Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Süreklilik ve değişim ilkelerinin karşılıklı etkileşimlerinin bir ürünüdür tarih: Geçmişin anlaşılmasından yola çıkark, bugünü ve geleceği anlamaya yarayan yolu açmaktır tarih biliminin amacı. Tarihçi, bildiği ya da bilebileceği çok sayıoa veri içinden, kendisine göre temel önem taşıyan sorunlara veya görüşlere bir yorum getirebilmek Dakımından anlamlı olanlarını seçmek zorundadır. Bu seçme süreci en tehlikeli olanıdır; zira, benimsenen siyasal ve ideolojik tutumlar, gerçekliğin bozulmasına götürebılir. FAİK BULUT Bilim, sanat veya edebi düzlemde tarih, bir inşa faaliyeti; yani bir geçmiş mimarisidir. Geçmişin kurgulanmasında tarz, iislup ve zevk gibi öznel etkenlerin yanı sıra, tarihçinin dünya görüşü, meşrebi, doktrini de büyük rol oynar. Tarih yazarı, aynı zamanda bir programcıdır. O halde programın ne ve nasıl olduğu irdelenmeden, üretilen fikirlerin sağlıklı bir değerlendirmesini yapmak imkânsızdır. Tarih; toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel oluşum/etkenlerin belirlediği hayatın ta kendisidir. Tarih bize, elden kaçan, hareketli, birbirilerine çözülmez bir şekilde dolanmış ve ardı sıra yüzlerce farklı ve çelişkili çehreye bürünebilen bir sorunlar yumağı olarak gözükür. Buna nasıl yaklaşılacağı, hangi zaman diliminin alınacağı tarini kavrama açısından yaşamsaldır. Tarihin artık şu veya bu egemen faktörle açıklanacağı türünden anlayışlar miadını doldurmuştur. Tek yanlı tarih olmadığı, genel kabul görmektedir. Yani savaş, banş ve ittifaklar; padişah veya kralların mizaçlarıyla davranışlari; yükseliş ve çöküş unsurunu derinden etkileyen ekonomik ritimler; salt toplumsal gerilimlerle sınıfsal mücadeleler; bireyi ve genel tarihi yücelten etmenlerin bir boyutuyla ele ahnması, tarihi yeterince açıklayamaz. Hayat, dünyanın tarihi, tüm özel tarihleri kendilerini bir olaylar dizisi olarak sunarlar: Olaylardan, her zaman dramatik ve kısa süreli eylemleri anlıyoruz. Oysa tophımsal gerçeklere, kendilerinde (en soi) ve kendileri için (poursoi) yaklaşılmalıdır. Ortaklaşa yaşamın tüm geniş Dİçimlerini, ekonomileri, kurumları, toplumsal mimarileri ve nihayet uygarlıkları bir biıtiin içinde ele almak gerekir. Tarihin coğrafyaya, siyasal ekonomiye ve sosyolojiye olan borcıı daima göz önünde bulundurulmalıdır. Her tarih biçimi, kendine tekabul eden bir bilgeliği şart koşar. Ve tarihsel zihniyet, tabanı itibariyle diyalektik, eleştirel ve değişkendir. Süreklilik ve değişim ilkelerinin karşılıklı etkileşimlerinin bir ürünüdür tarih: Geçmişin anlaşılmasından yola çıkarak, bugünü ve geleceği anlamaya yarayan yolu açmaktır tarih biliminin amacı. Tarihçi, bildiği ya da bilebileceği çok sayıda veri içinden, kendisine göre temel önem taşıyan sorunlara veya görüşlere bir yorum getirebilmek bakımından anlamlı olanlarını seçmek zorundadır. Bu seçme süreci en tehlikeli olanıdır; zira, benimsenen siyasal ve ideolojik tutumlar, gerçekliğin bozulmasına götürebilir. Ve nihayet tarih maddedir; insan malzemesidir, toplumdur, üretim ve bölüSAYFA 14 Son dönem tarih araştırmalanna bir bakış Sağ kanat tarfhçiliğinin illeti şüm ilişkileri bütünüdür. Maddeyi kendi hareketliliği ve akışkanlığı içinde ele almak, bağlı olarak söz konusu dönemin kavram, değer yargılan, sosyoekonomik ilişkıleri düzleminde yani zaman ve mekâna göre değerlendirmek şarttır. Yoksa, tarih dışında tarih yazılmış olur. Tarihin sıçramalarla ilerlemediği, her şeyin kendiliğinden ve tedricen geliştiği, ya da kapitalizmin kategorilerinin (veya dinin, inançların, bencillik, kıskançlık, rekabet ve düşmanlık gibi insan mizacının) ezelden beri mevcut olduğu gibi, burjuva ideoıojisi kökenli çarpıtmalar Batı tarinçiliğine hâlâ yansiyorsa da, önemli bir feodalizmin yüceltilmesi cereyanı göze çarpmıyor. Türkiye'de ise çok farklı bir bir durum söz konusudur; çünkü, toplumumuz kendi ortaçağ kalıntısı sınıf ve zümrelerin ekonomik çıkarları, siyasi partileri, düşünsel avunularıyla cebelleşiyor. Bizdeki ortaçağ ve îslam tarihçiliği, büyük bir siyasi ve ideolojik mücadelenin arenasına dönüşmüş/dönüştürülmüştür. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı toplum düzenlerinin, sınıflann karşılıklı yardımlaşma ve tamamlayıcılığına (Dede Korkut, Şeyh Edebali, Alperenler, Ahi Evren etsanelerinde geçen) dayalı organik bir uyum âlemini simgeledikleri yolundaki geçmiş özlemciliği, sağ kanat tarihyazımının amentüsü gibidir. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının uzun yüzyıllan boyunca bizdeki biricik tarih anlayışı, kabilecisaltanatçıümmetçi feodal tarih anlayışı olmaktan öte gitmemiştir. Böyle düşünsel yapılar, evren şemalannın merkezine, kendilerinin üstünlüğü ve benzersizliğine çok kuvvetli bir anlayışı yerleştirip, bunu iman (dinsel dogma, mezhcp, şeriat, vs.) ile payandalarlar. Ibrani dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Islam) geleneğine damgasını vuran Tevrat'ın gizli/açik biçimlerinden etkilenen bu tarihyazımı, saray vakanüvisliği döngüsü içinde sayılır. 19. yüzyıl Osmanlı tarih yazarları olan Abdurrahman Şeref ile Cevdet Paşa bile, son tahlilde biraz daha bilgili vakanüvislerdi. Akademikprofesyonel Türk tarihçiliğini de içeren geniş bir sağ kanat tarih çiliğine, nesnellik değiî gizemcilik (mystification) ve kara cahillik (obscurantism) hâkimdir. Çünkü, her türlü teoriyi, "tarih felsefesi' yönünde bir sapma" ilan edip, kendilerinin güya "teoriyle çarpıtılmamış, önyargısız gerçeği aradıldarı" masalını uyduruyorlar. Koyu bir Hıristiyan olan Erasmus (14691536), Incil dışında düşünme yakiye'deki kutuplaşmalar (AlevilikSünnilik gibi mezhepçi tepkimeler; Hizbullahçılık ile Refah Partisi şeriatçılığı, laikşeriat mücadelesi, KürtlükTürklük çatışması) ortaya çıkmıştır. Sorunlar çığ gibi büyümüştür. Sorunlar arttıkça, gerici ve egemen güç odakları, tarih ile Islamı daha fazla istismar etme yoluna gitmişler; her ikisini, toplumu yönîendirme ve denetim altına alma ara cı olarak kullanmaya başlamışlar. Islamcılık ile Osmanhcılık, Türkiye'nin karşılaştığı iç ve dış problemlere (mezhep çatışmaları, Hizbullah olayı, KürtTürk kavgası, Türk dünyasına açılma, Balkan ve Kafkasya'da söz sahibi olma, Turancılık, vs) sihirli deva imiş gibi sunulmaya çahşılmıştır. Çözüm, "milli kutsiyetierde ve dinin yüceliğinde" aranmaya başlanmış; Osmanlı tarihi de hamasi böbürlenmenin köhne malzemesi olarak sunulmuştur. Aydınlanma ile jakobenizm, ulıısal süreçte toplumsallaşma, pozitivizm ve materyalizm gibi kavramlar, "tu kaka" ilan edilmiştir. Ceberrut devlet savunucuları, saray tarihçileri, ırkcı ve mezhepçi yahut TürkIslam sentezcileri, tarih ile dıni, topluma egemen olmanın, halkı gerçek çıkar ve kimliklerine yabancılaştırmanın ideolojik malzemesi yapmışlardır. Böylece, gerçek demokrasi, laiklik ve 21.yüzyılın aydınlanmasının önüne set çekilmeye çahşılmıştır. Hal böyle olunca, büyuk bir "akıl tutıılması" yaşanmıştır. Bu eğilim, Ecevit'in ağzından, "tarikatlariyidir"sözüne dönüşmüş; Fethullah Gülen, basın ve siyaset dünyasında "hoşgörü evliyası" olarak büyük rağbet görmüş, herkes elini öpmek ve dergâhına yüz sürmek için sıraya girmiştir. Üniversitelerde, "cinler" üzerine tez yazanlar, doktora alabilmişlerdir. Aydınlanma, bilim ve cğitim kurulusları olmalan beklenen üniversiteler (özetlikle taşradakiler) ırkçı, mezhepçi ve tarikatçı yuvaları olarak Anadolu'daki gericiliğin üretim merkezlerine dönüşmüjtür. Tarih düzleminde, yöneticiler, çağdaş Türkiye'nin kıırucu önderi Mustafa Ke mal tarafından yıkılan Osmanlı'nın 700. yılını görkemli merasimlerle kutlamaktan çekinmemişlerdir. Cumhuriyet rejiminin kazanımlannı küçümseyip "jakoben devlet, tepeden inme reformlar" adı altında yerden yere vurmayı moda haline getiren kimi kalem erbabı, NeoOsmanlıcılığı, Türkiye'nin komşu bölgelere ihraç edilmesi gereken "örnek model" diye sunmaktan geri durmamışlar. Köhnemiş saray havatını anlatan roman ve öyküler bestseller olmuştur. Nurcu söylemler kullanan Ahmet Akgündüz'ün Osmanlı tarihine ilişkin bilim dışı ve arşivcilikten ibaret derlemesi, "şaheser" dıye yutturulmuştur. Sözgelimi Akgündüz'e göre, Osmanlı padişahları, güya "hiç zina yapmamışlar!"mış. Kişinin sorası geliyor: I laremde onca nikânlı hanım sultan, halayık, cariye, odalık varken zavallı padişahın ayrıca zina yapacak hali mecali var mıydı? Tekmil mesirmacunlarıbile, otavukkümesine(harem) dalan horoz misali padişahı diriltmeye yetebilir miydi? Kaldı ki, padişahın yaptığı (nikâhlılar dışında) zaten zinadan başka bir şey miydi? Hadi, kazara ve dini acıdan "zina yapan" padişahı, hangi kapıkulu sorgulayıp yargılamaya cesaret edebilirdi? Zina şöyle dursun, sarayda padişahın cilveleşmesine hazır ve nazır onca oğlancığı (gılmanı) hangi çuvala sığdırıyorsunuz? Tarih bilgisi gerçekten derin olan îlber Ortaylı gibi uzmanlar is, kuru belgecilik CUMHURİYET KİTAP SAYI S69 sağına karşı çıkardi: "Özgür şekilde düşünme olasılığma sahip olmayan insan, insan değildir." 19. yüzyıl Alman anarşistlerinden Stirner, iradeyi denetleyen düşünce için "kafadaki tekerlek" tanımını kullanır ve derdi ki: " Kendine sahip insan din ve devlet gibi kurumlan (yani kafadaki tekerleği) ortadan attıkça, gerçek düşünceye kavuşur." Hobsbavvm şunu vurgular: "Nasıl afyon uyuşturucusu bağımlılığının hammaddesi ise, köktenci tavırların, etnik milliyetçiliğin ve ideolojilerin hammaddesi de tarihtir...Mazi meşrulaştırılır ve övünülecek fazla bir şeyi olmayan şimdiki zamana şerefli bir arka plan sunar..." Ülkede din, anlak ve tarih adına yazılıp çizilenlerle okulda okutulanlar, tutucu, bağnaz, şovenist, mezhepçi sistemin korunması ve idamesine yöneliktir. Türkiye gibi Akdeniz ülkelerinde saf bir ırkçılık, salt bir köktendincilik (ya da bilinen anlamıyla şeriatçılık) tutmayacağına göre, bu gerici anlayış, 12 Eylül döneminde pekiştirilip resmiyet kazanan TürkIslam sentezi biçiminde formüle edilmiştir. Kenan Evren himayesindeki TürkIslam Sentezi Milli Kültür Raporu'nda şu ifadeler yer almıştır: "Pragmatizm, pozitivizm, dolayısıyla çeşitli maddeci (materyalist) görüşlere dayanan eğitim sonucu...köksüz, muallakta, yıkıcı ideolojilerin pençesine düşen gençler yetişmiş ve onlar da eylemci ve anarşist olmuşlardır...Din ilimleri ile Fen ilimlerinin mütalaları arasında bir çatışma olduğu şeklindeki yanlış anlayışa meydan verilmemeli; böyle bir çelişkinin varlığı halinde, bunun dini yorumlarla telafi edilmesi yoluna gidilmelidir." AkHtutuhnası Kafadaki tekerlekler atılmayınca, Tür