24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitabının çeşitli sayfalarında zaman zaman Behçet Necatigil'i, Azra Erhat'ı, Halikarnas Balıkçısı'nı, Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ı ve Homeros'u konuk edip konuşturan Sözen, Efes'i "Kültürün, sanatın ve coşkunun kenti" olarak niteler. Aslında bu tanım birçok şeyin temelinde bilginin olmasının gerekliliği ve önemi açısından dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Eres'te çok zengin içerikli ve yine çok zengin mimari süslemeli bir kütüpnane vardır. Sözen bu noktada "kitaplığın anıtsal niteligi mimarisindeki hünerdir" diyor. (s. 142) Kitaphğın içindeki Celsus'un mozolesi bile mermere çelenkler ve rozet çiçeklerle can verilmiş boyutuyla görkem taşır. Sözen Akdeniz'i Tanrıların Denizi olarak niteler ve "Bir Sonsuzluk: Dionysos"la başlayıp "Tüm Kavimlerin Ülkesi: Pamphylia'nın Denizcileri" ile noktalar. Tanrıların denizinde Zeus başta olmak üzere Dinoysos, Apollon, Arrodit, Artemis ve Kybele yer alır. Bunlardan Dionysos diğerlerine oranla farklı bir yapı sergiler: O Zeus'un sevinç dolu, şölenlere düşkün, barışsever ve insanları rahata kavuşturan oğludur. Dionysos'u yaşamın, sevginin, coşkunun, erdemin ve aydınlığın tanrısı olarak tanımlamak gerekir. Eski Mısırlılar Batı Anadolu halkları için "Denizin yüreğinde yaşayan insanlar" derlermiş. (Hey Koca Yurt. s. 26) Ne var ki denizin yüreğinde yaşayan bu insanlar zeytin ağaçlarının, güzelirn bağların, her çeşit ağaçların ve ner çeşit davar için çok sayıda gözlenen otlakların varlığınakarşın bir "Tkaçgöç" içinde göze çarparlar. Amasyalı Coğrafyacı Strabon'un sorusu bu gerçeğe uzanır: "Acaba Troialı Lykiaülar mı Karia'yı, yoksa Karialı Lykialılar mı Troia'yı kolonize ettiler?" (Strabon. Coğrafya. Anadolu. s. 56) Bu sorunun yanıtını vermek kolay değildir. Bilinen, bunların bir kısmını Homeros'un aldığı ve şişman karınlı teknelere bindirip ortadan kaybettiği gerçeğidir. Sözen PamfÜya'da olduğunu kitabına da yayılan kokudan anlar: "Pamfilya havasında esen acı lavanta, yaban nanesi ve kekiğin ısırıcı kokıısundun Pamfilya havasını soluduğunuzu anlarsınız. Yasemin, hanımeli, mersin, portakal, limon, mandalin ve turıınç çiçelderinin soluğudur buranın havası." (s. 237) Çocukluğu Antalya'nın Kaleiçi bölgesinde geçen Sözen için bu koku yabancı olmasa gerek. Akdeniz'i "ihtirasla" seven yazarlardan biri de Fernand Braudel'dir. Braudel'e göre Akdeniz bir deniz değil, bir denizler bütünüdür. Aslında Akdeniz'i etrafındaki görkemli dağlar, bu dağların denizle buluştuğu noktada sergilenen kutsal ağaçlar, güneş ve tannsal meYaşlı Akdeniz bu cömert sunularına karşın, savaşlara, göçlere, kültür ve uygarlıkların katmanlaştığı birikimlere tanık olmuş deneyim ve donanım bakımından en zengin, en görkemli denizlerden biridir. Anadolu'da "Bulutların Altındaki" zengin uygarlıkları Akdeniz mavisiyle çivitlendirip çitileyerek karşımıza çıkaran CUMHURİYET KİTAP SAYI 631 Sözen, Anadolu'nun salt topraklannın değil, detıizlerinin de berekli ve görkemli olduğu görüşünü ustaca yansıtmıştır. "Mavi Uygarlık" Türkiye IşBankası'nın bir kültür hizmeti olarak kuşaktan kuşağa uzanarak ölümsüzleşecektir. Bir sanat tarihçisi olan sözen çeşitli dergilerde yayımlanan desen, şiir, öykü, masal ve denemelerinden sonra 1960 yılında ilk sergisini açtı. Sözen o zaman dan günümüze 28 kışisel sergi daha açtı. 1971 yılından itibaren TRT için kültür programları, açık oturumlar ve belgesel filmler üretti. Sözen'in "Bin Çeşit Istanbul", "Boğaziçi Yalıları", "Martıfarın lstanbul'u", "Bulutların Altındaki Uygarlık: Anadolu" adlı kitapları yayımlandı. Insanımızı bilgilendirme ötesinde, iilkemizin siyasal, kültürel ve turistik tanıtımına da katkı sağlayacak "Mavi Uygarlık" seçkin bir başvuru kitabı olarak kısa bir zaman içinde kütüphanelerde ki yerini alacak nitelikte gözüküyor. • (*) Öğr. Gör. Akdeniz Ünversttesı Ege'den Akdeniz'e Mavi Uygarlık/ Gürol Sözen/ Türkiye lş Hankası Kültür Yayınları/ Istanbul, 2001/41') s iri var, Özler'in. Soyut bir kvram olan "zaman" yakından bakabilmemiz için parçalara ayırmak gerekiyor. ÇOCUKJUK ve anılar bu parçalardan biri. Lamartine, "Zaman adlı denizde bir gün, bir an için/ Demirleyemez miyiz?" diye sorar. Mustafa, zaman adlı denizde çocukluğunda demirlemek istiyor. Kıyıya çıkıp hayatm öhür alanlanna dalsa da, eski yurduna/çocukluğuna dönüyor hemen. Ulkü Tamer, "...anayurdunu, çocukluğunu, yaşamı boyunca içinde taşıyan şairlerden" diyor Mustafa için. "Kelebekli Zaman "dan bir şiir size: "Anlatsana": / taşlarm dilioha, anlataa.. geznıdıfcımız bahçelcrdekı güllerın yaZ£isıtıı aım kırıkları balınlmış camların uzı\/m çözütürdü hayat' II tdşların dılı ulsa anlutsa... diz kapaklarımızdakı yara izlerınin \tlinmez acısını dik yokuşlardan yuvarlanmı^ çocukların mız mız şarkıunı çözülürdıı hayat! III taşlantı dılı olsa anlatsa. seyrettığımız maıızaradakı a\klann unutulmaz halıraum kilap sayfahmnda kııruttugıımuz çıçek/erın hıç solmamasıııı çözülürdü hayat! IV ta^ların dılı olsa anlatsa... sı$ındıpmız ara sokaklardakı balkonlann pu\tu ışı/tnını yıkmtılann altmda kalmıs] mazıtıın çırpınısını çözülürdü hayat Kelebekli Zaman / Mustafa Erdem Özler / Can Yayınları /61 s. Kelebekli Zaman LEYLÂ ŞAHİN aman", bütün KH.hBlKI.I sanat ZAMAV dallarının, alanlannın temel konularından biri olmakla birlikte, "zaman "la en çok uğraşan şairler olmuştur. Aragon'dan Ahg d met Hamdi Tanpınar'a, Hilmi Yavuz'a, pek çok şair "zaman"la yakından ilgilenmiştir. Aragon, Elsa'ya "Zaman sensin" demiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, "Ne içindeyim zamanın/ Nebüsbütün dışında" dizeleriyle ve unutulmaz "Bursa'da Zaman" şiiriyle pek çoğumuzun belleğinde. Hilmi Yavuz "Zaman Şiirleri"nde, zaman üzerine yazılmış en güzel şiirleri içeren bir bütünlük sundu şiir uünyamıza. Işte, genç kuşaktan bir şair: Mustafa Erdem Özler "Kelebekli Zaman "la çıkıyor okuyucu karşısına! îlk şiirlerini Cumhuriyet Dergi, Varlık, Broy dergilerinde yayımlayan Ozler, son ydlar (ve her yaz) Milliyet Sanat'ta göründü. Sessizce, gürültü yapmadan şiirin evinde yaşadı. Sokağa çıkmadan yaşadı... ("Kelebekli Zaman", istemese de onu sokağa çıkaracak.) "Kelebekli Zaman'da, "şairustalar"la haşırneşir olmuş; kendinden önceki şairlere yakından 'bakmış' bir şairle karşı karşıyayız. Bu sayede, Mustafa Erdem Özler'in şiiri, geîenekli modern olanı kaynaştırabilmiş, bütünlüklü bir şiir. Günümüz genç §air kuşağında görülen sıçramalar yok Özler'in şiirinde. Ayrıca dingin bir sesi var: "hayat sürerken geç kalmış saatlerin arasında yaşlt bir çocuk kaltr hayat, eşyalar nasılsa eskir, geçmişin hırkastyla örtünür zaman." "Kelebekli Zaman", Behçet Necatigil'in "Uşüyelim, ısınsın çocuklar" dizesini hazırlatan bir kitap. "Çocuk", Özler'in şiirinde ağırlığı olan bir izlek. Çocukluğun arka odalarını, arka bahçelerini, yalnızlığı, yapayalnız aşkları, eşyayı ve anıları deşen t i r şi Karakteri Çarpık ve Rolcü insan, SibernitikUydumcuAkılcı insan, Nevrotik insan, Iç Dünyası Sakatlanmış insan, Yabancılaşmış İnsan, Özgürleşmemiş İnsan ve Özü Bozulmuş İnsan. Turan, bütün bu olgulara smıfsal açıdan yaklaşıyor ve Marksist çözüm önerileri getiriyor. Çünkü ona göre kapitalizm, insanın insan olmasını engelleyen; bunu insanın yüreğini örseleyerek, sindirerek, özüne yabancı kılarak beceren bir sistem. Doğal olarak çözümü, insanı barbarlaştıran DU sistemin ortadan kalkmasıdır. Çünkü bu vahşi sistem ortadan kalktığında yerine konacak olan toplumcu sistemde sevgi gerçekten sevgi, ask gerçekten aşk, kısacası Karakter, gerçekten lcarakter olacaktır. Örneğin, Sevgisi Lekelenmiş İnsan » bölümünde konu cinselliğe ve aşka geldiğinde şöyle diyor Turan: "Duygusuz cinsellik insanın hayvani yanına aittir. Cinselliğin hayvanlardan farklı olarak insanileşmesi için iki insanın birbirleriyle tüm varlık olarak ilişki kurması gerekir. (...) Bu toplumda sevgi tohumunu atmak zor iştir, ancak imkânsız değildir. Bugün olanaksız gibi görünenin ya da istisna olanın, yarın tüm insanlar için olanaklı görüncbilmesinin en büyük şartı, üretici güç olan insanın yaşamı anlaması ve onu değiştirme kapasitesine sahip olduğunu bilince çıkrmasıdır. Sevgisizlik üreten bu toplumu sevgi üreten bir topluma dönüştürmesidir.' Peki, bu toplumu "sevgi üreten toplum" haline nasıl getireceğiz? Turan'a göre bunun yanıtı şudur: Havatın her alanında üretici kılarak... Çünkü zamanımızın insanını mutsuz eden, tüketimciliğidir. Bu toplumsal sistem, tüketim özgürlüğünü insanın özgürlüğünün özü haline getirmiştir. Böylesi tü L ketici karakterlerinse "yaşamı yok, eşyası çok"tur. Tüketici insan, artık saaist bir karakter taşımaya başlar. Çünkü herkes herkesle savasmaya başlamıştır. Bu savaş ise giderek "korku"yu yaratır. Hak ederek kazanılanı değil, elde edileni yitirme korkusudur bu, ve insanı vahşileştirir. Çünkü kimse "iktidar"sız kalmak istemez. Bu iktidar, eşya üzerindeki iktidardır. Max HortHeimer, Akıl Tutulması (Metis Yayınları) adlı kitabında şöyle diyor: "İnsanın eşya üzerinde iktidar kurma isteği ne kadar yoğun olursa, eşvanın onun üzerindeki tahakkümü de o kadar ağır olur ve insan da gerçek bireysel özelliklerinden o kadar uzaklaşır, zinni giderek bir biçimsel akıl otomatına dönüşür." Erich Fromm'un Sağlıklı Toplum adlı kitabında söyledikleri, HortHeimer'ı destekler niteliktedir: "içinde yaşadığımız Batı kültüründe sinemaların, radyolarm,TV'lerin,sporolaylarınınvegazetelerin yalnızca aört harta için bulunmadığını düşünelim. Bu büyük kaçış yolları tıkanınca kendi olanaklarıyla baş başa kalan insanlar ne yapacaklardır? Hiç kuşkum yok ki bu denli kısa bir süreae bile binlerce kişi sinir bunalımı geçirecek, daha çok sayıda insan da klinik anlamda nevrozlu denen durumdan pek de değişik olmayan korkunç bir huzursuzluğa kaptıracaktır kendisini. Toplumun dokusuna işleyen sakatlığı yatıştarmak için verilen uyuşturucu kesiîdiği anda hastalık bütün belirtileriyle dökülecektir ortaya." Mehmet Înanç Turan, düşünüp irdelemeyi beyinlerine zahmet, boyun eğmeyi insan meziyeti sayanlara bu kitabını hiçbir şekilde önermiyor, "Bu, onlara göre bir kitap değil", diyor. Ben belki bu yüzden okudum, "hayır!" diyerek insanlaşmak için... • İnsan Olması Engellenmış Insan/M /. Turan/ Etki&bulut Ortak Yaytn/2001 Izmir, 184 sf, Birina Bastm. SAYFA 17 Sevgi üreten toplum Yaşlı Akdeniz İnsan Olması Engellenmis İnsan AYDOĞAN YAVAŞLI ağımız insanın kaotik bir ortamda debelendiğini; umutsuzluk, yannsızlık ve güvensizlik içinde kıvranıp durduğunu söylemek pek yeni olmasa gerek. Gerçi eslci söylencelere de baktığımızda benzer şikâyetlere rastlıyoruz. Örneğin, Montaigne'e göre "însan, hep kendi çemberi üzerinde dolanıp duruyor." Bu yüzden de sürekli bir aranış içindedir; öyeyken, "kendini bil"mediği için nereye giderse gitsin, kendini de götürdüğünden "Keder, atının terkisine binip getir." Ç Dlngln bir ses kânlardan ayrı düşünmemek gerekir. M. înanç Turan'ın "insan Olması Engellenmiş Insan"da anlattığı belki biraz da budur. "Her insanda insanlığın bütün halleri vardır", diyen Montaigne'e nazire yaparcasına, "Bu kitap beni anlatıyor", diyor, ekliyor: "Ama ben Robenson gibi tek başıma bir adada yaşayan birey değilim. Sen beni tanımasan da seninle toplumsal bağlarım var. Sen de Robenson değilsin, senin de diğer bireylerle ilişkilerin, ilişkilerde olduğun bireylerin de başka insanlarla bağları var. Öyleyse bu kitap beni, seni, onu, bizleri anlatıyor. Bu kitap içinde kendini bulduğunda şaşırmamalısın. (...) Bu kitap, tenlikeli &ir kitaptır. Kendinizi sorgulamanıza, kendinize başka bir gözle bakmanıza yol açma ihtimali vardır. Tehlike, bilincinizae ve iç dünyanızda başlayabilecek olan fırtınadır. Böyle bir içgörüye dayanamayacak olanlar, ya da kitabı 'uyku ilacı' gibi görenler bu kitabı okumasın." M. Înanç Turan'ın kitabı sekizbölümden oluşuyor. Sevgisi Lekelenmiş insan, Insanlığın bütiin halleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle