Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Tedirginliğin Kadınlığı” üzerine... Kelebeklerin hayat izleri Agora Kitaplığı'ndan okura ulaşan Tedirginliğin Kadınlığı, dini dogmaların karşısına bireysel özgürlüğünü koyarak arayışını sürdüren; pek çok yazarın ve sanatçının taşıdığı eksiklik duygusuyla bilmediği yollara saparak, kelebek yorgunluğuna benzer yorgunluğuna aldırmadan, o boşluğu doldurmaya çalışan bir kadının öyküsü. Bu duyguyu taşıyan her okuru kendi arayışı ile bir kez daha baş başa bırakıp sorgulatan bir kadının öyküsü… ? Meliha AKAY O n Emir Tur Dağı’nda okunurken, sonrasında kutsal kitaplara yazılırken, bir gün bir emrin ya da birkaçının çiğnenmesiyle ortaya çıkan içsel sarsıntıları konu edecek kitapların da yazılacağını tanrı biliyor muydu acaba? İnsanoğlu ile emirleri arasında doğacak çelişkileri merak ediyor muydu? Avrupa'da kendini gösteren bir gerçekten ya da değişimden yola çıkarsak, kiliselerin ve dogmaların çöküşünü hızlandıran bireysel inançlar bir yanda, fundamentalizmin hiç olamadığı kadar yükselişi diğer yanda… Bu çelişkili eğilimlerin ortasında Binnie Kirshenbaum'un Tedirginliğin Kadınlığı'nda yaptığı da bireysel inancını Museviliğin karşısına koymak. Kurulu inanç sistemine ya da dinsel geçmişine sırtını dönerek, onun yörüngesinden çıkarak kendi inançlarıyla özgürlüğün içinde yol almak, sorgulamak, tanımlayamadığı eksikliği gidermeye çalışmak… Ancak, yapılmak istenenle ortaya çıkan anlatı arasındaki uçuruma değinmeden geçmem olanaksız. Uzun tanımlamalar yerine, tek bir imge ile özetlemem gerekirse; çekirdeği sağlam bir meyve ne yazık ki olgunlaşamadan önümüze konduğu için, kekremsi, buruk bir tat bırakıyor. İlk bölümde bunun çeviriden mi yoksa yazarın kendi anlatımından mı kaynaklandığını anlayabilmek için bir iki kez başa dönmek zorunda kaldım. Eğer sadeleştirmek, yalın bir anlatım ortaya koymak, konuyu edebiyatın tuzaklarına düşmeden işlemek adına yapılmışsa bu, ne yazık ki başka bir tuzağa düşülmüş! Kitabın yazarı da, çevirmeni de beni mazur görsün. Çünkü derinliği, edebiyatın okuru kendine çeken, alıp götüren derinliği ne yazık ki kaybolmuş. Bu güzelim konu, yirminci yüzyılın sonlarında belirginleşip yeni yüzyılın başlarında türeyen konu farklı bir biçimde ortaya konabilirdi. Eserlerinin kıyaslanmasından hiçbir yazar hoşlanmaz fakat, Hester Yıkıntılar Arasında'yı her dem anımsamamak mümkün değil. Binnie Kirshenbaum “Temel olarak suçluluk duygusundan arınmışlığım kaybolmuşluğumun, doğal mirasını yitirmiş olmanın nihai sonucudur. Geleneksel Musevi suçluluk duygusu da bende bulunmamakta.” BİREYSEL İNANÇLAR Neredeyse sayfanın sonuna dek Musevilik ve öteki tektanrılı dinleri de aynı potaya koyarak analiz ediyor yazar. Tektanrılı dinlerle birlikte günahın insan yaşamındaki yeri ya da tersinden söylemek gerekirse insanın 'günah' burgacına nasıl bırakıldığını anlatıyor; hem de en ağdalı söylemlerle. Oysa dinden ayrı tuttuğum tanrı inancının, bireysel inançların insanın kendi ahlakının belirleyicileri olduğu da başka bir gerçek. Bu kavramların ne içerdiğini anlayabilmek için bu noktada dine ihtiyaç yok. Bunun ne kadar böyle olduğunu bölüm sonunda yazar farklı sözcükler seçmiş olsa bile anlam olarak aynı kapıya çıkacak biçimde ifade ediyor. “On emrin yedisini ihlâl etmiştim. Yine de Tanrı'nın ağzımın üstüne indirmek için henüz sopası yok. Mideme ağrılar girmez, hiç vicdan azabı duymam. Suçluluk duygusu benim semtime uğramaz. İşin en komik yanı da azizler, azizler günahkârdır.” Yazarla karşılıklı sohbet ettiğimi varsayarak burada söylemek istediğim şu ki; kişi ya da kişiler değildir tanrısal olan, evKİTAP SAYI ? SAYFA 10 CUMHURİYET 926