24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Demek 1207’de doğan bu bilgeozanın 800 yıl ötelerden gelen sesi günümüz insanını etkilemeyi sürdürüyor. Demek insanların barışa duyduğu özlem giderek çoğalıyor. UNESCO, 2007 yılını, “Mevlana Yılı” diye duyurdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı, yurtdışında bir dizi etkinlik düzenledi. Meksika’ya kadar uzanan bu etkinliklerin sayısı yıl sonuna doğru 32’yi bulacak. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler B ir yazarı, bir ozanı ülkesiyle mi anmak gerekir, diliyle mi? İngilizce, İspanyolca, Arapça gibi değişik ülkeleri kapsayan diller var. İspanyolca yazan bir ozan Şilili de olabilir, Arjantinli de. O zaman ülke önem kazanır. “Aidiyet sorunu” söz konusu olunca, dil, belirleyici bir özellik olarak ortaya çıkar mı? Edebiyat, dili işleme hüneri olduğuna göre, hangi dille yazılmışsa, o dilin edebiyatı söz konusudur. Mevlana, günümüz coğrafyasında, Afganistan’ın sınırları içinde olan Belh’te doğmuş, eserlerini Farsça yazmış, genç yaşlarda Anadolu’ya gelerek bu topraklarda gerçek kişiliğini kazanmış, bir “bilgeozan” olarak adını duyurmuş. Onu Afganlılar da, İranlılar da, Türkler de kendinden sayıyor. Köken bakımından Horasan Türklerinden olması önemli mi? Belh’te kalsaydı, Farsça yazsa da, Mevlana olacak mıydı? Mevlana Celaleddin Rumi olmasında bu topraklarda yetişmesi, Anadolu insanını tanıması, bu coğrafyadaki ilişkiler yumağında yaşaması önemli bir gelişme sayılmalıdır. Belki orada bir “Guru” olacaktı. Ama Mevlana olmayacaktı. “Aidiyet” bakımından onu Anadolu bilgesi saymak bizden biri olarak benimsememizi kolaylaştırıyor. Anadolu Selçukluları devlet dilini Arapça, sanat dilini Farsça olarak benimsemeseydi, şiir dili olarak Türkçe, Mevlana’nın dizelerinde yen bir güç kazanabilirdi. Ama o artık dünyaca bir “bilgeozan” sayıldığı için, bu “aidiyet sorunu” da önemini yitirmiş demektir. “MEVLANA YILI” UNESCO, 2007 yılını, “Mevlana Yılı” diye duyurdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı, yurtdışında bir dizi etkinlik düzenledi. Meksika’ya kadar uzanan bu etkinliklerin sayısı yıl sonuna doğru 32’yi bulacak. Bir o kadar etkinlik de yurtiçinde yapılıyor. Demek 1207’de doğan bu bilgeozanın 800 yıl ötelerden gelen sesi günümüz insanını etkilemeyi sürdürüyor. Demek insanların barışa duyduğu özlem giderek çoğalıyor. XIII. yüzyıl Anadolusu, Selçuklu Devleti’nin gücünü yitirdiği, Anadolu Beylikleri’nin başına buyruk olduğu, parçalanmış bir coğrafya, Yesevi’den gelen tasavvuf zincirinin üç büyük halkası; Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre; hoşgörü anlayışı içinde Anadolu barışını sağlayacak bilgeozanlardı. Hoca Nasreddin de XIII. yüzyılın bilgesiydi. Ulaşım, iletişim, bilişim olanaklarının gelişmesi dünyayı küçültmüş görünse de; sömürü düzeni, ulusların birbirine düşürülerek bölünmesini kolaylaştırmış oldu. Bu yüzden barışa duyulan özlem, Mevlana’ya duyulan özleme dönüşüyor. Doğu’nun ruh yeteneği, Batı’nın doymazlık tutkusunu bastırabilecek mi? Küreselleşen dünya Mevlana’nın insancıllık anlayışını paylaşabilecek mi? Molla Cami onun bir barış yalvacı olduğunu düşünerek şu dörtlüğü yazmak gereksinimini duymuştu: “Her kim ki Mesnevi’yi sabah akşam okursa Onun için cehennem ateşi haram olur. Bu yüce gönüllüyü nasıl anlatayım ki, Bir barış yalvacı: Mevlana Celaleddin Peygamber değil ama, onun da kitabı var.” “Mesnevi Farsça yazılmış Kuran’dır” diyen Molla Cami, Mevlana’yı peygamber katına yükseltmektedir. MESNEVİ “Mesnevi”, yaşamayı yorumlayan, insan olmanın anlamını öğreten bir kitap. Bu kitabın ilk 18 beyitini Mevlana kendi yazmış, geri kalan 26.600 beyitini “semaya durduğu” zaman, esrime halindeyken söylemiş, “sohbet şeyhi” Hüsamettin Çelebi yazıya geçirmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı olmasaydı Mevlana’nın gizli gömüsünü tanıyamazdık. O gömüye şiirsel bir güç kazandıran günümüz ozanları Gölpınarlı’nın çevirisinden yararlanmıştır. Özellikle, A. Kadir “Bugünün Diliyle Mevlana”yı tat olarak okumamızı sağlamıştır. Ama Mevlana’nın biçim anlayışını koruyarak aruz ölçüsüyle çevirenler de var. Talat Sait Halman rübai ölçüsüyle rübailerini, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu da aruz ölçüsüyle Mesnevi’yi dilimize kazandırmıştır. Bu arada rübaileri hece ölçüsüyle çeviren Ozan Sağdıç’ın emekleri de anımsamak gerekir. Mesnevi’yi okumak yetmez, onu doğru yorumlamak da gerekir. İsmail Ankaravi’nin yorumu günümüz okurlarına kazandırılabilirse Mevlana’yı anlamak daha kolay olacak. Seviyi cinselliğin batağında tanıyan günümüz insanı “gerçek sevi”nin insana nasıl bir ruh yeteneği kazandırdığını bilemez. Mevlana’nın “mutlak kemal”i gördüğü, Şemsi Tebrizi’yi de anlayamaz. Fuzuli, “Aşk imiş her ne vâr âlemde İlm bir kıyl ü kaalimiş ancak” diyor ya, işte o dedikodu Şems’in ölümüne neden oldu. MEVLANA ÜZERİNE DEĞİŞİK YORUMLAR Doğumunun 800. yılında onu yeniden keşfetmek ister gibi, edebiyat dergileri Mevlana üzerine yoğunlaştı. Beşir Ayvazoğlu’nun yönetiminde daha nitelikli bir gelişme gösteren “Türk Edebiyatı” dergisi Mevlana üzerine bir “Özel Sayı” düzenledi (Türk Edebiyatı, Mevlana ve Mevlevilik Kültürü, Mevlana ve Batı, Ekim 2007). Mevlevi olan divan ozanlarının, özellikle Şeyh Galip’in nasıl bir coşkuyla Mevlana’ya bağlandığı bilinir. “Hüsn ü Aşk”ı yazarken Mesnevi’den esinlenmiştir: “Esrarını Mesnevi’den aldım, Çaldım, veli, miri mali çaldım.” Mevlevi kültüründen gelenlerin o gömüyü ortak değer olarak görmeleri doğaldır. Şeyh Galip “Ya Hazreti Monla!” dediği Efendisi’ne yazdığı gazele şöyle girişir: “Efendimsin, cihanda itibarım varsa sendendir Miyanı aşıkanda iştiharım varsa sendendir. Benim feyzi hayatım, hasılı ruhi revanımsın Eğer sermayei ömrümde kârım varsa sendendir.” Günümüz ozanlarının Mevlana’yı yorumlaması için Mevlevilik’ten yola çıkması gerekli değil. Günümüze doğru düşlem gücüyle yorumlanabilir o “gizli gömü”. Sezai Karakoç’un yorumuna göre Şems’e duyulan özlemdir Mesnevi’yi yazdıran: “Şam çarşılarında Şems alındı Mevlana’dan Kendisine Mesnevi verildi.” Sezai Karakoç’un şu sözü Mevlana’yı anlamayı kolaylaştıracaktır: “Metafizik, İslam uygarlığının temel ilkesi olan mutlaklık âleminin bu dünya penceresinden görülen manzarasıdır” (Türk Edebiyatı, Mehmet Narlı, Yeni Türk Şiirinde Mevlana, Ekim 2007). “Mevlana’da İnsancıllığı ve Dünyeviliği Aramak” üzerine bir dosya düzenleyen Evrensel Kültür der gisi, Eylem Yıldızer’in yazısında Şems’in şu sözüne ilgimizi çeker: “Dünyada her şey insan içindir, insana adanmıştır; bir tek insan yine insana adanmıştır” (‘Mükemmel İnsan’ı Ararken). Eylem Yıldızer’e göre Mevlana, dinin içinden insanı anlamanın gerekli olmadığına inanır: “Bugün, dine dönme çağrılarına vesile edilen Mevlana, aslında hiçbir zaman, hiç kimseyi dine çağırmamış, insanlara, dünyayı ve insanı anlamanın kendi içlerine dönmekle mümkün olacağını, Allah’ı da, peygamberi de kendi içlerinde bulacaklarını anlatmaya gayret etmiştir.” Demek ki insanlığın kurtuluş umudu, değişik görüşte olan insanların birlik olup mutluluğu paylaşmasındadır. A. Kadir’in Türkçesiyle Mevlana bu gerçeği şöyle anlatıyor: “Gene gel, gene. Ne olursan ol, ister kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta, ister yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni. Umutsuzluk kapısı değil bu kapı; nasılsan öyle gel.” YENİ İNSAN Ama Mevlana nasıl Şems’te “mutlak kemal”i görmüşse, insanın kendini iyileştirme sürecinde de görmek ister o gerçek kurtuluşu. Eylem Yıldızer’e göre, “Mevlana’nın her sözünde dünyaya dair yeni bir bilgi, ‘mükemmel insan’a dair yeni bir arayış vücut bulmaktadır.” Bu yeni arayışı Mevlana bir şiirinde şöyle belirtir: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş Dünle beraber gitti cancağzım, Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Evrensel Kültür Hilmi Yavuz’a “Mevlana felsefenin özünü” soruyor. “Şeriatla, seküler ya da dünyevi düşüncenin çok özgün bir sentezi sayılabilir Mevlana düşüncesi” diyen Hilmi Yavuz, pergelin öbür ucunun dolaştığı dünyada insanın kurtuluşunu aramalıdır. (“Pergelin Bir Ucu Daima İslam’dadır.”) ASIL GERÇEK Nâzım Hikmet, Mevlana üzerine yazdığı rübaide, onun tasavvuf anlayışından gelen düşsel gerçeğiyle asıl gerçeğin bağdaşmadığı kanısındadır: “Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celaleddin, heyula filan değil. Uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı illeti ulâ filan değil! Ve senin kızgın etinden kalan rübailerin en muhteşemi, ‘Suret hemi zillest...’ filan diye başlayan değil.” Mevlana’nın “heyula” olarak yorumladığı gerçek günümüzde de tartışma konusudur. “Asıl gerçek” o “Sonsuz Güç” müdür? “Zaman” da, “evren” de, “insan” da o “Sonsuz Güç”ün yansıması mıdır? Bilimsel çözümler de varsayım olarak kalıyor. “Tasavvuf”un güncel yorumuna varamıyoruz. Sömürü düzenini kırarak gerçeğe ulaşan “yeni insan”dadır umut. Mevlana o “Sonsuz Güç”ün barış yalvacı olarak, kargaşa içindeki Anadolu’ya gelen bir “yeni insan”dı. Biz “asıl gerçek” olan Tanrı’ya aldırmıyoruz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 926
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle