23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÇaMaslık volunda bir satırbası ZEYNEPORAL "Çağdaşlık" üzerine ne zaman düşunecek olsam kimi imgeler gelir yerleşir gözümün önüne. O imgelerden biri, ufacık tefecik bir beden üzcrinde, akıllı bakışlarla taçlanmış, sessiz sakin bir yüzdür. Bildikleri, öğrendikleri yetmezmiş gibi, her an öğrenmeyc, kavramaya, anlamaya yönelmiş, merakJa şaşarak çevresine ve dünyaya açılmış, soran bir yüz... Söylediği, tartıştığı, önerdiği cn ağır kavramları, düşünceleri bile bir tüy nafifliğinde sunan bir tavır... Kcndini değil, düşüncelerini ortaya koyan sakin bir ses... Sözcükleri dikkatle seçen, seçimlerinde hep hedeften vuran, az ama öz konuşan bir ses... Bu yüz, bu ses, bu tavır, Nazan lpşiroğlu'nundıır. "Çağ", sosyal, ekonomik, politik nitelik olup, bir tarihsel zaman aralığını belirleyen bir kavram. Ancak, bu zaman aralığını paylaşmak, yani aynı zaman diliminde yaşamak "çağdaşlık" için yeterli değil. Çünkü "çağ', bu belirli zaman dilimindeki toplumsal gelişimin temel içeriğini, niteliğini belirleyen bir kavram aynı zamanda. Bu gelişimin içinde olanlar, bu gelişime katkıda bulunanlar, bu gelişimi destekleyenler, bu gelişime uyum gösterenler "çağdaş" . (Buuyumu gösteremeyip, bu gelişimi destekleyenler, bu gelişime uyum gösterenler "çağdaş". (Bu uyumu gösteremeyip, bu gelişimi engeliemeye, önlemeye, kösteklemeye kalkanlar da elbet "çağdışı"). Bir adım daha atalım: Bu çağdaşlık tanımına, sürekli çalışmasıyla, emeğiyle, üretimiyle, yaratıcılığıyla, yapıcılığıyla katkıda bulunduğu için, katkıda bulunmakla kalmayıp, gelecek kuşaklara yönelik çahşmalarıyla, yarınlara çağdaş insan yetiştirme gayretiyle sürekliîiği kolladığı için Nazan Ipşiroğlu benim için bir örnek, bir simge oluşturdu. Öncelerl... Bundan yirmi beş yıl önceydi... Türkiye, "sağsol çatışması" diye adlandırılan günleri yaşıyordu. Oysa politik liderlerin kendi çıkarları doğrultusunda milleti kışkırtıp, birbirine kırdırdığı günleri yaşıyorduk. Ülke, şiddet ve tek yanlı baskı altında çalkalanıyordu. O günlerde, Cem Yayınevi'nden beni çok etkileyen bir kitap çıkmıştı. Önce bir solukta, sonra sindire sindire büyülenerek okumuştum: Yıllar boyu elimden, haşııcıımdan düşmeyen kitabın adı "Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi"ydi... Yazarları Mazhar Şevket Ipşiroğlu ve Nazan Ipşiroğlu'ydu. Onlarla röportaj yapmaya evlerine gittiğimde; her köşesi bilgelik kokan, eğitim, bilim ve kültürü yaşama sindirmiş, yaşama biçimine donüştürmüş bir mekânın müthiş zenginliği ve huzuruyla karşılaştığımı bugün bile anımsıyorum. Sene 1977'ydi. Bir şey daha anımsıyorum: Sorularımın çoğunu Nazan Hanım'a değil, Mazhar Bey'e yönelttiğimi ve yanıtları ondan aldığımı... Belki o zaman kadın olmak bilincim bu denli geüşmemişti... Belki eşit ve ortak bir iş yapan, eşit ve ortak bir eser üreten bir çiftte kadının hep ge Nazan Ipşiroğlu, Istanbul Barok Müzik Topluluğunun bir konserinde. ri planda kalması kanıksandığından, erkeğin omuz başındaki itici güce asla yeterince pay tanınmaması alışkanlığından... Ama sonradan bu tavrım için kcndime hep çok kızdım. Hele yanıtların sonunda hep belirleyici, kesin ve net noktayı koyanın Nazan Hanım olduğunu düşündükçe, bu tavrımdan çok utandım Hayır, elbet ne o zaman, ne de şimdiye dek Nazan Ipşiroğlu'nun bu duygularımdan haberi olmadı. Ve ben, o günden sonra bu konuda daha dikkatli olmaya gayret gösterdim. Bu, benim Nazan Ipşiroğlu ndan aldığım ilk derslerden biri oldu. Onlardan okuduğum ilk kitabı, yine ortak kitaplar olan "Sanatta Devrim", "Düşünmeye Çağn", "KökAtatürkçülük" Kİtapları (tümü Cem Yayınevi) izledi. Nazan Ipşiroğlu, eşi Mazhar Şevket Ipşiroğlu'nu yitirdikten (1985) sonra da çalışmalarını sürdürdü ve hâlâ sürdürüyor. "Resimde Müziğin Etkisi" (Remzi Kitabevi), "Sanattan Güncel Yaşama" (Pan Yayıncılık), "Resimde Alımlama Boyutlan" (Papirüs) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayınları için hazırladığı sayısız eğitim kitabı... Bu kuramsal çalışmaların yanı sıra, düşüncelerini, yazdıklarını uygulamak için de kolları sıvadı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nde, eğitim alanında tiilen görev aldı. Bütiin bu çjlışmulu rında, onun savundıığu, yaymay;J, gelecek ku şaklara aktarmaya çalıştığı ilkeleri satır başlaBen onları çekeceğimi sanıvordıım, şurada durur musunuzr' dive sordum; o da bana, yaprağı talan kalmamış, ince bir fidanı gösterdi, bunu çekin lütfen, dedi. Çektim, bastırdım, kendisine yolladım. Şimdi düşünüyorıım da, bu duyarlı insan.obahçenin.kentin, ülkenin sonra ne duruma düşürüleeeğini açıkça görmüş; gözyaşını o çırılçıplak fidana ayırmak istemişti besbelli. Sabahattin Bey'in ardından, yurdumuzun yüzaklarından Mazhar Bey de evrene karıştı. Eşi Nazan Hanım'la Zehra'yı bıraktı bize. Onlar da ustalarına, candaşlarına yakışır bir düzeyde sürdürüyorfar yaşayıp çalışmalarını; ikisi de çok titiz, çok ciddi yapıtlar gerçekleştiriyor, hem de parasal bunalımın ülkemin belini büktüğü bir dönemde. Nazan Hanım, Zehra yla el ele verip, Papirüs Yayınlan'nda korkarım büyük çoğunluğun gözüne çarpmayacak.yararlı bir dizi başlattı; çeşitli sanat dallarında "Alımlama". Dizinin ilk kitabında, çeşitli görselyazınsal örneklerle, güzel sanatları ele aldılar. Sonra Zehra "Yazın"ı irdeledi; bu irdelemeyi, Adam Yayınevi'nin bastığı "Çağdaş Türk Yazını"nda sürdürdü; ikisi de daha kim bilir neler hazırlıyordur? Benin çok sevdiğim bir deyim var: Yaşama Sanatı. Aslında bütün öbür sanat dallarının bize, yaşamı sanat gibi yaşamayı öğretmeye yaradığına inanırım. Ipşiroğlu ailesi işte bu asal sanatın canlı, başarılı simgeleridir bence. Bütün acılarına, bütün dertlerine, sorunlarına karşın, yaşadığım dönemin tek avutucu yanı, onu Ipşiroğlu ailesi gibi varlıklarla paylaşıyor olmak.• CUMHURİYET KİTAP SAYI 634 Yaşamıma vuran Ipşirofilu ışım BERTAN ONARAN ehra arayıp Nazan Ipşiroğlu için Cumhııriyet Kitap'ta özel bir bölüm hazırlanacağını, buna benim de katılmamı istediğinde, doğal olarak sevindim Ipşiroğlu ailesine beslediğim içten sevgi ve saygıyı dile getirecek bir fırsat doğmuştu. Sonra düşündüm, Nazan Hanım'a eğilecek öbür yazarlar çeşitli yönlerini ele alacaklarına, Zehra da annesiyle çalışıp yaratma süreci konusunda ayrıntılı bir söyleşi yapacağına göre, bana ne kalıyordu? Bu durumda, meraklı, dürüst bir aydın adayı olarak aydınlığa ulaşma serüvenimde Ipşiroğlu ailesinin katkısına değinmeyi seçtim. Maznar Şevket Ipşiroğlu ile tanışmam 1955 sonrasına rastlıyor; üniversitenin Fransız Dili ve Yazını Bölümü'ne girdikten sonra, düz liseden, Haydarpaşa Lisesi'nden gelmiş bir öğrenci olarak, iki temel sorunla yüz yüze geldim: Hem dil bilgim, hem genel ekinsel birikimim yetersizdi kiminki tamdı ki? Dolayısıyla, yakın arkadaşım Irfan Yalçın'la birlikte, bir yandan sabantan akşama dek Fransızca romanlar, oyunlar okuyarak olmayan dil altyapısını oluşturmaya koyulduk; bir yandan da, ekinsel açfık ve eksikliğimizi gidermek üzere fakültenin Sanat Tarini Bölümü'ndeki kimi dersleri dinleyici olarak izlemeye başladık. O zaman Mazhar Bey'i, kişiliğini, yapıtlarını tanımıyordum elbet, oizimki genel olarak sanatla ilgili susuzluğumu Z zu gidermeye yönelik bir arayıştı. Karşımızda çok kişilikli, soylu göıünüşlü, ken dinden emin bir öğretmen vardı ama o kadar. Zaten daha sonra Fransızcadaki eksikliğimiz ağır bastı, bu güzelim dcrslc ri sürdüremedik; Irfan'ın hangi dalı seçtiğini unuttum, ben, hem dersleri izlemekte zamansal esnekliğinden, hem öğrenebilme kolayhğından ötürü coğrafyadan iki ders aîıp sürdürdüm. Mazhar Bey'le ikinci, daha ciddi karşılaşmam, Cem Yayınevi'nin bastığı, Nazan lpşiroğlu'yla ortaklaşa hazırladıkları "Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi"nde oldu. Mağara resimlerinden başlayıp günümüzün binbir çeşitli anlatımına dek uzanan kitabı açıp baktığımda, unuttuğum, çok şaşırtıcı bir adamayla karşılaştım: Oldürülen öğrencilerin anısına, Mayıs 1977. Doğrusu, üç sözcüklü bu kısacık tümce, Ipşiroğlu ailesinin nasıl birer aydın olduklarını.dünyayısanatıtoplumubireyi nasıl algılayıp nereye koyduklarını çok güzel özetliyor. Okulda Mazhar Bey'in derslerini sürdüremedim, ama başka bir yıldız, Sabahattin Eyuboğlu kendi bölümünde öğretmenimdi, çeviri dersine geliyordu. Okulu bitirdikten, Demokritos'un "olasılıkgereklilik" ikilisi uyarınca ben de çeviriye başladıktan sonra, Sabahattin Bey'in Macka daki evine de gider olmuştum; ancak, ne yazık ki, genel olarak Anadolu, o arada Türk sanat ve uygarlığının kaynaklarını ele aldıkları tekıl ya da ortak belgesellerini henüz görmemiştim; bu yüzden, Mazhar Bey'i o evde görüp görmediğimi açık seçik anımsamıyorum. Sözkonusu belgeselleri sonra çeşitli verlerde görebilme fırsatını bııldum böylece Eyuboğlu ile Ipşiroğlu'nun ekinsel yaşamımızdaki yerlerinin bilincine vardım. Yıllar geçip giderken Sabahattin Bey'i, ülkemi karanlığa gömmek isteyenlerin kanlı oyunları sonucu, erkenden yitirdim; Mazhar Bey'inse yakın çevresine girip ııyanan bilincimle izdaşı olma fırsatını ne yazık ki bulamadım. Zaman zaman kimi dinletileri paylaştık, o kadar. Derken, hiç beklemediğim bir anda, bir sabah telefonla evimize konuk geldi Mazhar Bey: Adnan Benk'in, Proust'un "YitikZamanın Ardında"dasından vaptığım, Yazko'da basılan bir çeviri dolayısıyla yazdığı zehir zemberek yazıyı okumuş; haksız bulmuş; o güne dek hiç tanışıp söyleşmediğimiz halde, telefon numaramı bulup aramış; iki soylu, ölçülü tümceyle gönlümü aldı. O ara benim bir ltalyan arkadaşım vardı, Carla Varini; şimdi bizim de yaşadığımız Cihangir'de otururdu; dolayısıyla, kimi zaman akşam üstleri buluşur, henüz önüne o kocaman konukevinin ki bahçede oturur, dolaşırdık. NazanMazhar Ipşiroğlu çiftine de zaman zaman orada rastlardık. Yine böyle bir akşamüstü karşılaştık; elimde fotoğraf makinesi vardı; sevgili Usta, her zamanki çelebiliğiyle yanımıza gelip bir fotoğraf çekip çekemeyeceğimi sordu. Yanıt, elbette, seve seveydi, kuşkusuz." dikilmediöi, Divan OteJi'nin arkasında SAYFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle