26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MURAT BATMANKAYA T oplumsallaşamayan melankolik ilişkilertn iîk ömeklertmn ozanca betimlenişi Homeros destanlanna kadar uzanır." diyorsunuz. Bundan şunu mu anlamalıyız' Toplumsallaşan melankolik kişilikler de söz konusu olabilir. Kı bu pek mümkün görünmüyor; çünkü kitap baştan Mtıa melankolik kişiliklerin ayrtkstlıit ve neredeyse biriciklig'i üzerıne kurulu. Yoksa gizliden gizliye gönderme yapttğınız bir şey mi var? Kuşkusuz. Her grup insan/mizaç içinden kimi 'dönekler' çıkabiliyor. Işlerini yoluna koyduktan sonra dıinyanın geri kalanını unutan "beyaz" ya da "sarı" melankolikler (de) olabiliyor. Her türlü hoşgörüye sığınarak, bunlar içinde 'başdönek' olarak Sigmund Freud'u anımsamak/anımsatmak istiyorum. Nedense aklıma öncelikle o geliyor. Freud, 1900 yılına değin, adı sanı pek büinmeyen, parası pulu olmayan, ufak tefek, çelimsiz, pek sıradan olmasa bile büyük umutlar vaat etmeyen bir psikiyatrdı. Bu parlak olmayan görünüşü nedeniyle de eşi Martha'nın ailesi ona kızlarını vermek istememişlerdi. "lyi bir parça" olmayan bu ruh nekimine, uzun bir nisanlılık döneminden sonra, biraz da kernen 'evet' demişlerdi. Bu dönem içinde Freud, dünya kültür tarihinde ilk kez görülen bir durumla, tam 12 yıl kendi kendini analiz etmiş. Gene bu ara en az 35 kez çok ciddi bunalım dönemlerine girmiş. Yaşamın anlamsızlığını çok ciddıbiçimlerde sorgulamıştır. Bu yoğun çalışmanın sonunda 1900 yılında "Düşlerin Yorumu" yayımlanır. Hemen dikkati çekmez, ama yavaş yavaş önemsenir. Birkaç yıl sonra Freud artık dünya çapında ünlenmiştir ve hatırı sayılır para kazanmaktadır. Artık sözü geçen bir insandır. Makul dozda bir hüznü, kederi, kaygısı ve ödünsüz kötümserliği hep siirdürmüştür, ama " dünyadan çekip gitmenin de" adını anmaz olur. Özcesi artık "bizden" değildir. Tam da onun yakınları arasında, onun yazılarını okııyup, konuşmalarını dinleyenlerin ağır psişik krizlere girip intihar ettikleri ortamda, onun işleri ve Iteyfi (neredeyse) yolundadır. 'Melankoli' üzerine ünlü çalışmasını 1917 yılında neredeyse istemeyerek yazar. Ama itiraf edelim ki muhteşem bir yazıdır. Görüldüğü gibi 'sarı' ya da 'beyaz' ne olursa olsun gene de ne çıkarsa 'bizimkiler'den çıkıyor. Hcidegger'tn \oylcmıyle 'llıç'in ve 'korkunun sınırı olan ölüm, melankolik kişilikler için görece de olsa "anlamlt başansızlıklar" ya da "doSrusu olmayan yanlışlıklar" yapabilme hazzt sunan bir eylem, sanki.. Ölümü korkuyla bu denliparalel okumak mümkün iken, bile isteye ölümü (intihan) tercib etmeyi de cesaret olarak adlandırmak çok mu yanlış olur? Anladığtm kadarıyla âlmek için sıradan günlük yaşam şart değil çünkü... Heidegger'in betunlemeleri çok etkileyici. Hiç'liğin ve korkunun sınırı salt ölüm olmayabilir. Ona vurgu insanın günlük yaşamın seyrinden arınıp kendisi üzerine düşünmeye başlayarak insan olabilir. Kaba varoluştan lcurtulur. Asıl yaşam kanımca orada başlar. Bu ise alışagelmiş mantık, düşünce, anlayış tarzlarının ötesinde başka bir kaliteyi içerir... "Hayatın tadı..." ilebaşlayan ve "Yaşa da nasü yaşarsan yaşa" diye komut veren reklamlarda vurgulanmak istenen yaşam kalitesinden farJdı bir şeydir bu. Tüketim toplıımunun bu durumunu çok önceden sezinleyen Adorno, bu mantığı şiirinin odak noktası yapan Schiller'in şiirini senfonisine aldığı için hayranı olduğu Beethoven'i kıyasıya eleştirir. 9. Senfoni'ye gönderme yaparak "Bu işi Schiller bile yazmış olsa sen onu bu ne Hölderlin, Benjamin, Dürer; Demokritos, Herakleitos, Empedokles.... Hepsi melankolik yaşamın aurasını yayan kişiler. Kalabalıklardan ve kabalıklardan uzak durmaya çalışan, hiçbir yerden ve hiçbir kimseden hiçbir şey beklemeden yaşayan, dahası yasama arzusu içinde kıvranan yalmzlar... Ekonomik lcriz, siyasi kriz, sosyal kriz... gibi kriz enflasyonuna tutulan bu ülkede, böylesi insanlara 'bakan', yaşamlarını 'okumaya çalışan' ve onları 'anlayan' birine ne demeli: Uyumsuz... Saçma... Günankâr... Belki şu: Delinin halinden, ancak deli anlar! Serol Teber'in "Melankoli" adlı çalışması da böylesi bir şey mi, acaba? Kendisiyle kitabını konuştuk. Global dünyanın multirasyonel dutturusu... B Serol Teber ile "melankoli" üzerine •••• •• •• kendi seçimleri olmadıg'ı, yaşam ve düşünce alanlannı belirleyen yasalann eskidiği, doguştan elde edılmiş temel baklann ödünç alınamayacağı ya da birilerine emanet edtlemeyecep.. gıbı. "Küçük Ag'aç'm Egitimt''ndeki Çeroki mısali Gidişat'ı yavaş yavaş ög'reniyor muyuz? Kısa ve acımasızca, "Hayır!" demek istiyorum. Zaten bunu çok kişinin öğrenmesi gerekli. Bunun gizini bilseydim de söylemezdim. Goethe bu konuda bizi uyarır. Şöyle der bir siirinde: "Aptallara söyleme sakın/ bilebildiğin en güzel şeyleri." Antikçağda 'gulen melankolik' ve 'a$layan melankolik'lerin hiç de az olmaaığından söz edıyorsunuz. Oğrenebilir miyim: a. îkisı arasındakı temel fark nedir?, b. Bunlartn 'az olmayışı toplumsal yaşamı ne ölçüde etkilemıştir?, c. Bu kavramlartn ille de günümüzdekiyansımalanna bakmak istesek, bir iki örnek vermek mümkün olur mu? Bu iki mizaç farkını çok kısa bir vanıt denemesi çabası içinde doyurucu olarak yanıtlayabümem benim bu konudaki donanımım yönünden oldukça zor. Melankolik mizaç da bilebildiğim kadarıylahiç kuşkusuz türdeş (homogen) değil. Kendi içinde çeşitli yönlerde, uçlarda yoğunlaşmalar gösteriyor. Bazı mizaçlarda ironi daha yoğun. Belki acının yoğunluğu oranında bu ironi de artıyor. Bir denge. Kisilik ancak bu ironinin ardına sakIayabiliyor kendini. Daha doğrusu saklanmaya çalışıyon Ama "normaller" gene de yutmuyorlar bu durumu. Çoğunluk çok normal olduğu için gülmek, gülümsemek de en azından nüzünlü olmak kadar "suç". Ayrıca, hafif bir ironi bile "normal" olmamanın bir kanıtı sayılıp, papaza, engizisyon yargıcına ya da psikiyatra teslim edilme nedeni olabiliyor. Antikçağda Abdcralı Demokritos sık sık gülümsediği ve de telsefe ve matematikle ilgilendiği ve de çok kitap okuduğu için hemşerileri tarafından yaka paça Kos Adası'ndaki ünlü hekim Hipokrat'a götürülmüş, tedavi edilmek için. Bereket, Hipokrat bir bakışta anlamış Demokritos un bilgeliğini... ü n u yanında kalmaya ve kendine yardım etmeye ikna etmiş. Ve bu ünlü gülen melankolik filozof Hipokrat'la birlikte bir de melankoli kitabı yazmışlar... Hipokrat, onu getiren Abderalılara Demokritos hasta değil, büyük bir bilge, ama bu basit gerçeği anlayamayacakları için isterseniz sizi tedavi etmeye bir çalışayım demiş. Pek umutlu bir durumda olmamamıza karşın " Abderalı olmak" o gün bugün pek ünlü bir tanımdır. Zekâ düzeyi ölçüsünden... b) Bunların 'azolması' toplumsal yaşamı hiç etkilememiştir, diyemeyiz, mutlaka çok etkilemiştir. Bunlar tarihin, toplumların hep vicdanları, namuslan olmuşlardır. Insanlık tarihi bu insanlarla yazılmıstır hep, yakın tarihimiz bile öyle. Lısanlar bunlardan hep kurtulmak istemişlerdir. Gülen olsun, ağlayan olsun melankolikJerden hep kurtulunmak istenmiştir. Ama yalnız kaldıklarında ya da herhangi bir önemli iş yapmaya başladıklannda onlan düşünmeden de edememişlerdir. Istemeseler de onlarsız olamamışlardır. Onlar normallerin hep olmak istedikleri, ama bir türlü olamadıkları, yapamadıkları pathos'u simgelerler. Bir tür "özenilen suçlu"durlar... Dışlarlar, öldürürler, yakarlar, ama sonra anılarını kendi anılarıymış gibi anlatırlar. Unutmazlar. Unutamazlar... Melankolik anormallere karşı normaller bir anlamda önlerinde diz çökerek ölüm karan verirler. Çünkü başka türlü kendileri yaşayamayacaktır. Oysa sürü hayatının da devam etmesi gereklidir. c) Gülenağlayan melankoli tiplerinin "saf kan" örneklerine günümüzde hemen çok bilinen tanınan örnekler gösteremiK İ T A P S A YI 620 Oemokrltos'un bllgeliğl 'Hlç'ln ve 'korkunun sınırı' fıs senfoninealmakzorundamıydın?" demekten kendini alamaz. Adorno'nun bu ödünsüz tavrı bugün çok daha anlam kazanıyor. Schiller'in şiiri "boyalı gazoz" ve tüm tüketim mantığının temeımottosu oluyor. Tabii bu arada 9. Senfoni de "global dünyanın" multinasyonel "düttürüsü"!!! Heidegger'in sözünü ettiği "Hiç'liğin sınırı" bu değildir, diye düşünüvorum. Bu konuda ben Paul Celan ile birlikte "ağız dolusu suskunluk" içinde yaşamayı yeğliyorum. Sırttmt Arıburnu'nun pek meşhur dızesi "Umutfakirtn ekmeğı!"ne dayaytpfanatik bir ütopyasever olarak pes pese sormak istiyorum: Melankolik kisilik kuşaktan kusağa aktarılabilır mi? Melankolik kişiliklerin çog'unlug'u olusturma olasılığı ımkânsıztn kapısını aralayabilir mı? Diyelim ki klonlama sayesınde bınlerce, yüz binlerce, milyonlarca melankolik kisilik kopyaladık/yarattık; azınlıkta kalanlann alternattf bir melankolik kisilik yaratma ları mümkün mü? Dolaysız bir aktanm herhalde söz konusu değil. Ama seçme ve en güzel yapıtlarla dolu bir kitaplık, müzik albürnleri, Bach'lar... Seçme bir arkadaşgrubu... Özcesi tam bir Alfred Hitchcock türü korkutucu, boğucu bir yakın mekân çekimi olarak kültürel kabt belki evet. Ama daha ilginci bireysel biyografiler tarafından belirleniyor, sanıyorum. Imkânsızın kapısını aralayabildik mi? Bilemiyorum. Sanmıyorum. Ama ne de olsa bazı 'kapılar' var. Salt bizim için... "Bizim içinyapılmış bir Kapı" (Kafka). () kapı aralanabilir, ama içinde nelerin görüleceği hakkında kapıcı zaten önceden uyarır bizi. Klonlayarak üretilmiş bir melankolik sürüsü tüyler ürpertici bir karabasan olur. Isterseniz bunu hiç düşünmeyelim. Dikkat ettıntz mi, bilmem; 'insanın kendi kişısel yazgıstnt yine kendisınin belırleme ısleğı' pek yaygın olmasa dafiliz vermeye ba^ladı Türkiye'de. Seçılenlenn SAYFA 10 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle