06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

dı. Selçuk'u daha çok hüzünle anımsıyorsam hu yüzdendir. Yazarlığı iizerinde yeterince durulmadı, değerlendirilip lıak ettiği yere konamadı, birçokları gibı lidebiyat ortamında sesini duyurabilmck için inatçı, yırtıcı, biraz kavgacı gürültücü olmak gerekiyordıı. Ayı.ca onıın yazdığı yıllarda her şey daha zordıı. Bir yere, bir nolitik görüş ya da kliğe ait olmak işi kolaylaştırıyordu. Edebiyatın köşebaşlannı tııtmuş olanlara yakın durmak, kapıları arsızca zorlamak ise yücegönüllü kışiliği ne ııygıın değildi. O, çok gclişmiş bir beğeni uüzeyi olmasına karşın eline kalem alan, yazmaya çalışan herkese biıyük bir hoşgörüyle, çocuksu bir sevinçle yaklaşan niriydi. Herhangi bir yazarın dedikodusunu yaptığını, vazdıklannı karalayıp horgördüğünu ({ııymadım, görmedim. Ozel hayatındaki sorıınların üstesinden gelemeyişi, içsel, derin yalnızlığınt yenme çabalarının boşa çıkması ve yazma uğraşının onca giizel kitaba rağmen boş nlduğıı yolunda giderek geîişen umutsuzlugu onu karamsarhğa itti. Sesini kimsenin duymadığını düşündü ve kendine kapandı. Bağlandığı en büyük değer olan yazmayı yadsımaya kadar gitti. Kendini inandırmasa da yazıdan uzak yaşamanın gerçek bir mutluluk olduğunu söyler oldu. Onu yataktan kaldınp giydirerek sokağa çıkarmaya çalıştığım Dİr üğle sonrasını, yazmaktan nerret erriğini söyleyerek ağlayışını, eski asklanna tutunarak acısını anlık, hüzünlü coşkulara zorladığı bir akşamüstünü hatırlıyorum şimdı. Klasik Batı müziğine tutkundu. Dan sa ve doğaya da. Sevilecek hiçbir şeyin olmadığı en kör yerde bile bir taş parçası bulurdu sevip sevinmek için. Güzel gülen bir kadındı. Tutkulu ve heyecanlı. Içten gelen, kabına sığmayan, sınırsız bir yaşama coşkusunu dizginlemeye uğraşmaktan yorulup tükeniyordu sanki. Hiçbir konuda lcatı, tutucu olmadı. Klasik müziği anlayıp sevdiği kadar olmasa da Türk müziğini de severdi. Yazlıklarımız birbirine çok yakındı. Neşeli, güzel yaz akşamlarımız oldu. Doksan dokuz yazında, Artur'daki evinin denize bakan balkonunda şarkılar söylediğimiz son geceyi unutamıyorum. Sağfık sorunları olduğunu biliyordum ama iyi görünüyordu ve neşesi solgun da olsa mutluydu. Yazma tutkusunu kesin olarak yendiğini, okunacak bunca güzel kitap varken acı çekmenin gereksiz olduğunu söylüyordu. Edebiyattan söz etmek istemiyordu uzun boylu. îki yıl önce yazdığı son romanı kimse basmamıştı, küskündü. lstanbul'da mutsıız oimıış, yeniden Ankara'ya taşınmıştı. Sevdığimiz şarkıları söyledik dostlarla birlikte. Söylediğim bir şarkıdan çok etkilendi: \\âlâ yaşıyor kalbımin en gizli yerinde/ Bir hatıra ki izleri yıllarca derinde tki gün sonra telefon etti bana. " ü şarkiyı senden bir kez daha dinlemek istiyorum, ne olur yaz bitmeden yine gelin bana..." dedi. Sesinde, isteğinde son kez havası vardı, ürperdim, sarsıldım ve söz verdim. Marmara depremi oldu sonra. Yaz acılara boğuldu. Gidemedik. ü şarkıyı dinleyecek başka bir zamanı da olamadı. Ölümünden bir halta önce Anka ra'daki evinde gordum onu. Bacağını kırmıştı, iyileşiyordu. seke seke kanve yaptı eşımle bana. Seksen martında çok sevdiğim o ev küçülmüi}, köhnemiş, es kimiş göründü gözüme. Bir bırakılmışlık, unutulmuşluk sinmişti sanki her ya na ye asıl Selçuk'un üstüne. Olüm haberini aldığım gece film izli yordıım. Şu diyalogla çarpıldım: Onun için hiçbir şey yapamadım... Hayır, sen elinden geleniyaptın, sevdin onu! SAYFA 6 İnce, kıpılaan. küskün ULKU ULUIRMAK asjkkta yer aJan ve yeryüzündeki pek çok insanı nitcleyebilecek olan bu sıradan sözcükler, bir yazar söz ko nıısıı olduğımda bambaşka bir anlama bürüııüyor. Üstelikönemli bir yazarsa bu. Dahası, ilk kitabıyla bile Haziran Türk edebiyatında kendine özel bir yer açmış sa. Dünyanın hangi ülkesinde bir yazar güniin birinde edebiyata küser ve yazmaktan vazgeçer? Neden bileıek ve isteyerek, kendisini edebiyatın dışında tutmaya çabalar? Yazan derin ve karanlık bir uçııruma sürükleyen bu sürecin içinde, hiç mi ki taplannı bekleren yayınevlerinin, moda isimlerin pesine düşen edebiyat çevrele rinin, ilgisizliklerın, vefasızlıkların payı yok? Toplumun kültürel, ekonomik, ahlaki açıdan hızlı bir inişe geçtiği bir dönemde; aşın duyarlı, onurlu ve kırılgan bir yazarın bu küskünlüğünü yabana atmamak gerek. îşre Selçuk Baran böyle bir dönemden geçerken küsmüştü edebiyata. Oysa o, yazmak uğnına neleri feda etmemiijti... Gençlik ydlarında iyi bir hukuk çu olabileceğinin açık kanıtlan vardı. Oöretim üyesi olarak Hukuk Fakültesi'nde kalabilir, yurrdışında doktora yapabilirdi. Ama o düşünmüş taşınmiij, ince eleyip sık dokumuş ve "yazmayı" seçmişti. Akademik kariyer ona bu yolda ayak bağı olabilirdi. B Ilk öyküsü 1868 yılında Yeditepe dergisinde yavımlanmıştı. (Çocuğun Biri) 1972'de ilk kitabı Haziran günyüzüne çıktı ve Türk Dil Kurumu 1973 Öykü Ödülü'nü kazandı. Şaşılacak bir şey yoktu bunda. Dile son cıerece özen gösteren, Türkçeye saygılı bir yazar karşisındaydık. Bir kez adım atılmıştı bu yola. îlk kitap yayımlanmış, üstelik önemli bir ödül almıştı. Dönüşü olmayan o uzun, engebeli, zorlu yof uzanıp gidiyordu yazarın önünde. Bunu başka kitaplar izledi. Bir Solgun Adam (1975) adını taşıyan bir roman, sonra yine bir öykü kitabı, 1978 Şait Faik Hikâye Armağanı'nı Adnan Özyalçıner'le paylaştığı Analann Hakkı. Daha sonra yine bir roman. Selim Ileri'nin deyişiyle "yaslı bir roman" olan Bozkır Çiçekleri. 1979 Müliyet Yayınları Roman Yarışması'nda haklı haksız güçbela mansiyon verilen bir roman. Serüven sürüyor, 1983'te yine bir öykü kitabı yayımlanıyordu Baıan'ın, Kış Yolculuğu. Bunu bir sonraki yıl basılan Tortu izledi. Yazarın daha sonraki öykü kitapları Yelkovan Yokuşu (1989)'ve Arjantin Tangoları (1992) artık bir sona doğru gidişin habercisi olan yapıtlar mıy hkkltap dı acaba? 1980'lerde Ankara'dan Istanbul'a taşındı Baran, C^ihangir'deki evine yerleşti. Ozel yaşamında başe demediği sorunlar yüzünden kırık döküktü. Ancak yeni bir çevreyle, yeni dostluklarla avunabilirdi. Nitekim çokgeçmeden onu araddar. Tünel'deki ÂBC Kitap Kulübü'nde çalışan bu dostlarla tanışmakta gecikmedi. Yepyeni, taptaze ilişkiler bir kez daha yazmaya itti Selçuk Baran'ı. Martı Yayın Tanıtım dergisinde kitap tanıtım yazıları yazıyor, yeni dostlarıyla sık sık Beyoğlu'nda buluşuyordu. Mutluydu işte, yeniden mutluydu. Belli bir edebiyat çevresinin dışında arıyordu belki de bazı mutlulukları. Insana ihtiyacı vardı onun, dostluklara sarınmaya. Sıcacık, sevecen bir insandı. Işte bir kez daha yakalamıştı o mutluluk denen uçucu, kaçıcı, nazenin şeyi. Güz Gclmeden adını taşıyan son romanını bir yayınevine verdi o sıralar. Onun için belki de yeni bir umuttu bu kitap. Ne varkı, roman 13 yıl.tam 13 yıl bekledi yayınevinde. Ve... Yayımlanmadı. Selçuk Baran sormadı bile o kitabın âkıbetini. Unutmadı belki ama unutmayı yeğledi. Şimdi düşiinuyorum da bunca yıl sonra, o kitap yayımlansaydı o sıralar, yeni atılımlar için yeni bir güç verebilir miydi ona? Kim bilir? Güz Gelmeden, Selçuk Baran'ın ölümünden sonra yayımlanabildi ancak. Daha önce Arjantin Tangolan'nı yayımlamış olan Yapı Kredi Yayınları bu kitabı bekletmeden yayın programına aldı, kısa sürede yayımlandı Güz Gelmeden. Sonraki kaynaklarda ve açıklamalarda belirtildiği gibi yazarın ölümünden sonra çekmecesinde bulunmamıştı bu roman. Kitabın, çok yakın bir arkadaşında olan dosyası, yazarın ölümünden hemen sonra uetilmişti Yapı Kredi Yayınları'na. Ufak tefek bir iki yazı dışında bu kitap da suskunlukla karşılandı. Yaşadığı sırada ilgi görmeven çoğu yazarı geleceğe taşıyan önemli bir öıçüt vardır. Zaman'dır bunun adı. Yaşadığtmız günlerde günübirlik yazarlar var gündemde. İlk kitabuıı yazan herkes "med yada" önemli bir yazar olarak okura sıı nulmakta. Her gün yeni ve büyük yazarlar yeriştiren bir ülkede yaşıyoruz çok şü kür(!) Haksızlık etmeyelim, bunlar ara sından da iyi yazarlar çıkacaktır kuşkusuz. Ama her gün, her kitap yayımlayanın büyük yazar olarak sunulmasının ardında yatan gerçekler de biliniyor artık. Neyse biz yine de zamanın şaşmaz de ğerlendirmesine sıgınalım ve Selçuk Baran'a dönelim. Güz Gelmeden bir köşede bekleyedursun, Baran yeni kesfettigi bir türle, radyo oyunlarıyla uğraştı bir süre. Sevdi bu yeni türü, yazdığı oyunlar keyif verdi ona. Bu arada kimi televizyon kanallarında öykücülerle ilgilı programlar yayımlanıyordu. O voktu bunlarda, adı bile geçmiyordu, yoksanıyordu. Öykü anrolojilerınde de adına rastlanmıyordu artık. Selçuk Baran sanki o güzelim dille edebiyatımıza yeni bir kapı açmamış, o kapıdan insanın en gizli, en derin yerlerinde saklı, anlatılnıası en zor acılarını, hüzünlerini, yaşlılık yalnızlıklarını, yaşlıların bir köşeye atılıp unutulmak istenmesini, ölüm ânını, insanın o andaki yalnızlığını o kapıdan içeri sokmamıştı. Sanki en güzel anlatımla bütün bunları edebiyatımıza o akıtmamıştı. Ne tuhaftı, sanki bütün bunlar yazılmamışn. "Yorgun, düşsüz, kaskarı ihtiyar kmar"ı, "gözlerinde şaşkın sorular la vakitsiz ölüp gidiverecek olan kadınları"ı, geçmişin artık yok olmuş inceliklerinin bugün anlam taşımayışını ince bir hüzünle sanki o aktarmamıştı bize. Olümle dirimi, yaşarken yaşamasızlığı o dııyurmamıştı okura. Acı çekiyordu yazar, acısını yalnızca kendine saklayarak. Kimseye söz etmiyordu bundan. Ancak çok üstelenirse, artık yazmadığı için muuu olduğunu, yazma cehenneminden kurtulduğunu söylü yordu. Ama bir yandan da büyük bir kırılganlıkla, "edebiyatçılar arasmda kabul görmedim, ben de onları kabul edemedim" diyordu. Öte yandan, eski yıllardaki bir öngörüsünü savunuyordu. "İyi bir yazar olamayacaksın, ama çok iyi bir roman kahramanı olacaksın. Zaten kimse romancıya değil, kahramanlara önem ve Büyük Wr kırgmlA rir." Günün birinde Ankara'ya dönmeye karar verdi Selçuk Baran. lstanbul'da da tutunamamıştı. Gençliğinin en güzel günlerini yaşadigı, uzun yulannı geçirdifii Ankara, oir kez daha umut kaynağı olmııştu onun için. Orada bıraktığı ve geçmiş yıllarda çok iyi anlaştığı eski dostlarıyla yeniden buluşmanın düşünü kuruyordu. Yazık ki bu 'kırık bir düş' olacak, onlardan enikonu koptuğunu çok geçmeden anlayacaktı. derken, çok sevdiği ve en iyi yapabileceği bir işin ortasında buldu kendini. Hukuk Fakültesi'nin Bankacılık Enstitüsü'nde çalışmaya başladı. 25 yıl önce kurs müdürü olduğu enstitüde yayın sekreteriydi şimdi. Çalışmayı özlemişti, işini çok seviyordu. Şu sözleri o günlere ait: "Bazen kendimi pırü pırıl bir keyif içinde yakalıyorum. Sözgelimi enstitüde işten işe koştururken. Dur bakalım, diyorum kendime, ne olııyorsunl' Bu sevinç, bu coşku neden? Çok önemli, çok güzel, olağanüstü bir şey mi oldu? Hayır, hiçbir şey olnıamış. Ama ben hayatın tek başı na bir serüven, bir coşku kaynağı olduğunu yeni keşfettim ve taze taze yaşıyorum. Yaşıyorum... Yaşıyorum... Bunu ölümcül bir telâketten kurtulmuşum gibi haykırmak istiyorum. Bu gerçeği otuz yaşımdan beri kaç kez keşfettim. Yazarlar aracılığıyla. Gide, Kazancakis, Hamsun, Tolstoy bu gerçeği bana öğretmişlerdi. Ama hiç bir gerçek, yaşam deneyiminden geçmeden geçerlilik lcazanmıyor." Yaşam deneyimi, insan yaşadıkça sürdüğüne göre, haklıydı Selçuk. İşte buydu hepsi. Onu yaşama bağlayan, onu yaşamdan koparan ner şey... Umutla umutsuz luk, yaşamla dirim hep iç içeydi. O büyük yorgunluk onu alıp götürmeden önce.* CUMHURİYET KİTAP SAYI 688 seıcuk Baran, Hulkl Aktunç, sellm llerl yıllar önce bir yemekte.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle