22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

riydi." Annesinrn ona son sözleri. "Neden oteline dönmüyorsun?" olmuş. Susan'ın buna yanıtı:"An, anne, hastanelere bayılırun." Annesi gülumscmiş vegözlerini yummuş. "Bu hoşuna girmişti, anlıyor musun? Zekice ve iğneleyici bulmuştu. 'Buradayım, çiinkü seni seviyorum. Çünkü ölüm döşeğindcsin' diyemezdim ya.' Diyemezdi elbette. Hele bir ömiir boyu sustuktan sonra, hiç. Böyle bir cümlenin ele vereccği kcdcrin derinliğini, bütiin o boşa harcanmışlığı düşünsenize. "Onahayrandım," diyor Susan, "ama bu, asla sahip olamayacağınız birine duyduğunuz bir hayranlık türüydü. Çodcukken onu doğru dürüst göremedim. Her zaman uzaklardaydı." Peki ya baba? O da yoktu. Çin'de, Ingiliz yönetimindeki Tiensin'de yaşayan, varlıklı birkürkçü olan babası 1939'da, Susan beş yaşındayken, veremden ölmüştü. tki çocuğıı Long Island'daki büyük evde dadılar ve hizmctkârlar büyüttü. Kısacası, babasını pek tanıyamadı. * Yine de, çocukluğumun her giiniinde onun için ağladım." Annesi ona yalan söyledi. Babasının ölümünü sakladı, bir gün eve döneceğini söyledi. Daha sonra da, ölüm nedeni nakkındayalan söyledi, zatürreden öldüğünü söyledi. "O sıralarda verem bir ayıp, Dİr kusur gibi görülürdü." Gömüldüğü yer konusunda bile yalan söyledi. "Brooklyn'degömüldüğünü söyledi, oysa mezarı Queens'teymiş." Iki yıl önre Susan bir araştırmacının yardımıyla babasının mezarını buldu ve ziyaret elti. Ve onun mezartaşına baktı: Jack Roscnblatt. "Bilmek başka şey, gerçekten algılamak başka şey Bababın gerçekten öldüğü, ancak o an kalama dank etti." Susan, Rosenblatt olan soyadını Sontag'a çevirdiğinde 12 yaşındaydı. Annesi yeniden evlenmişti. "Sersemin tekiydi, bir savaş kahramanı; zararsız, beceriksiz, kafası çauşmayan biri." Meksika'ya gidip evlendiler ve haberi kızlara ancak döndiikten sonra verdiler. Adam onları yasal olarak evlat edinmedi. Dolayısıyla baoaları olmadı. Ama oradaydı, bir otorite simgesi, ortada olmayan bir otontenin temsilcisi; Susan'ın onu tanınılama biçiminden, adamı hor gördüğü, küçümsediği açıkça anlaşılıyor. müttefik olarak yeniden dirilmekteydi. "ükulda bana pis Yahudi denmesinden bıkmıştım. Soyadımdan kurtulunca ferahladım." Tamam, biryanıt ama yeterli değil. Söylediğine göre, babasının ona ihanet ettiği duygusuna kapılmış. "Geri dönmedi." Soyadını değiştirmek, bu ihanete karşılık vermek değildi. Başka bir şeydi. Kendi kendine sürekli anımsatmaktı. Gerçeği gizleyen bir takma ada sığınmak, arkadakı gerçek kişiyi ortadan kaldırmak gibiydı. Evden aynldığında 16 yaşındaydı... Neden 17'sinde evlendi? Üstelik doğru dürüst tanımadığı bir erkekle, Philip Reiff'la? ündan 10 yaş büyük olan Reiff, Susan'ın okuduğu Cnicago Üniversite'sindehocaydı. Birgün tanıştılar, yemeğe çıktılar (hamburger); Reiff onu ertesi sabah kahvaltıya, öğle yemeğine, akşam da yine hamburgere davet etti. ve aynı akşam evlenme teklif etti. Susan'a dediğine göre, daha onun sesini duyduğu an, evleneceği kadın olduğunu anlamıştı. " Daha önce bana hiç 'kadın' denmemişti. Bu, aklımı başımdan aldı. Evet, dedim. Çılgınca, değil mi?" Birlikte yatmayı önerince, erkek, 'önce evlenelim,' demiş. "Hey, bu adam benden bile daha saf, diye düşündüm. Ertesi hafta evlendik." Ondan ayrıldı, elbette. Dokıız yıl sonra, oğulları David yedi yaşındayken. Onu başka biri olmak için terk ettim, diyor. "Özlemlerim vardı. Bunlann ne olduğunu bilmiyordum, ama onları akademik dünyada bulamayacağımı biliyordum." Haklıydı. Sıkılmıştı. "Oksijcnsiz kaldığımı hissedıyordum." Yenı kıtabı "Amerika'da", birinci tekil şahsın dilinden yazdığı 'Sıfır' sayılı bölümde, 18 yaşındayken Middlemarch'ı okuduğunu anlatıyor: "...kitabın uçtc birine geldiğimde, gözyaşlarına boğııldtım, çiinkü sırf Dorothea olduğumu değil, birkaç ay önce evlendiğim kişinin de Bay Casaubon olduğunu fark ctmiştim." Casaubon, akademiye özgü bürün sılcıcılığı ve bayatlığı temsil ediyordu. Aynı bölümde, romanın baş kişisi, aktris Marina için şöyle yazıyor: "...kendini tınutmanın ayartıcılığına asla kapılmayacak." Bu, ilginç bir sözcük: ayartıcı. Başarı, ün, alkış ve ilgi Sontag'ın peşinc bir sevgili gibi takıldı, o da ona direnemedi. Kocasını sevip sevmediğini sordum. "Ah, evet," dedi; onu sevmişti, gerçek bir evlilikti. Peki o seni sevdi mi, diye sordum. "Bunu bilemem," diye yanıtladı. "Birinin beni sevip sevmediğini söyleyemem. I Iayır, bunu yapamam." Sanki sevilmek, sevilmeyc izin vermek, unutmanın bir başka biçımiymiş gibi. Böylece halk sahnesindeki rolüne başladı. Bunu gizli gizli, 12 yaşından bcri yapıyordu elbette: kendi deyişıyle "denemesesi" taklıdinı. Yazdıklarıyfa arama belli bir mesafe koyuyor, kendinıi unutuyordum, diyor. Çalışmaya bayılıyor ama karşılığında fazla bir şey beklemiyordu. "Galiba çok erken yaşlardan ıtibaren, acı veren, bir başka deyişle ilginç gelen bilgiyle başa çıkma nın bir yolunu buldum. O bilginin beni yaralamasma, incitmesine izin vermedim." Böylece 'şeylere' duyduğu ilgiye kadana rak, tahammül ederek yaşamayı öğrcndi. 'Şcylcr' diyorum, çünkü ilgi alanı kişiler değil, yazdıklarıydı. Yazdığı şeylere (Barthes, Godard, vs gibi bütiin o otoriter er kek rigürleri) dünyanın tepkiye şaşırdığını soylüyor. Ve buna bayıldığını. "flgi isteyen ama ilgi göriince de utanan bir çocuk gibi." Ama bu ilgiye hiç güvenmedi. "Hep, daha iyisini görmedikleri için alkışladıklarını düşiindum. Dolayısıyla, anlamsızdı. Başka bir şeyı hayal edecek kadar gücün den yoksundular." Aktörlerdcn büyülcnmcsine hiç şaşmamalı. Onların ruh naUerinden. "Bıroyuncunun canlandırdığı kışiliği gerçekten hissedip hissetmediği, bir oyuncunun içtenliği tartısılabilir ve bu gayet yerinde bir tartışma olur, öylc dcğil mi^ Oyunculann kor Kadınlann geilşlml. ıietieyişi hiç sona ermlyor. Erkeklerse tükeniyor." Başka blplolmah "Soğuk, acımasız kadm" Kendini yanlış yerdc bulan, anlaşılmadığına inanan, zeki, parlak bir genç kız ne yapar? Bu budala, beceriksiz adam onu nasıl anlayabilirdi kir> Ya da, annesi "soğuk, acımasız kadın" diye tarif ettiği kişi? Bence iki şey olur. Ya erken, fazla erken olgunlaşırsın. Bulıığ çağını atlarsın gerçi büyük bir olasılıkla, sonradan oraya geri dönmen gerekir. Ya da kcndinc yeni bir otorite bulursun. Bu zavallı otorite müsveddesine meydan okuyacak bir otorite. Âradığı şeyi akademide buldu. Kitaplara sığındığını soylüyor. Akşamlarını kütüphanedc, evden uzakta geçirmeye başlıyor. Kendini bilgiyle, deli gibi öğrenerek, ezberleyerek rahatlatıyoı her zaman şaşırtıcı bir belleği olmuş, bir.de, inanılmaz, şaşırtıcı bir merak duygusu. Öğrenmek kişiliğinin vazgeçılmez bir paıçası oltıp çıkmış. Ya da o buna inanmış. Aslında işe yarayabilirdi. Eğer daha az zeki, daha meraksız, daha azla yctincn biri olsaydı! Kvet, bir siire işe yaramış olmalı. Bana, kızkardeşinin öğrenmeye neden direndiğini bir türlü anlayamadığını söyledi okuldahiçbırzaman başarılı olamamış. "lyı bir seçim yaptığımı baştan beri biliyordum. I udith'in de neden bu yolu seçmediğini aklım almıyordu. Hak ettiği başarıya ulaşamayan, zeki ama hırstan bütünüyle yoksun, hatta hırsa karşı olan biriydi." Anlayamıyordu, çünkü kendi gereksinimleri görüş açısını kapatıyordu. O, güvensizlikten ihtiyaçtan bir "entelektüel" oldu evet, bu sözcüğü kullaııalıınjudith'inse, büyük bir olasılıkla başka ihtiyacları vardı. Neden annesinin evlendiği adamın soyadını aldı? Daha da önenılisi, o soyadına neden bağlı kaldı? Bunu ona sordum, şöyle yanıtladı: "Galiba Sontag'dan hoşlandım. Kulağa Rosenblatt kadar komik, o kadar Yahııdi gelmiyordu. Daha Amerikalıydı." Eh, savaş sonrası Amerika'sında Yahudi karşıtlığı yeniden hortlamıştı. Almanya bir CUMHURİYET KİTAP SAYI 883 kuları, endışeleri beni her zaman etkilemiştir." Ve. "Bencekorkmakprofesyonelliğın belirtisidir." Korkmak aynca, sağ kalma içgüdüsüdür. Ama önce tehlikeyi tanımlaman, saptaman gerekir. Son iki romanında da (Yanardağ Sevgilkn ve Amerika'da) dünyaya meydan okuyan, güçlü, korkusuz kadınları anlatıyor. Kocasının Yunanlı "tavırlarla" sunduğu, canlı bir heykel gibi sergilediği ve harcanmış, beş parasız bir kurban olarak ölen Emma Hamilton. Ve Maryna: ölmeyen, Amerika'nın bahşe^tiği en güvenilmez ödüllerden birini alan, yani bir yıldız olan ve yeteneğine haksızlık eden tiyatro oyuncusu. Bir başka ölüm biçimi. Her iki olayda da, önemli olanın erkek seyirci olduğunu var sayabiliriz. Yanardağ Sevgilim'de söyle bir cümle var: "...gücü, gerçek gücü olmayan, duygusal kadınlar genellikle kurban eailirler." Dolayısıyla, Maryna başansının, Emma ise güzelliğinin kurbanı olmaktan nasıl kurtulabilirdi ki? Bıınun yanıtı yok, daha doğrusu zırhlara bürünmüş bir sürü yanıtı var: bunlardan biri sizi, başkalarının kurduğu beklentiler tuzağından kurtarabılir. Seyircinizi feda edebilirsiniz, ya da kendinize yeni, halden anlayan bir seyirci topluluğu bulursunuz. Bunu yapmak, yaşlandıkça kolaylaşabilir belki, çünkü tepenizdeki ağırlık azalır, otorite kâbıısu harifler. "Size biraz yaşlanmaktan söz edeyim," diyor ve gülüyor. "Yaşlandığınız, yani 45'i geçtiğiniz zaman, erkekler sizi beğenmekten vazgeçıyor, Ya da şöyle diyeyim: Sizin beğendiğiniz erkekler sizi beğenmiyor. Ben genç bir erkek istiyorum. Güzelliğe âşığım Eh, bıında şaşacak ne var.*" Yaşanıı boyunca yedi kez âşık olduğunu, bununsa oldukça büyük bir rakam olduğunu soylüyor. 'Yo, dur," diyor. "Aslında, dokuz kez. Beş kadın, dört erkek." Her iki cinse de duyduğu ilgiden artık açıkça söz edebiliyor. Çok basit, diyor." Erkeklere eskisi kadar çckıci gelmez olunca, kendimi kadınlarla daha çok haşır ncşir olmuş buldum. I Iep böyle olur. Benim yaşımdaki hangi kadına sorsanız, aynı şeyi söyler. Çevrenizde erkeklerden çok kaaınları bulmaya başlıyorsunuz. Ve kadınlar olağanüstü. Kadınlar 40 yaşlarına geldikleri zaman gelişiyor, tomurcuklar gibi patlıyorlar. Kadınlann gelişımı, ilerleyişi hiç sona ermiyor. Erkeklerse tükeniyor.' Şu anda bir sevgili yok, yalnız yaşıyor. Onunla fotoğrafçı Annie Leibovitz hakkındaki dedikodulann asılsız olduğıınu soylüyor. Yalnızca iki yakın arkadaşlar. Aptalca bulabilirler, diyor. "Sapıkça bir yaşamım olduğunu, ya da cinsel dürtiilerimin zayıf olduğunu düşünebilirler. Belki kendimi cinsellikten soyutluyorum. Ama açık konuşmak gerekirse, şu anda hayatımda cinsellikten çok daha önemli o kadar çok şey var ki. Oğlum David'le ilişkim. Yazarlığım. Ahlâki auygularım, kaygılarım bile erotik yaşamımdan çok daha Delirleyici celiyor şu anda. Insanlar bu sözlerden istedikîeri sonucu çıkartabilir." İki kez yakalandığı kaıiberdcn de aynı açıksözlülükle söz edıyor. 1976'da yakalandığı memekanseri. 1998'de yakalandığı rahim kanseri. "Bir Metator Olarak Hastalık" adlı kitabı, meme kanseri olduktan sonra yazmış. "Bu hastalığın çevresıne örülen kara bulutları dağıtmak, onu bir tabu olmaktan çıkartmak için. Hastalığın gizemini yok etmek için. 70'li yıllarda insanlar ondan hâlâ 'şu korkunc K' diye söz ediyordu. Adını söylemenın bile uğursuzluk getıreceğine inanıyorlardı." Ama kitabın çıkış noktasının babasının ölümü olduğunu ekliyor. Babasınınki, 4O'lı yıllarda gizlenmesi gereken bir ayıpmış gibi görülen, an nesini yalan söylemeye bile zorlayacak kadar utanılan bir hastalıktı. Belki de bilgi işte tam burada başlıyor: bir yalanın çürütülmesiyle. Plastalığı verilecek bir bilgi olarak görmediğini soylüyor. Hastalık hastalıktır, tcdavi gerektirir, diyor. Meme kanseri olduğunda, tümör ahndıktan sonra üç yıl boyunca kemoterapi görmüş. Riihim kahserinde ise, rahmi alınmış. Bu deneyimin sonucunda iki duygııya kapıldığını soylüyor: "Yakında ölebileceğim duygusu. Aynı zamanda da, ölmediğim için müthiş bir mutluluk." Yaşamının, yalın hatta katı bir şeyden, çok daha dışavurumcu, etkileyici bir şeye doğru bir gelişme olduğunu soylüyor. "Biliyor musunuz, eskiden Simone Weil olmak isterdim; bir karınca yuvasının üzerinde ölmek, kendimi kurban etmek." Kendini böylesi ideallere deli gibi kaptırırmış. "Her zaman kolayca, çılgınca âşık olabilen birıydim. Delice bağlanan, sonuna kadar tutulabilen biri. Sahip olduğum yetenekten de, cesarettcn de daha büyük olan bir şey var, o da bu hayran olma, tapınma " arzusu." Otekı ısteklere, özlemlere benze , y ş ilerledikçe azalan bir arzu değili>u. yaş yen, ç ğ a dizginlem b l bl Ama onu dizginlemenin bir yolunu bul"R muş. "Roman yazmak bana, dünyada olmanın, dünyaya ilgi göstermenin ve bunu kendi içine napsolmadan yapmanın yoluymuş gibi geliyor." Korkusuz biri olduğunu söyleyemem herkes gibi mutlaka korkuları vardır ama cesur, yürekli. İki nitelikten nasibini bolca almış: cesaret ve vicdan. Artık sahtc tanrılara yer yok. Bende bıraktığı ve asla değışmeyecek imajı iseşu: kemoterapi yüzünden tena halde, bir gün yürünıesini bile engelleyebilccck kaaar zarar gören bacak sınirlerı nedeniyle, acı içinde, yokıış aşağı koşan bir kadın. Ama hiç mi hiç aldıımayan. Ve gülen, çünkü yaşam eğlenceli vc o eğlenmesini biliyor. Ve sesleniyor: "Biz dostuz!" Dostluk; Arendt'in dediği gibi. tnsanlardan, başlarından keyil almak. Ve elbette, kaçınılmaz olarak, kendinden. • SAYFA S Gtzemi yok etmek •Roman yazmak bana, dünyada olmanın, dünyaya İlgi göstermenln ve bunu kendi Içlne hapsolmadan yapmanın yoluymuş glbl gellyor"
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle