Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Talip Apaydın'ın kitapları yeniden yayımlanıyor ‘Gün gelir karanlıklar aydınlanır’ miyorum. Suç işlesem, memleketin savcısı var, yargıcı var, dedim. Biz neciyiz burada! diye bağırdı. İdari amirimizsiniz. Öyle ise yazmayacaksınız, emrediyorum!.. Ayakta sarsıldığımı unutamam. İçimde bir şeyler depreşti. Yazarım, kimse karışamaz! diye bağırmak geçti içimden. Yapamadım. Çıktım dışarı. Merdivenleri inerken ilk kez başım döndü. Tansiyonum yükselmişti herhalde. Aslında okuduğu falan yoktu. Nerede ne yazdığımı bile bilmiyordu. Birileri kulağına fısıldıyordu, belki Milli Eğitim Müdürü. Çünkü o da yazma, başımıza iş açma falan demişti. Yazdığım da ne, şiirler, köy notları falan. Köylerde kaçak Kuran kursları aldı yürüdü diye bir yazım yayımlanmıştı. Müdür ona kızmıştı en çok. Böyle şeyler politikacıların işi, biz karışamayız diyordu. Öğretmenlerin ülke sorunlarını tartışması istenmiyordu. Yukarıdan gelen hava buydu. Yıllarca bunun sıkıntısını yaşadık. Cezalarını çektik. ENSTİTÜLERİN FARKI Çifteler Köy Enstitüsü’nden sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nü bitirdiniz, Köy Enstitülerinin yazarlık yaşamınızda yeri nedir? Köy Enstitülerinde verilen eğitim aydınlanmacı, bilinçlendirici, düşündürücü bir eğitimdi. Bir öğrenci olarak Yüksek Köy Enstitüsü eğitiminden çok memnundum ve büyük kıvanç duyuyordum. Bugün bakıyorum da öğrenciler okullarından, üniversitelerinden hiç memnun değiller, bir an önce kurtulup gitmek istiyorlar. Neydi bu fark? Öğrenciler öğrenmenin tadına neden varamıyorlar? Öğrenmek mutluluktur, buna nasıl varamıyorlar? Derinliğine araştırılacak bir konu. Sabahattin Eyüboğlu'nun okuttuğu Batı Edebiyatı dersimizi bir örnek olarak getireyim. Taa başlangıçtan bu yana büyük yazarların, düşünürlerin iyi seçilmiş bir metnini çoğaltır, birkaç gün önceden hepimize dağıtırdı. O metni tekrar tekrar okurduk. İlginç yerlerini, dünya görüşünü, o dönemin edebiyat anlayışını bulur çıkarırdık. Ders tartışmalı bir şölen haline gelirdi. Sabahattin Bey fazla konuşmaz, güler yüzle herkes dinler, dersi asıl hedefe doğru yönlendirirdi. Ahh! Liselerde, üniversitelerde edebiyat bu biçimde yapılabilse. Ne kadar yararlı olurdu, nasıl etkilenirdik. Sokrat'ın, Sofokles'in, Jan Jacques Rousseau'nun, Tolstoy'un, Voltaire'in, Montaigne'in metinlerindeki bazı cümleler hâlâ belleğimdedir, bana hâlâ yol gösterirler. Yani dersi sevdiren, insanı düşündüren bir eğitim. Edebiyatın tadına böyle varabiliyor. Sürekli okumalarla arkası geliyor elbet. Köy Enstitüleri eğitiminde en çok önem verilen konulardan birisi buydu. Okumak… Yerliyabancı yazarları, düşünürleri koğuşturmak. Her dönemde evimizde bir kitaplığımız oldu. Dergileri, yeni yayınları olaKİTAP SAYI Öykü ve romanlarında daha çok yoksul Anadolu köylüsünü, ırgatlarını, onların feodal düzen içinde sömürülüşünü anlatan Talip Apaydın'ın kitaplarını Literatür Yayınları “Talip Apaydın Kitaplığı” başlığıyla yeniden yayımlamaya başladı. Okuyucuların ne yazık ki kitaplarıyla uzun yıllardır buluşamadığı, gençlerin doğru dürüst tanımadığı usta yazar Talip Apaydın'la yazarlığını ve yeniden basılan kitaplarını konuştuk... ? Erdal ATICI azınla ilginiz nerede, nasıl başladı, ilk yazınız, ilk şiiriniz nerede yayımlandı? Çifteler Köy Enstitüsü’nde okumaya yazmaya eğilim duydum. Ama asıl bilinçli yazma isteğim Hasanoğlan'da başladı. Yerli yabancı birçok yazarı okuyor ve etkileniyordum. Edebiyat dergilerini koğuşturuyordum. Kimi şairleri yazarları tanımıştım. Kendi arkadaşlarımızdan da ünlenmeye başlamış, yazıncılar ve şairler yetişmişti. Yani bir edebiyat ve sanat ortamı içindeydik. Böylece yazmaya ve dergilere göndermeye başladım. İlk şiirlerim ve düz yazılarım 1945’te, 46’da Doğuş dergisinde, Köy Enstitüleri dergisinde, Varlık'ta, Yücel'de yayımlanmaya başladı. Elbet çok mutlu oluyor insan. Birden ünlendiğini, herkesin ilgisini çektiğini sanıyorsun. Gençlik heyecanları işte. Haftada bir gün, cumartesi günleri Ankara'ya iner, müzik tarihi derslerimizi konservatuvarda yapardık. O gün yazım ya da şiirim yayımlanmış bir dergi Y yi almışsam, banliyö treni ile akşamüstü Hasanoğlan'a dönerken, anlatılmaz bir neşe ve heyecanlar içinde sanki edebiyat dünyasının ünlü bir adı olmuşum gibi gururlu ve mutlu dönerdim. Her şey güzel görünürdü gözüme, uzaklar yakın görünürdü. Kimi arkadaşlarımızın ilkel davranışlarına acıyarak bakardım. Okumanın yazmanın, dergilerde görünmenin çok önemli bir aşama olduğunu sanırdım. Bazı günler konservatuvarda Sabahattin Ali'yle görüşmeler yapıyordum. O gün de çok heyecanlı olurdum. Çok sevdiğim bir yazardı Sabahattin Ali. Biriki yakın arkadaşım vardı, onlara bir gizimi açıklar gibi anlatırdım. Doyurucu bir sanat ortamı içinde yüzüyor gibiydim. Mutluydum. Müzik, resim, edebiyat… Tiyatro çalışmalarımız. Gerçekten güzel bir öğrenimdi. Okulumu seviyordum. Mezun olup ayrılırken derin bir acı duydum içimde. Meğer haklıymışım, büsbütün ayrılıyormuşuz Köy Enstitüleri eğitiminden. Biz son sınıfta iken her şey değişti, bakan ayrıldı, genel müdür ayrıldı. Okul müdürleri, öğretmenler değiştirilmeye başlandı. Tüm yurtta yoğun bir Köy Enstitüsü düşmanlığı aldı yürüdü. Korkunç iftiralar ve karalamalar kanımızı dondurur hale geldi. Kimse doğru dürüst savunamadı. Bir karabasana dönüştü yaşam. Yalnız Köy Enstitüleri de değil, gerçek yurtseverler, Atatürkçü laik düşünen aydınlar büyük baskı altına alındılar. Amerika'daki Mac Carthy'ci tutum bütün iğrençliği ile uygulandı. Ülke bir karanlığa boğuldu. Yıllarca çektik bu zulmü. Hiç rahat çalıştırmadılar. Hep gözetim altında, kuşkulu kişiler olarak nice baskılara katlanarak çalıştık. Sorgulardan geçirildik, sürüldük, açığa alındık. Hele birkaç eli kalem tutan, yazan kişiler yönetimin, bakanlığın baş hedefi olduk. Tokat'ta gezici başöğretmen olarak çalışırken vali beni çağırmış, gittim. Odasına girip kendimi tanıttım. Yüzüme kinle baktı, Sen öğretmen misin, yazar mısın? diye sordu. Öğretmenim, dedim. Öyle ise yazmayacaksın, kalemini kırarım senin, dedi. Efendim, yazıyorum ama suç işle ? SAYFA 4 CUMHURİYET 926