsınız ki, biz öyle değildik, eksik miydik? Eh, demek sizinkiler taşrada sizde iz bırakmayanlarmış. “Adı Ahmet’ti, boyu kısaydı”dan başka bir şey söylemediniz bunca yıl bana, edebiyat öğretmeninize dair. Oysa bizler neredeyse o dönem edebiyat öğretmenlerimizle el ele devrim yapıyormuşuz. Okul müfredatı yetmemiş her hafta toplanıp ek edebiyat dersi yapıyormuşuz, ki anımsıyorum, yaşayan edebiyatı işlerdik, dile çalışırdık, şiire çalışırdık. Ama Tarsus’un da kolejde ünlü bir edebiyat öğretmeni varmış, duyardım. Size denk gelmemiş. Denk gelmemiş de ne olmuş, Oral da siz de gene aynı yolun yolcusu olmuşsunuz, hâlâ eliniz gözünüz siyaset ve sanatın üstünde… Öğretmen nedir deyip geçmemeli, bir toplumda devrim de evrim de onların eliyle atılır. Bu bilindiği içindir ki bizde ekmeklerden önce öğretmenleri bozmaya yeltendi iktidarlar. Değil mektupla öğretim, telgrafla öğretimle öğretmen yetiştirdiklerini sandılar. Şimdi gençler telgrafı da bilmez. Biz bu kitabı gözden geçirirken yayınevinde acaba küçük bir sözlük mü eklesek diye düşündüydük, telgraf, fruko, faşige, pullama, mc gibi çoğu kavram yabancıydı günümüz gençlerine… Bireysel özgeçmişle ülkemiz tarihi iç içe çok güzel dokunmuş kitapta, o kendi halindeki kırmızı defterde böyle bir hazine yattığını doğrusu ummazdım. İÇ İÇE HAYATLAR Kişiselin yanında en önemli siyasi olaylar yer almış. Bu kadar mı iç içeydi hayatlarımız memleketle diye düşünüyor insan… Bu kadar iç içeydi, evet, unutmuş olmalıyız. Ülkeden bağımsız yaşamıyorduk acaba böylesi doğru muydu? İnsanın hep kendiyle uğraşması gereken o en bencil yaşlarda, çoğumuz için bu 1525 arasıydı, davaya adaması hem ömrünü hem kalbini ne derece doğruydu ya da davaya ne kattı? Bu sorgulanmalı! Tıpkı şimdikilerin apolitize halinin de sorgusunun gerektiği gibi… O dönemin siyasi önderlerinin çocuklarının şimdi hangi dava ya da davasızlıkta olduğu da sorgulanmalı, mum niye dibine kör yanmış, birkaç istisna dışında? Siz bile, devrim için eğitiminizi bırakmışsınız, oysa önce kendi devrimin olmalı değil mi? Oral onca badirenin KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 929
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle