19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

r 0 K U R L A RA 14. yüzyılda Osmanlı Devlcti'nin kuruluş devrinde yazıhnış olan Garibnâme 'nin günümüze kadar tam bir yayım yapılmamıştır. Bu hiçbir çalışma yapılmamıştır anlamında alınmamalı. Kitap üzerinde çalışmalar, bazı bölümlerinin yayım zaman zaman gerçekleştirilmiştir. Bu önemli yapıt, 14. yüzyılda Anadolu Türkçesi'nde yazdmış en büyük mesnevi olmasımn yanı sıra Türk yaşam ve yaşayışını en iyi şekilde yansttması, Türk kültürünü büyük ölçüde kendinde toplaması, yazıldığı dönemin sosyal yönünü yansıtması ve hedefler göstermesi, telif olup tercümeye yer vermemesi, ele aldığı konulan açık ve sade bir şekilde anlatması, Anadolu da gelişecek olan Türk edebiyatı alanında yazılan ilk edebi yapıtlardan biri olması, her zaman için Türkçenin önde gelen bir dil hazinesi olması gibi özellikleriyle öne Çikan bir yapıt. Türkiye'de ve dünyadaki çeşitli kütüphanelerde çeşitli yazma nüshaları olan Garibnâme, Prof. Dr. Kemal Yavuz'un uzun soluklu çaltşması sonucu IstanbulSuleymaniye, Kayseri Raşit Efendi, Konya Koyunoglu Müzesi ve Almanya Tübingen kütüphanesi nüshalarından karşılaştırmalı olarak yapılan çevirisiyle günümüz okurunun karşısına çıktı. Bu çalısması için Prof. Dr. Kemal Yavuz'u kutlamak gerekiyor. Bol kitaph günlerl... TURHAN GÜNAY Nâzım Hikmet ve Sait Faik âzım Hikmet'in Sanat, Edebiyat, Kültiir, Dil (Yazılar 1) adını taşıyan kitabının (Adam Yayınlan, 1987) 163. sayfasında "Bir Tavsiye" başlıklı bir yazısı var, olduğu gibi alıyorum: "Elime bir kitap geçti. Genç bir hikâyecinin kitabı. Her yeni imzaya karşı, ne yalan söyleyeyim, 'apriori' bir sevgi duyarım. Okuyuculannın sayısı bini geçmeyen bir edebiyat piyasasına her yeni giren imza, eğer sadece fcir neveskârlık değilse, bir inanç ve cesaretin, bir çetin kavgalara hazırlanış kuvvetini kendinde görebumenin ifadesi demektir. Ben, inanan, cesaretli, kavgadan yılmayan insanlara saygı beslerim. "Elime geçtiğini söylediğim hikâye kitabını da işte böyle, tabir caizse, hüsnüniyetle açtım. "İlk hikâyenin ismi: Semaver. "Hemen okumaya başladım. Ve doğrusunu isterseniz bir iki satır sonra, genç imzaya karşı daha önce duyduğum alaka çoğaldı. Nasıl çoğalmasın ki, 'Şemaver' hikâyesinin kahramanı bir işçiydi. Âlâ dedim kendi kendime, genç muharrir bizim yeni bir Sabahattin Ali'miz, Ismet Hüsnü'müz, Kemal Tahir'imiz olacak. "Fakat okumakta biraz daha devam edince, hikâyenin bir Amerikan mizah muharririnden adapte edilip edilmediğinde şüpheye düştüm. Baktım böyle bir kayıt yok. Muharrir bize Türkiye'de yaşayan bir Türk işçisini ve anasını anlatmak istiyor. Ama ne çare ki, istemek, her zaman, becerebilmek demek değildir. "Genç hikâyecide de böyle olmuş. Anasının namaz seccadesinde takla atan, anasıyla sabahları yatakta al takke ver külah şaka eden, semaverine bağlı bir işçi tipi! Uydurmuş genç üstat. Türk işçisi, yalnız Türk isçisi değil, Amerikan terbiyesi almış bazı delikanHar müstesna, herhangi bir Türkiyeli bile, dindar da olsa, dinsiz deolsa, anası namaz kılarken takla atmaz ve anasıyla yatakta o çeşit şakalaşmaz. Bu olsa olsa Zigoto'nun yaptığı marifetlerdendir. "Diyeceksiniz ki: 'Canım hikâyede yalnız buyoKya!'" "Hayır, hikâyede yalnız bu, bir de semaver var. Şu bildiğimiz çay semaveri ve bir de günün fjirinde ıhtiyar ananın eceli mevuduyla ölüvermesi... İşte o kadar. " Kitabın ismi bile bu birinci hikâyeden aündığına göre muharrirce en beğenileni bu yazıdır. Gerisini varın siz kıyas edin. "Bu yazıyı bir edebî tenkit kastıyla yazmıyorum. Sadece bu vesileyle, yazıcı olmak cesaretini ve inancını gösteren gençlere, cesaret ve inancın, hatta okumuş olmanın bile kâfi gelmediğini, iyi bir yazıcı olmak için biraz da memleketi bilmek, edebiyatı ciddiye almak icap ettiğini şöylece söylemek istiyorum." (Orhan Selim / Akşam, 9.5.1936) * Nâzım, kitabın adını N yazmıyor da "İlk hikâyenin ismi: Semaver" diyor. Bir iki satır sonra, "genç imza"ya duyduğu ilgi çoğalıyor. Niçin mi? Çünkü "Semaver" nikâyesinin kahramanı bir işçi. Nâzım, "genç muharrir bizim yeni bir Sabahattin Ali'miz, lsmet Hüsnü'müz, Kemal Tahir'imiz olacak" diyor. (lsmet Hüsnü adını duymamıştım, Kemal Tahir birkaç hikâye yazmakla yetinmişti.) Nâzım, okuduğu hikâyenin bir Amerikan mizah muharririnden adapte edilip edilmediğinden şüpheye düşüyor (!). Niçin mi ?" Anasının namaz seccadesinde takla atan, anasıyla sabahları yatakta al takke ver külah şaka eden, semaverine bağlı bir işçi tipi! Uydurmuş genç üstat..." Nâzım çok mu iyi tanıyordu halkımızı? Ben babaannemi çok severdim, çocukken, beş altı yaşımdayken; babaannem namaz kılmaya başlayınca sınına çıkar, onunla birkaç defa iner kalkardım. Babaannem, önce pek kızmazdı, ben biraz uzatınca dualannı yüksek sesle yapmaya başlardı, ben de kaçardım... (İlk yazımı Erzurutn gazetesinde yazmıştım: Babaannemin ölümü üzerine. Ortaokulu bitirdiğim yıl.) Sait Faik'in yanılgısı, benim babaanneme yaptıklanmı bir delıkanlıya yaptırması. Hikâyede üç defa "grev" sözcüğü geçiyor, Nâzım durmuyor bunun üzerinde: 1) "Semaver ne güzel kaynardı. AÜ, semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi." 2) "Ali, semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi." 3)" Yün eldivenlerin içinde saklı kıymettar elleri fincanını kucaklayan, burunlan nezleli, kafaları grevli, ıstıraplı, pirinç bir semaver gibi tüten sanşın ameleler (...) fabrika duvanna sırtını verirler; üstüne rüyalannın mabadi serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi." Semaver, 1936'da yayımlanmıştı. İlk iş kanunu, bildiğim kadanyla, 1936'da çıkarılmıştı. Ne var ki bu kanun, grevleri yasaklayan bir kanundu. (Türkiye'de isçilerin grev hakkı ilk defa 1961 Anayasası'nda temel sosyal haklar arasında sayıldı.) Sait Faik, öyle sanıyorum, başına bela olacak "grev " sözcüğünü kulla nırKtn başına gelecekleri bilmivordu. Kanun yeni çıktığı için Sait I'aik beladan kurtulmuş olmalı. Nâzım Hikmet de "Semaver "i okurken üç defa "grev" sözcüğü geçtiği halde bu sözcüğü kullanmıyor. Bilerek mi, bilmeyerek mi, bilmek olanaksız. * Nâzım, sadece "Semaver"i okumakla yetinmeseydi, sayfayı çevirip "Stelyanos Hrisopulos Gemisi"ni de okusaydı bu büyük ustayı zamanında tanımıs olurdu. Sait Faik, ilk dönem nikâyelerinde zenginlere, sömürücülere, züppelere kızacak, emeği, emekçiyi yüceltecektir. Ne var ki sonraki nikâyelerinde düşmediği bir yanılgıya düşer "Semaver"de; asJ yöntemi yaşadığı, gözlemlediği gerçeklikten hareket olduğu halde bu hikâyesinde okuduklarından, kitaba dayalı düşlerden hareket eder, bunun için bir yapaylık, bir özenti sırıtır bu hikâyede: "Ali, semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi." "İşçi" Ali'nin, sabahın mutluluğunu üretebilmesi için, fabrikada grevin zorunlu olduğunu bilmesi gerekir. "Ali bütün gün zevkle, hırsla, iştiyakla çalışacak." sözleri de Sait Faik'in "yabancılaşma" diye bir şeyin varlığını bilmediği gerçeğiyle açıklanabilir. Sait Faik, bir daha düşmez bu yanılgıya. Nâzım Hikmet'in Kemal Tahir'e Mahpushaneden Mektuplar'ında (25 Ağustos 1941) gene Sait Faik var. Şöyle diyor: "Sait Faik'in Şahmerdan (Belli, Nâzım Sarnıç'ı okumamış.) ismiyle çıkardığı hikâye kitabı geçti elime. Nafile, sana yollıyamıyacağım, çünkü ariyet aldık, derhal iade edeceğiz. Bu oğlanda Alfons Dode bile var. Bu oğlanda zıpırlıkla, hassasiyet öyle karmakarışık ki birbirine karışıyor. Allan müstahakkını versin keratanın, bir temiz sopa çekip serseme aklını başına getirmek arzusunu auyuyorum. Çünkü adam olursa iyi bir muharrir olacak. Ama her şeyden evvel heveskârlıktan, hem de zıpır, şairane heveskârlıktan kurtulması lâzım. Babıâli'de it kadar herif var, birisi de oğlancağızın elinden tutup kafasına yumruğu çalıp aklını başına getirmiyorlar, bilâkis mehdü sena edip çocuğu (Nâzım, Sait Faik'ten beş yaş büyük.) büsbütün zıvanadan çıkarıyorlar. Küll'i, küll'in ahengini, mimarîsini yapamadıktan sonra insan sanatkâr olur muymuş?" Nâzım, sonunda, Sait Faik'i sevmeye başhyor. 1955 yüında Budapeşte Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi'nde yaptığı konuşmalardan birini Sait Faik'e ayırıyor, Sait Faik'in "lp Meselesi" adlı o güzelim hikâyesini okutuyor, Sait Faik hakkında şunları söylüyor: "Ben Sait Faik'i çok severim. Bizim büyük hikâyecilerimizden biridir. Büyük hikâyeci, büyük şair. Bazen bedbin, bazen ümitsizliğe kapılır. Fakat çok namuslu insan, memleketini çok seven insan... Ve belki de bedbinliği, ümitsizliği çıkar yol görmemesinden ileri geliyor. Halbuki, çıkar yol var tabii. Velhasıl büyük bir hikâyeci, büyük bir şair..." (Nâzım Hikmet, Konuşmalar, Adam Yayınları, 1992, s. 110.) Bu kadar da değil: Nâzım, o unutulmaz "Saman Sarısı"nda (Yazılış tarihi 1961.) Sait Faik'e de yer veriyor: Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tadı konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi Üzülmemek elde değil, "Keşke Sait Faik yaşasaydı da Nâzım'ın yazdıklarını okusaydı..." diye olmayacak şeyler düşünmemek elde değil... • SAYFA 3 KlTAP Imtiyaz Sahibi: çağ Pazarlama Cazete Dergi Kitap Basım ve Yayın AŞ yi temsilen Cumhuriyet Vakfı adına llhan Selcuk o Yayın Danışmani: Turhan Günay Sorumlu Müdür Fikret llkiz : Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı Baski: Sabah Yayıncılık A$ oldare Merkezh Türkocağı Cad. No: 3941 cağaloğlu. 34 334 Istanbul Tel: (212) 512 05 05 O Reklam: Publi Media C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 629
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle