05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

rıyla şöyle özetleyebilirim: Nazan Ipşiroğlu, insan varlığına verilen değeri, temel değer olarak savunur ve çağdaşlığın olmazsa olmaz koşuJu sayar. Bunu, insanın özgürlüğüne, yaratıcılığına ve yapıcılığına olan inancıyla bütünler. KüJtürün, sürekli eğitim, sürekli çabayla elde edilebileceğini bilir. Bu yolla yalnız kişinin kendini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştireceğini ve bunu bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir. Eğitimde ezberciliğin değil, algılama, araştırma ve düşünme yetisinin önemini savunur. "Yaşamdan kopmayan düşünme, ancak duyu algılarının eğitimiyfe olanaklıdır. Duyu algılarının eğitimi ise sanat eğitimi demektir" der. Felsefc, edebiyat ve sanat derslerinin, düşünme yetisini geliştirmekteki, kişilik oluşturmaktaki önemini bıkmadan usanmadan vurgular. Genclere, çocuklara, görmeyi, eleştirmeyi, düşünmeyi öğretmek zorunluluğunu savunur. Bugün yaşadığımız beğeni yozlaşmastndan, demokrasinin yerîeşememesine, çevre bilincinin gelişememesinden kentlerdeki çarpık yapılanmaya, pek çok gerçekte, düşünme yetisini geliştirmekteki, kişilik oluşturmaktaki önemini bıkmadan usanmadan vurgular. Genclere, çocukJara, görmeyi, eleştirmeyi, düşünmeyi öğretmek zorunluluğunu savunur. Bugün yaşadığımız beğeni yozlaşmasından, demokrasinin yerleşememesine, çevre bilincinin gelişememesinden kentlerdeki çarpık yapılanmaya, pek çok gerçekte, DU eksikliğe dikkatleri çeker. Evet özgür düşünceden, çokseslilikten yanadır ama, çoksesliliğin her kafadan bir ses çıkması demek olmadığının bilincindedir. Kendi düşüncelerinden farklı düşünceleri dinlemeyi de amaçlayan çağdaş eğitimin yollarını bize gösterir. Bu özetinde de özeti halinde sıraladıklarımı sanat ve kültür alanlarına uygulayabileceğiniz gibi bir politika alanına da yayabiiırsiniz. Zaten hepsi bir bütün değil mi... 20. Yüzvıl Sanatında J.S. Bach AYDIN BUKE ££ t | T üm partiler aynı yoğunlukta I ve önemde işlenince, insan JL belirgin bir partiyi izlemekte zorlanıyor. Kısaca bu yapılanlar, tıpkı bir zamanlar Bay von Lohenstein'ın şiirde yaptıklarına benziyor. Gösteriş ve şaşaa, ner ikisini de, doğallıktan yapay olana ve yüce olandan karanlık olana sürüklüyor." Bu satırlar 14 Mayıs 1737 tarihinden Hamburg'dayayımlanan "DerCritische Musikus acllı dergide Tohann Adolph Scheibe tarafından yazıfan bir eleştiride yer alıyordu. Yazıda isim verilmemekle birlikte, eleştiri oklarının hedefi Johann Sebastian Bach idi. Bestecinin yaşadığı ydlarda, çağdaşları tarafından bövlesine acımasızca eleştirilmesi bize oldukça garip ve anlaşılmaz gelse de, Bach'ın müzik dünyasına damgasını vurmasının ancak 19. yüzyılın ortalarına doğru olduğunu unutmamak gerek. Günümüzde herkesin klasik müziğin temel taşı olarak kabul ettiği bu büyük bestecinin, kendinden sonra gelen müzisyenleri ve sanatçıları nasıl etkilediği konusıında yazılan kıtapların sayısı oldukça kabarıktır. Geçen günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi ve Nazan Ipşiroğlu'nun "20. Yüzyıl SanatındaJ. S. Bach isimli çalışması Pan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitap iki açıdan önemli: Birincisi ülkemizde bu alandaki çok az sayıda kitaba bir yenisinin eklenmiş olması sevindirici. ikinci ve asıl önemli neden, müzik ve resim üzerine önceki yıllarda son derece ilginç araştırmalar yapan Nazan Ipşiroğlu'nun en son çalışması olması. Kitap iki ana bölümden oluşuyor: ilk bölümde 19. ve 20. yüzyılda müzik çevresinde Bach alımlaması üzerinde durulduktan sonra ikinci bölümde 20. yüzyıl sanatında Bach'ın etkileri anlatılıyor. Ayrıca ressam Paul Klee ve heykeltıraş Eduarda Chillida'nın eserlerinde müziğin ve Bach'ın etkileri derinlemesine inceleniyor. Kitabın sonuna eklenen 34 renkli resim, anlatılanların görsel olarak da algılanmasına yardımcı oluyor. Kitabın ilk bölümünde, Bach'ın kendinden sonra gelen müzisyenler üzerindeki etkisiyle, Maurcio Kagel ve Arvo Part gibi çağdaş bestecilerin Bach ile "hesaplaşmalan" üzerinde durulmuş. Ayrıca Bach'ın müziğiyle çeşitli etnik müziklerin ve cazın bir arada lcullanıldığı bazı çalışmaların ana fikirleri araştırümış (Bach to Africa, Bach in Brasil gibi). Ancak kitabın bence asıl ilginç yanı Bach'ın plastik sanatlar üzerindeki etkilerinin araştırıldığı ikinci bölüm. Îpşiroğlu 20. yüzyıl başlarındaki sanatçıların Bach'ın müziğine ilgi duymalarının nedenlerini araştınrken çok yerinde bir saptamayla şunları yazmış: "Yüzyılın başında yoğun bir arayış içinde olan sanatçılar, bu müzikte kendi düşünceleri doğrultusunda bir şeyler bulabiliyorlardı. Nevdi bunlar? Satırbaşlarıyla şöyle sıralayabiliriz: Devinim, Çokseslilik, Eşzamanlılık, Çokkatmanlılık, Yapı, Zamanmekân bütünlüğü, Parçabiitün ilişkisi, ifade ve anlatımın yapıtın dokusuna sindirilmesi, Imgesellik, Simgeler." (s. 38) Gerçekten yukanda sıralanan özellikler Bach ın bütiin eserlerinde kendini hissettiren temel taşlardır ve son derece bilinçli bir şekilde yan yana gelerek ana yapıyı oluşturur. Bach'ın böyîesine başarılı bir "yapı ustası" olmasının pek çok nedeni sayılabilir: Kendinden önceki bestecilerin eserlerini büyük bir sabırla incelemesi ve bir dönem, çalıştığı sarayların kitaplığında bulunan Itafyan bestecilerin notalarını en ince detaylanna varıncaya dek araştırması akla gelebilecek ilk nedendir. Bu sayede kenai müziğini nereye oturtması gerektiğini çok iyi saptayabilme olanağına kavuşmuştur. Bu alçakgönüllü vaklaşımın bir nedeni de, Bacn'ın kendini daha basit müzikçi, bir zanaatkâr olarak görmesidir. Sürekli yineleyerek ustalık kazanacak bir iş gibi gördüğü müzikçilik, yüzyıllar boyunca ailesinin çok iyi yaptığı bir meslek olarak ona kadar ulaştığına göre, onun yapması gereken, elinden geldiğince iyi çalışarak aile mesleğini devam ettirmekti. Fazla üzerinde durulmamakla birlikte, Bach'ın eserlerindeki kusursuz işçiliğin bir nedeni de onun çok iyi bir orgcu olmasında ve orgu yakından tanımasında gizlidir. Bach Eisenach'ta geçirdiği çocukluk yülarında, kentte orgcu olarak görev yapan babasının kuzeni Johann Christoph Bach'dan müzik dersleri alıyor, onun bakımı ve tamiriyle ilgilendiği orgları yakından tanıma fırsatı buluyordu. llkokul yıllarına denk gelen bu dönemde Bach farkında olmaaan, dünyanın en karmaşık müzik aleti olan orgu adeta bir oyuncak gibi görmeye başlamıştı. Yapımı yıllar süren ve çok farklı meslekten ustanın işbirliği sonucu, büyük bir sabırla oluşan bu devasa çalgının, zamanla tanımadığı parçası kalmadı. Meslek yaşamına da orgcu olarak başlayan Bach, tüm yaşamı boyunca civar kentlerdeki çalgıların yapımını denetledi, onların çalınabilirliği konusunda kilise yetkililerine raporlar verdi. Devrinin usta org yapımcılarıyta çok yakın arkadaş oldu. Kısacası org onun için bir ilk göz ağrısıydı. Bu kusursuz çalgıya b a k 11 ğ ı n d a onun nasıl bir araya geldiğini görebüiyor ve eserlerinde adeta aynı şemayı uygufuyordu. Bach'ın yapı üzerinde böyîesine durması onu sonraki kuşakların gözünde iyice yüceltti. 20. yüzyıl başlarında plastik sanatçıların Bach'tan etkilenmesi iki vöndeoldu:Bir kısmı (Kokoschka gibi) onun müziğinin kendi üzerlerinde bıraktığı etkiyi eserleriyle aktarmaya çalıştı. Bazıları da (Braque gibi) Bach'ın eserlerindeki yapıyı kendıne örnek aldı. îpşiroğlu özellikle kübist sanatçıların Bacn ın eserlerindeki yapıdan çok etkilendiklerini örnekleriyle anlatıyor. Kübist ressamların çalgı resimlerine yalanlık duymaJarı ve nesneleri farklı açılardan görmeye gayret etmeleri, onları Bach'ın müziğine yaklaştıran ana neden konumunda. Bach'ın özellikle füglerinde, her partinin bir diğerinden bağımsız olarak hareket etmesi ve müziğin hiçbir zaman durağanlığa düşmemesi kübist ressamların özellikle ilgisini çekmiş. Kitabın en ilginç bölümü Paul Klee ve Eduardo Chillida nın Bach'tan etkilenmelerinin incelendiği sayfalar. Çok iyi bir müzik bilgisine sahip olan Klee nin gençlik yıllarından başlayarak Bach'ın müziği üzerindeki düşüncelerini, zaman içinde bunların nasıl büyük farklılıklar gösterdiğini Îpşiroğlu çok yerinde saptamalarla aktaımış. Ayrıca Klee'nin 13 tablosu bu bilgiler ışığında aynntüı olarak incelenmiş. Heykeltıraş Chillida'nın yapıtları içinde de aynı ayrıntıh açıklamalar yer alıyor. insan bu bölümlerin çok daha fazla görsel malzemeyle zenginleştirilmediğine üzülüyor. Ayrıca renkli resimler, maliyeti düşürmek için toplu olarak kitabın sonunda yer alacağına, ilgili sayfaların arasına yerleştirilebilse, sanırım çok daha etkili olurdu. Eduardo Chillida'nın Bach'a yaklaşımının anlatıldığı bölümde yer alan şu satırlar insanın düşüncelerini oldukça farklı boyutlara götürebiliyor: "Chiluda bir süre önce Istanbul'a gelmiş. Kitaplardan, , resimlerden çok iyi bildiği Ayasofya'dan içeriye adımını attığında hiç beklenmeJik bir şey yaşamış. 'Bu fantastik mekâna girdiğimde Bacn'ın ciğerlerine girdiğim izlenimini aJdım. Jonann Sebastian Bach'ın ciğerleri de böyle olmalı duygusunakapıldım' diyor. 'Belkibaşkaboyutlarda; ama tıpkı böyle bir yayılma gücüyle. Bu gerçek bir fiziksel izlenimdi. Bach bir mimar, bir yapı ustası, tıpkı Mantegna ya da Masaccio gibi. O, zaman ve tınıyla çabşiyor, mimarın malzemesiyle denıyl s.73) Bu satırlar insana ister itemez, bir süre önce ünlü viyolonselci Yo Yo Ma'nın gerçekleştirdiği Bach'ın Çello Süitler^nden esinlenmiş filmleri hatırlatıyor. Yo Yo Ma altı farldı yöntemle Bacn'ın solo çello için bestelediği altı süiti film haline getirmiş ve her bir yönetmen beste cinin müziğine farklı açıdan yaklaşmıştı. Bach tek sesli bir çalgı kabul edilen viyolonsel için bestelediği altı süitle, müzik dünyasında eşine rastlanmayan bir yapı oluşturmuş ve pek çok kişi için sonsuzluğun sınırlarına ulaşmıştır. Yo Yo Ma'nın yönetmen François Girard ile erçekleştirdiği BWV 1008 Re nıinör II. «//'in filmi "Zindanların Sesi" başlığını taşıyor. François Girard çıkış noktası olarak 17201778 yılları arasında yaşayan Italyan ressam ve mimar Giovanni Battista Piranesi'nin Roma zindanlarını anlattığı baskılarını almış. Bach'ın müziği ile Piranesi'nin resimlerini yeniden canlandırmaya ve mekân haline dönüstürmeye çalışmış. Böylece tıpkı Chillida gibi, yönetmen Girard da Bach'ın mimar Kustrsuz IşçHk Annekn Son yıllarda Nazan îpşiroğlu ve kızı Zehra Îpşiroğlu birlikte de çalışmaya birlikte eserler üretmeye başladılar. Tiyatro uzmanı, eğitimcisi, arkadaşım, yazar Zehra îpşiroğlu, benim yaşıma çok daha yakın olduğu halde, Nazan Ipşiroğlu'nu hiçbir zaman "Zehra'nın annesi" olarak görmedim. Belki de kızından önce anneyi tanıdığımdan... Belki de birey olarak kendini çok iyi savunduğundan... Feminist edebiyatla haşır neşir olanlar bilir: Annekız ilişkilerinin didik didik edildiği bu kitaplarda önünde sonunda kıskançlık, yarış ön plana çıkar. Bu kitapları okur hiçbir anlam veremezdim. Çünkü benim annemle ilişkilerim o kitaplardakilere hiç mi hiç benzemezdi. Tam tersini iddia eder, anne ve kızın çok yakın arkadaş olabileceklerini savunur dururdum... Şimdi Nazan ve Zehra Ipşiroğlu'nun ortak çalışmalarını, ortak ürünlerini izledikçe, içimde bir sevinç, bir sevinç... Benim kamptakiler çoğalıyor diye. Üstelik onlar, annekız vakın arkadaşlığından öte, "en yakın çalışma arkadaşları"... Nazan Ipşiroğlu'nun doğum tarihini bilmiyorum. Ama onu düşününce, Mustafa Kemal Atatiirk'ü de düşünmeden edemiyorum. Yalnız ilkelerinin değil, özlemlerinin de buluşmasından olsa gerek. Evet, "Çağdaşlık" üzerine ne zaman düşünecek olsam kimi imgeler gelir yerleşir gözümün önüne. O imgelerden biri de Nazan tpşiroğlu'dur. Geriye, bana "İyi ki varsınız Nazan îpşiroğlu" demek düşüyor. • CUMHURİYET KİTAP SAYI 634 f yönünü öne çıkarmış. Nazan ve Zehra, Anakız Ipşiroğlu'lar bir sohbet sırasında Nazan Îpşiroğlu nun yeni kitabı Bach'ın sanatçılar üzerindeki etkilerinin ne boyutlara ulaştığı üzerine derinlemesine düşünmemizi ve yeni araştırmalara yönelmemizi sağlıyor. Böyîesine bir kitabın Türkçe yazılmış olması ne denli sevindiriciyse, basılması için bir yıla yakın bir süre beklemek zorunda kalması da o denli düşündürücü. • SAYFA 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle