Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mehmet Eroğlu ile ‘Belleğin Kış Uykusu’ üzerine ‘Bir insan olarak tüm acı çekenlerin adını öğrenebilseydim, çıldırırdım’ Onuncu romanıyla okurlarını selamlıyor Mehmet Eroğlu. Bu kez belleği ön plana çıkarıyor. Belleğini yitirmiş Bay M’nin bir trene binerek maceralar eşliğinde bir gecede belleğini arayışını, keşfedişini konu alıyor. Vicdan ise romanın hemen yanı başında var olan temel izleklerden biri. Ya vicdanın sesi dinlenecektir, hesaplaşmaya girilecektir, ya da her şeyi göz ardı ederek mutululuk tablolarına bürünerek yaşam geçecektir... Ve sonda sorulan o vurucu soru: “Cennette iyi edebiyat olur mu?” Sizce? Yanıtları belki Mehmet Eroğlu’yla söyleşide yahut romanın bir yerinde karşınıza çıkacaktır... ? Erdem ÖZTOP ayın Mehmet Eroğlu, yeni bir romanınız yayımlandı, “Belleğin Kış Uykusu” adında. Bunu konuşacağız sizinle. Şunu merak ediyorum ilk olarak, yeni bir romana başlama hali nasıl olur sizde, nasıl yol alır hikâye, nelerden beslenir ve son nokta koyulur; birbirine bağlı bu sorularımı, yeni romanınızı da içine alarak yanıtlamanızı istesem? Bende yeni romanın başlangıcı genellikle bir önceki romanı yazarken ortaya çıkar. Tabii roman teması olarak bu başlangıç anı bazen yıllarca geriye de gidebilir. Belleğin Kış Uykusu’nun fikri ve teması o zaman adı yoktuDüş Kırgınları’nın yazım süreci devam ederken ortaya çıktı. İki roman bir süre birbirine paralel, zaman zaman iç içe sürdü. 2005 yılının sonlarında birisini kâğıda geçirirken, öteki zihnimde kurulu tuvalin üstünde yavaş yavaş tamamlandı. Aslında iki roman da aynı sürede bitti diyebiliriz. Tabii birisinin yazım sürecinden, ötekisinin ise zihinde tamamlanmasından söz ediyorum. “Belleğin Kış Uykusu” ismi okuru ilk anda etkiliyor, bendeki hal bu! İlk etkinin ardından, “düşünme” edimi boy gösteriyor ve “ne kötü olur insan belleğinin kış uykusuna girmesi” gibi bir cümle ürettiriyor (bana)! Bu romanın düşünsel izleği de böyle mi oldu sizin tarafınızdan da? Ya da nasıldı? Bende sözünü ettiğiniz bu düşünsel izlek bir kaza sonucunda hissettiğim derin fiziksel acıyla başladı; kazanın ardından acıyı, acı kavramını düşünmeye koyuldum. Fiziksel acı bedenin SAYFA 4 S kendini hatırlatmasıdır. Ruhsal acı ise varlığımızın bedenden uzaklaşması. Sonunda şu soruya ulaştım: İçinde acı olmayan yani acısız hayat nasıl bir şey olurdu? Böyle bir dünyada yaşamak ister miydim? Sonra o son, romanın belkemiğini oluşturan yıkıcı soru ortaya çıktı: İnsan acısız bir hayat için nelerden vazgeçer? Belleğin Kış Uykusu bu sorulara verilen cevaplardan ortaya çıktı. POSTMODERNİST EDEBİYAT Soracağım soru öncesi, aklıma gelen önsoru şu: postmodernizm, ya da postmodernist edebiyat hakkında ne düşünürsünüz? Postmodernci edebiyat benim kan aldığım damarla beslenmiyor. Bu durum romanlarıma göz atıldığında da ortaya çıkıyor bence. Bugüne kadar yazdıklarımın odağında hep insan, insanın sorunları ve “insanın yaratılışının gölgeli alanlarında” boy atan zıtlıklar oldu. Bu nedenle yazma dürtümün gerisinde hep başka varlıkların sorunlarına, acılarına karşı duyarlılık yer aldı. Ne yazık ki insan olarak herkesin acısına ulaşamıyoruz. Bir insan olarak tüm acı çekenlerin adını öğrenebilseydim, çıldırırdım. Adını öğrenemediklerime teşekkür etmek, çıldırmadığıma şükretmek için yazıyorum ben. Buradan yola çıkan birisi için postmodern edebiyat biraz uzak değil mi? “Belleğin Kış Uykusu”, ana kahraman Bay M’nin akşamüstü, göğsündeki garip sızıyla geçmişi olmayan güne uyanışıyla başlar! Belleğini yitirmiştir Bay M. Kafkaesk bir giriş olarak sunulmasında bu durumun, bir sakınca görür müsünüz? Hiçbir sakınca görmem, neden göreyim? Değerlendirme ya da tespit eleştirmenin doğal hakkı değil mi? Ama Belleğin Kış Uykusu’ndaki M adı, biliyorsunuz olayın gelişmesine süreci boyunca değişen, giderek bir harften açık bir mesaja dönüşen bir ad. Bu açıdan K’ya pek benzemiyor. Olayların gelişmesi de bu yargıyı destekler nitelikte sanırım. Nasıl çolak ya da kolsuz olmak bizi Milo Venüsü yapmazsa, sadece bu benzerlikler beni Kafka’ya bağlamaya yetmez diye düşünüyorum. İlk anda, Kafka’nın kahraman isimlendirmesine de benzer Bay M; “Şato”daki K. ve “Dava”daki kahraman Joseph K. gibi Bay M’ye de serüven emredilir. Şuraya gelmek gayesi içersindeyim; metinlerarası göndermeler yazınınızı besler mi? Bunu düşünsel birliktelik anlamına da büründürebiliriz isterseniz, böyle bir şeyden söz edebilir miyiz Mehmet Eroğlu romancılığına dair? Zaman zaman, o da temayı güçlenKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 884