24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Oktay Akbal, gazete yazısı gibi öykülemenin, öyküyü bir açıdan "gazete yazısı" kılmanın, bu yolla yazınımızda benzersiz tatlar dermenin öncüsü, kurup geliştirdiği bu ilginç biçemin en yetkin örneği kuşkusuz. Onun öyküleri, yazın sanatından içeri girerken ya da toplumsal olaylara yaklaşırken bir dönüştürücülük de kazandırıyor okura. Özyaşamöyküsel scrpintilerin de yerleştirildiği öyküler, benanlatıcı atacılığiyla, yer yer gizemli serüvenlere uçurabiliyor okuru. {£ y^~X ktay Akbal Öykücülüğü IJzeI lrine Yaklaşımlar" başlıklı yaV >/zımı Karşı'da yayımlarken (EkimKasım 1996, sayı 108) şu açıklamavı yapmıştım: "Çok istememe karşın, /Vkbal'ın on üç yapıtından ikisine (Tarzan Öldü ve Karşı Kıyılar) bir türlü ulaşamadım. Akbal'ın öykücülüğü üzerine genel bir yaklaşım denemesi sayılabilecek bu çalışma, bu iki öykü kitabını taradığımda, görüşlerimin tümünde değil ama, bunların bir bölümünde, değişikliğe gidebilirim. Elbette, bir olasılık yalnızca bu! Küçük bir olasılık!" Sonunda okudıım Tarzan Öldü (Can, 2002) ile Karşı Kıyılar'ı (Can, 2002). Oktay Akbal'ın öykücülüğü üzerine düşüncelerim değşimedi ama, yenice okuduğum bu kitaplar üzerine yazmamayı kendime yakıştıramazdım... Umarım, hem söz konusu eksikliği kapatır bu yazı, hem de Oktay Akbal öykücülüğü üzerinde yeniden düşünmemizi sağlar. Oktay Akbal, gazete yazısı gibi öykülemenin, öyküyü Dİr açıdan "gazete yazısı" kılmanın, bu yolla yazınımızda benzersiz tatlar dermenin öncüsü, kurup geliştirdiği bu ilginç biçemin en yetkin örneği kuşkusuz. Onun öyküleri, yazın sanatından içeri girerken ya da toplumsal olaylara yaklaşırken bir dönüştürücülük de kazandırıyor okura. Özyaşamöyküsel serpintilerin de yerleştirildiği öyküler, benanlatıcı aracılığıyla, yer yer gizemli serüvenlere ucurabuiyor okuru. Bu arada öykülerinde soru tümcelerine yer açtığı da görülmüyor değil onun; bir denemeci tutıımııylü öykülerine kattığı soru tümceleri Akbal için olağan elbette. Ne ki öykü sanatının özgün örnekleri yine de bunlar. Oktay Akbal öyküsünün, öykücülüğümüzü, bu yönde zenginleştirdiği açık... Işte bu nedenle, Akbal'ın bir bölük öyküsü için, "denemenin kendisi olarak öyküleştirilmesi" gibisinden bir niteleme dile getirilebilir, kim bilir... Akbal, öykülerinde okuru sorgular da aynı zamanda. Daha doğrusu öyle erdemler yiikler ki öykülerine; okur, bunları alımlarken kendisini sorgulamadan edemez. Bu arada öykülerinde bizi, bir yazın ansiklopedisinin sayfaları arasındagezindirdiği de olur bir çalım yazarın. Baudelaire'den Aragon'a, Dunamel'den Andre Cîide'e, Saint Exupery'ye, Rimbaud'dan Edith Piaf a; Ahmet Haşim'den Yahya Kemal'e, Sait Eaik'ten Cahit Sıtkı'ya, Eyuboğlu'ya, Nâzım Hikmet'ten Sabahattin Ali'ye, Özdemir Asaf'a kadar kimlerekimlere... Öykücülüğümüzde bir anadamar: Oktav Akbal örülmüştür çünkü bu öykü evreni. Mınicik ayrıntılar, her an değiştirilebilir öyküyü. Bu öykülere girebilmek için Ak bal'ın anlatıcısını ya da benöykücüsünü iyi tanımak gerekir. Kimdir Akbal'ın anlatıcısı, benöykücüsü? Bir kent yalnızıdır o. Bu yanıyla, kent karşısındaki yalnızlıkları, kent yaşamı içindeki sııskunluklan, satır arası duyarhkları yansıtır bize: "Çoğul biryalnızlık. Tekil bir kalabalık." (Tarzan Öldü, 65) Akbal'ın öyküleri, böyle de özetlenebilir sanki bir çalım. Anlatıcı, rastladığı her kişiye, birer öykü kişisi olarak bakar neredeyse. Yazmasa da aslında her birinin birer öykü kah ramanı olduğundan emindir; oynadıklarını düşlediği oyunlara, filmlere, öykülere, hatta romanlara dalar. O daldıkça, biz de öykülerin anlatıcısını tanımaya koyuluruz ucundan kıyısından. Anlatıcının, öykü kişilerini izlediği, onların peşine takıldığı bile olur kimileyin. Akbal'ın öykü kisüeri hep gidiş geliş içindedir, hep harelcet halinde. Duran öykü kahramanlarıyla tanıştırdığında bizi, bu kez de onların seyir penceresinden aktarmaya girişirolup bitenleri. Sonuçta onun "ben"leri, yapayalnız da olsalar, kendi sinemalarının makinistidir hep. Böyle olunca, hemen bütün öyküler, birer uzak bakış yanılsaması yayar. Ancak böyle de olsa, yakın çocuklıık dııyguları taşar öyki(lerden. Sözgelimi Tarzan Oldü'nün ilk üç öy kiisü ("Tarzan Oldü", "Hayri Bey'li Üsküdar", "Düş Sevi"), anlatıcının yeniyetmelik yaşlarındaki arayışlarıyla yüz yüze getirir bizi. Anlatıcı öpüşmeyle, sevişmeyle ilgilenir; ister ki, cinselliğin kapısını aralayabilsin. Arkadaşlarıysa bıçkın rolündedir o yaşın erkeksi havası içinde. Anlatıcı çömezdir onların yanında. Yine de yalanlar kıvırır; olsun, düşlediklerini yaşanmışçasına anlatabilir pekâlâ. Bir aşk çırağıuır Akbal'ın yeniyetmesi, cinsel ilişkilenişler çağında bir kâşif.... Öykü kişileri, hep bir duygu yorgunluğu içindedir zaten. NitekıiTi Akbal da öykülerinde ömrün geçiciliğini, yaşamdaki boşunalığı vurgulamaz mı hep? Zaten Akbal'ın öykü anlatıcılan dalıp giden, dalıp gittikçe kalabalıklarda yabancılaşan, yalnızlaştıkça onların dünyalarına girip anlamaya çalışan ama hep "ben" olma kavgası veren birbenöykücü, benanlatıcı... Böyleolmasa anlatıcı, "Insanlar: içinde yalnızlığım.ı dağıtmalıyım," der mi hiç? (Tarzan Oldü, 103) Tam da burada, Akbal'ın öykülerini, öteki yazarların öykülerinden ayıran kimi yanlar üzerinde durmak gerekiyor. Çok derinlerde, durma kanayan bir hüzün yansıtsa da Oktay Akbal öyküleri, bıınu tuhaf bir sevinçle, şaşırtıcı bir mutlulukla birleştiriyor her kezinde. Kötülüklerden, olumsuzluklardan kalksa da iyimser bir bakışa götürebiliyor okuru, üstelik sürekli. Çünkü iyimserliğini hiç mi hiç yitirmiyor Oktay Akbal. Akbal'ın öyküleri için, biçimce "şiiril metin" nitelemesi getirilebilir bana göre. Onun öykülerinden bir şıir tadı almamak olanaksız çünkü. Dahası, bunun Akbal öykücülüğündekl dllsel müzlk Akbal'ın öykülerindekl lylmser anlatıcı Oktay Akbal öykülerine girmek, kolay değildir yine de. Çok ince duyarlıklarla SAYFA 18 Oykü yazınımıza unutulmaz öykuler armağan etml$ bir yazarımız Oktay Akbal müzikle birleştiği de gözlenebilir sıkhkla. Anlamca da öyküler, kalabalıkla bireyi, bireyle kalabalığı birleştirmeye yönelmiş bir duruş içinde görünür öyküler. Bunun da altını çizmek gerekiyor. Nitekim yazar, kendi temel duruşunıı bir öykü başlığı olarak da alabiliyor: "Kalabalıktaki Yalnızhk" (Karşı Kıyılar). Hiç mi hiç aksamayan bir ses düzeni kuruyor tümcelerinde Akbal. Bu açıdan olağanüstü başardı. Müzisyenlerin yerinde olsam, şairler kadar öykücülerden de yararlanmanın yolunu arardım. Oykü notalamaya girişen müzisyenlerin, sanat yaşamımızda çok büyük ufuklar açabileceğini sanıyorum kendi payıma. Nitekim Akbal'ın öykülerinden dopdolu, akışkan, içli, coşumcu besteler çıkarabilir müzisyenler. Çünkü sözcükleri yerleştirirken tümcelerine o, bunların ses değerlerini çok iyi tartıyor. Böylece yalnızca anlamca değil, seslemce de müzikle örtüştürüyor tümcelerini. Sahi, müzisyenierimiz, usta öykücülerimize ne zaman eğilecekler aersiniz? Yoksa öykünün şiirle içlidışlılığını keşfetmiş değiller mi heniiz? Oktay Akbal'ın öyküleri aksamayan, herhangi bir pürüze, engele takılmayan, dağlardan sızmış kar suyu gibi köpüklü ama usulluk içinde yanımız sıra şavkıyıp akan öyküler... Türkçenin tadını belleği mize kazıyan, sözdizimlerindeki yerindeliklerle bizi eğiten buna nasıl özen göstermek gerektiği konusunda neredeyse ders veren... Bu arada, devrik tümce düzeni konusunda özellikle durmak gereği duyuyorum, Akbal'ın, devrim tümce örgülemesinin kendisine özgülük yansıttığı ileri sürülebilir. Çünkü bu örgü, belirli bir kalıp yönünde akıyor sanki: 1. Yazar, devrik tümceyi, öykünün yansıtıcısı olarak kullanıyor. Özellikle öyküyü yumuşatmada, bunlardaki duyarlılığı aktarmada devrik tümce düze ninden büyük ölçüde yararlanıyor. 2. Yazar, devrik tümce düzeniyle benöyküsel anlatısını içlidışlı kılıyor. Böylelikle öyküler, içtenlik, duyarlılık anla mında kendilerini çok iyi yansıtabiliyor. 3. Yazar devrik va da Jüzgün tümce sı ralarken, genel olarak en çok üç tumce diziyor, sonra akış yönünü değıştirip devrikten düzgüne ya da düzgünden devriğe geçiyor. Ataç'tan sonra bunu en iyi kavramış, uygulamış yazarların başında Oktay Ak bal geliyor yanılmıyorsam... îlköğretim okullarında, liselerde Oktay Akbal öykülerine yer verilmediyse henüz, bugünden tezi yok ders kitapla rına alınmalı onun kimi öykü örnekleri... Akbal'ın öykülerinden yansıyan insan sever duyarlılıkla; dilsel, duygusal, diışünsel inceliklerle öğrencileri tanıştırmamış olmak, bu dile ihanettir, benden söylemesi... Işte bir örnek: "O Eski Sevinçler" (Karşı Kıyılar), sonra diğerleri... Örnckse "Gazi'yi Gördün mü? adlı öykü... tlköğretim okullarının ders kitaplarına alınmamışsa eğer bu öykü, eksik saya rım o kitapları ben. Oktay Âkbal'ı sevmek, öyküyü sevmek demek bana göre! O, bu tutkunun, öyküye gönül vermenin günümüzdeki en seçkin adı. O, öyküciılüğümuzün yedi harikasından biri (öteki harikalarına ileride değineceğim). Öykü yazınımıza unutulmaz öyküler armağan etmiş bir yazarımız aynı zamanda o. Onun "EsterileRoza" (BizansDefinesi,., Can, 2002) adlı öyküsünü AdamÖykü'nün mayıshaziran sayısında gündeme alacağımı eklemeden geçme yeyim. Ama benim gibi geç kalmayın andığım kitaplannı okumakta; bütün kitaplarını okumaya bakın siz. Çünkü o, öyküde, ağzımızdaki sütdii CUMHURİYET KİTAP SAYI 688
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle