Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ve liderliğin arasında okul üstüne okul devirmiş siz DevLis davasından kaç zaman hapistesiniz. Neyse, bir işe yaramadı değil, en azından kitaba kapak oldunuz, fotoğrafınızla… Kitapta hem Türkiye’nin hem Türkçenin hem duygusal seferlerimizin hikâyesini, giderek bozgununu okuyoruz. Düğümler çözümler, çözümlenmeyip ertelenenler, darağaçlarına çekilen günahsız gençler… Bu arada o ‘umut dolandırıcıları’ deyimini benden yürüttüğünüzü okura söyleyelim mi? Söyleyelim elbet, miri malı, yabancı değilsiniz, kocamın malı olarak yürüttüm elbet, telifi neyse öderiz. O darağacı faslını açmayalım istersen, ağlarım. Hep böyle oldu ha, başkasına vekaleten biz utandık, biz ağladık… Acaba, o umut dolandırıcılarının şahı bir hazret var hani, o, her eğri işin altında parmağı olan, şimdi şecaat arz ediyor ama sirkatin söylüyor aslında, ne düşünüyor o darağaçları için? Yaşı büyütülüp asılan çocuklar için? O bölümü defterden kitaba geçirirken babamın ‘oh’ dediklerinin ruhlarına ananem yasin okumuş ve ‘dünyada ne ucuz, elin evladı ele ucuz’ demişti. İlki kindi, ananeminki bilgelikti ve bu ülkede bir şeyler onca şeye karşın ayakta duruyorsa, umut hep varsa bu bilge ruh sayesinde. Öbür kindarlar olsa olsa değnekçidir. Siyasi lider olduğunu sanan kindar da evdeki hükümdar da değnekçidir, gence kasteden herkes değnekçidir… Kitabın yazım tarihine bakan bunun bir yılda kotarılmış bir kitap olduğu yanılgısına düştü mü? Düşenler oldu. Sevgili Irmak Zileli de böyle sanmış, sonra sahici bir günce olduğunu öğrenince daha bir bağrına basıp okumuş. Mümkün mü o dili o safiyeti öykünüp bir yılda bunu kotarması? Siz en yakın tanıksınız, bu defter ilkin seksenli yıllarda Adana’da, bilgisayarda yazıldı. Hatta bilgisayarda emeklediğimiz o dönem sıcakta bozulur diye disketi uzun süre buzdolabına koymuştuk. Demek siyasi olarak da o dönemi buzluğa kaldırmışız, ülkece. Ben de yirmi yıl sonra yeniden yazdım, 12 Eylül ve o dönem de yeni yeni, son on yıldır yazılıp söylenmeye başlandı, ee kolay değil, ezildik ey halkım ister unut istersen unutma bizi… Bazıları ezilmekle de kalmadı, öldü! O ölenlerin çetelesini tuttuğunuzu biliyorum… Evet, buna son bir yılda çalıştım ve sakinleştirici çaylar içerek yapabildim. Gördüm ki her cepheden kıyıp geçtiklerimiz aynı türde ölümler, aynı cinsiyet ve sayılarla kıyılmış, oyun büyük yani. O listeyi önce dramatik ağırlığı yükselteceği gerekçesiyle almadık kitaba, sonra bilgisayardan silindiği için.Bunun üzerine ben ‘Biz Aşağıda İmzası Olan Ölüler’ bölümünü yazdım, geçen 1 Mayıs kutlamasında valinin kısıtlı iznini bahane edip, gidenlerin geri geldiğini varsaydım ve 1 Mayıs’ı bildikleri gibi kutladıklarını… Sonra da dilekçe verdiklerini, tabii bedenli olmadıklarından imzalarının adlarının okunamadığını sonra o ölüler listesini yok sayınca biz, küsüp gittiklerini, giderken listeyi hard diskten de götürdüklerini… Edemedim, bir son söz döşendim, ayna ayna söyle bana masalından girip, en güzel sizdiniz, en kahraman, gene siz diye, onu da koymadık. Zaten kitap yeniden elden geçirilecek, düzelti çalışanlarının bana rağmen olağanüstü özenine karşın kimi CUMHURİYET KİTAP SAYI yanlışlar oldu. Adının budanması dahil hepsi olması gerektiği gibi yapılacak. Bu arada bu zor kitaba emeklerinden ötürü düzelti çalışanlarına gönül borcumu bir daha iletmeliyim, Altın Kitaplar’ın… DOĞUŞTAN USTA!.. Yazarlık serüveninizde usta yazarlarla sizin gibi çırakların ilişkisini okurken şaşıyor şimdikiler. Ben bile, o ustaların size bakışını, sizin onlara sokuluşunuzu yakından bilen biri olarak şaşıyorum. Günümüzde neden böyle değil? Vallahi günümüzde siyaset kadar edebiyat da yaralı da ondan… Hikâye, şiir ve romanda kimin hikâyesinin anlatıldığını önemsiyorum ben. Küreselleşme ile gelen o tuhaf yabancılaşma ve laylay lom kitaplar, kimliksiz, halksız, sorusuz, kavgasız, çözümsüz, gerçek dışı o tuhaf bulamaç içimi burkuyor. Yaratılan yahut ayrık otu gibi arsızca kendi biten yazarımsılar, kendini yazar sananlar, didaktik ve yaratmaktan habersiz çocuk kalemşorları, bu halkın türküsünü hikâyesini bilmeyen ve dile getirmeyenlere öfkem çok… Birbirlerini alkışlamalarına da bu dipsiz doruksuz ve bilgisiz börtü böcünün… Bunlara usta çırak ilişkisi ne gerek, hepsi doğuştan usta! Sizin usta saydıklarınız da onlara tufeyli ya da dinozor. Bilmiyorlar ki kendi ömürleri üç gündür… Kitapta dili kullanmanın iyi ve renkli örneklerini görüyoruz, en çok da anane manileri dikkat çekici. Sonra halk deyişleri, söylence ve masalları. Anane sahiden böyle bir bilge kadındı, ayrıca çok da matraktı, ben biliyorum. Bir dili hakkıyla konuşurdu, iki ara dili de komşularıyla anlaşacak kadar çata pata bilirdi. Okuma yazması yoktu, ümmiydi, ama her şeyin farkında cin gibi ve esprili biriydi. Yazınızın dayandığı gülmece damarı ondan geliyor olabilir mi? Tümüyle… Gezentiliğimiz, şen şakrak olmaya onun kadar değilse bile teşne oluşumuz, sokaklara ve insan hikâyelerine merakımız, dile, manilere ve masallara düşkünlüğümüz… Onca masal kitabım çıktı, temeli anane masalla rıdır ama şimdi yayın bekleyen üç ciltteki iki yüz masalım var ya, beni heyecanlandırıyor ve öldüğünü unutup dizi dibine koşup muştulamak geliyor içimden, ‘bak anane, o kadar teyp yasağı getirdin, sesini bizden sakındın ama benim kalbimle kaydettiğimi bilemedin, oh ya… Yazdım ya… diyesim var. Onun güzel ses, uzun (kapıdan sığmaz tarifli) boy ve kaş merakı nereden geliyor olabilir? Güzel ahlak ve çalışkan kimlik, neşe yanında bir de bunları aramanızı istiyor karşı cinste. Bilmem… Belki savaş döneminde kırılan insanlarımızın gönüllerindeki yerine denk geldiği gibi evlilikler yaptıklarına kendince başkaldırısından geliyordur. Hep güzeli aradı, güzelle her iş güzelleşir, güzele bakması sevaptır iş tutarken, bebek karnınızda ilk oynarken güzele bakın diye tembihlerdi bize. Hatırlasanıza beni size verirken de kaşlarınızı yoklamıştı parmaklarıyla, o dönem artık kördü. Kurtuluş savaşı sırası cepheden dönen hem ortopedik hem kısmen ruhça engelli bir adama verilen babayiğit bir kadın vardı, tanış, ona sormuştum neden bu adamla evlendiğini? ‘Ortalıkta er mi vardı a kızım, bunu bulmak bile şanstı’ demişti. Bir düşünün… Vatan elden gidiyor, erkekler de öyle, umut da öyle… Bu Anadolu insanı nelere katlanmış, ne kahırlar çekmiş, şimdikiler bulup bunsuruk oluyor bu vatanı, bu özgürlüğü bunca güzelliği… Siz yazarken değil, asıl anlatırken sa hici oluyorsunuz. Okur bilmez bunu ben bilirim. Bir hikâyeyi sözgelimi bize ilk anlattığınız en güzel halidir. Sonra yazıya, kâğıda geçirirken niye değişiyor? Bilmem? Çok şey söylemek istiyor olabilirim. Bunun ben de farkındayım aslında ve kimi uyarıları dikkate alıp farklı bir hikâye söyleme peşindeyim sanırım yeni kitap böyle olacak. İsterseniz ev halkına anlatırken ses kaydı yapın siz, olduğu gibi alalım kitaba… Güncenin bize ve edebiyata katkısı sizce neler? Aman efendim ne haddime katkı matkı… Ben yaşadığımı söyledim yalnızca, haddim olmayarak, yaşaması haddimdi de onu kâğıda dökmesi fazlaca iç dökme, okurla sırdaşlık hatta pek fazla, ama, dönemin anlaşılması için benimle yitip gidecek nice ayrıntıyı da unutuş girdabından kurtarmak oldu, o yüzden sevinçliyim, yoksa olanca huzurumdan etti beni, en başta sizle . KİTAPTAKİ MAHALLE... Anane sizle mani attırıyor karşılıklı, bunu komşu kadınlarla da yapıyor. Nasıl bir mahalleydi kitaptaki fon?Nasıl bir atışmaydı bu, ne zenginlikti öyle? Mahallemiz hâlâ duruyor, bozulmadı, İzmir Eşrefpaşa’da 596. sokak… Bütün kahramanlarım da duruyor, öbür yana çekip gidenler dışında. Rum, Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt her soydan insanı barındıran bir gecekondu mahallesiydi, ben o mahalleyi Kiracı öykümde anlatmıştım uzun uzun, bir önceki kitabım Şu Ölüm Dedikleri’nde. Aslında bu tür, her nasılsa unutuştan yıkılıştan kurtulmuş sokağın, mahallenin sosyolojik incelemesi yapılmalı, kayda alınmalı. Ben edebi cepheden görevimi yaptım. Maniyi daha çok Arap ve Kürt kökenli olanlarla attırırlardı. Benden yana hep umutluydu, her ne kadar erkek torunları bizden önde tutsa da. Avucumuza öpücük ya da öksürük koyardı küçükken, korkmayalım diye. Tuvalet dışarıdaydı, bahçede, en çok oraya giderken koyardı öksürüğünü. Bazen, şimdiki yaşlarımda hayat ve insanlar beni yıkıp geçtiğinde, hâlâ avucumda ananemin öksürüğü var, o beni korur diye düşünürüm safiyane. Ve elbet çok sevdiklerimin avucuna ya bir öpücük ya bir öksürük de koymadan edemem… Gelelim mi o diz çöken delikanlılar faslına? Ben şimdi diz çöksem olur mu? Yok, olmaz, o o zamandaydı, onlarlaydı. Canım siz de varsınız ya ithafta, hem ithafta hem kapakta, hem ömrümde. Bu kitaba varlığıyla yokluğuyla emek eden bütün esas kız ve esas oğlanlara, iki sayfalık ithafta yer alan herkese, arada kalanlara da, hayattan sürdüklerimize de, umut dolandırıcıları dışında hepsine teşekkür ederim. ? Ah Benim Akortsuz Kalbim/ Ayşe Kilimci/ Altın Kitaplar/ 428 s. SAYFA 17 “Hikâye, şiir ve romanda kimin hikâyesinin anlatıldığını önemsiyorum ben. Küreselleşme ile gelen o tuhaf yabancılaşma ve laylay lom kitaplar, kimliksiz, halksız, sorusuz, kavgasız, çözümsüz, gerçek dışı o tuhaf bulamaç içimi burkuyor” diyor Ayşe Kilimci. 929