Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
eder, onun gibi heyecanlanır. "Kanepenin üzerine bir erkekle bir kadın oturmuş; sımsıkı sanlmış blfbirlerine ve soluk almadan öpüşüyorlar. Vay anasını. Dışarda kan gövdeyi götürürken bunlar burada sevişme hazınığı içinde. E, ne placak yani? Dışarda kan gövdeyi götürüyor diye, insanlar içerde sevişmeyecek mi?" "Merdiveni çıkarken, sabahtan beri içindeki sıkıntının büyüdüğünü duyumsuyor. Zamanın akışının hızlandığı dönemlerde Orhan'ın içine doğar hep bu duygu; elle tutulacak, gözle görülecek gibi olur sanki. Bir tür önsezi. Bugün burdayım ama, yann başka bir yerde olabilirim; ya da hiçbir yerde. Bugün tanıldık ettiği olaylar acaba daha biiyük gelişmelerin ilk nabercileri midir?" "Orhan, her şeyin kararında bırakılmasından yana. Her şey dengeli olmalıdır onun için." "Kuşlar, ağaçlardan düşüp ölüyor. Her sabah...kaldırımlarda ayaklarıma takılıyor. Yakında sıra bize de gelir. Her giin üç yüz ton kükiirt ve kül yıküıyor üstümüze." "Bu olayların nedeni nedir biliyor musun? Bizim yüzyıllardan beri bir şiddet toplumu olarak bugüne dek gelmemiz. Geleneklerimizde şiddet vardır. Kaba kuvvet esastır bizde. Yüzyıllar boyu her şeyimizi kaba kuvvetle yapmışız. Dinimiz de 'erkek' bir dindir. Kadınlanmızı toplumumuzun dışında bırakmışız. Böyfelikle kadın değerlerini de sürgüne göndermişiz. Sevgi gibi, sevecenlik gibi, özveri gibi, hoşgörü ve affetme gibi erdemlere gereken yeri vermemişiz." "Gençlere insan sevgisini öğretsek, güzelliklerın değerini anlatsak, her yaşamın bir mucize olciuğunu açıklasak. Ve diyebilsek ki onJara, ne tür olursa olsun, tutkulara, onların boş ve anlamsız olduklannı bilerek inanın, o zaman belki yaşama karşı daha saygılı olur ve siddeti, saldırıyı bir yaşam biçimi olmaktan çıkarmak gerektiğine inanırsınız." "Bir yok etmek tutkusudur gidiyor. Niçin? Ben de anlamıyorum bir türlü. Sanki amaçlan insan... insanı yıkmak istiyorlar. Oysa insandan sonra ne kalıyor?" "Onun için her ânı, sanki yaşadığımız son anmış gibi yaşamak gerek. Ne geçmiş günleri düşünmek istiyor ne de gelecek. Okuru, kitaptaki her öyküyle, her durumla, her yükseliş ve alçalışla kendine bağlamasmı bilen yazar ereğıne ulaşmış demektir. Işte Yıldınm Keskın de bu zor işi başarrnıştır. Yalnız, on yıl süren çok kanlı bir iç savaşı, terörün neredeyse Tbir yaşam tarzına dönüşmesini, 197 sayfaya sığdırmak ve orda bırakmak, olan biteni özedemek gibi bir şeydir bana göre. Oysa o kıyıcı, yıpratıcı, yücelikleri. soyluluklan, insanın en değerli, en 'olmazsa olmaz' yanını, 'insanu^ını' silip süpürmesi için kurgulanmış gibi bir izlenim uyandıran bin kollu eyfemler zinciri, birkaç cilde yaydmalıydı Tolstoy'un Savaş ve Banş'ı gibi. Çünkü Yıldınm Keskin'in elinde her cildi doyuracak müthiş bir malzeme yığını var. Bu malzeme yığını durduğu yerde çürümemeli, belleğin sevinçle kullanacağı bir gerçekken kullanılmadığından ötürü dışanya atılan yararşız bir gerçek olmamalı. Evet, Orhan ve 'Ölümü BekJeyen Kent'teki kadro, o kadroya eklenecek başka kadrolar sahneye çıkmalı, okurlann soluklannı kesecek, büyüleyecek ve yaşam kaosundan ustalıkla sızdırılmış ama sanat ve estetiğin gücüyle donatılmış harika tabloları sunnıalı. Ama Yıldınm Keskin'in 'Ölümü Bekleyen Kent' romanı bu haliyle bile önemlidir, güzeldir. Belki de Yıldınm Keskin için burda bitmiş, burda sonlanmıştır, ikinci, üçüncü ciltlere gereksinim yoktur. Okurun ruhunu da beynini de derinliklerle, birlikteliklerin kapsamı alanına giren bütün edimlerin didıklenmesiyle...şaşırtıcı gözlemlerle, eşsiz saptamalarla, eşsiz betimlemelerle zenginleştirilmiş bir romandır. • Ölümü Bekleyen Kent/ Yıldınm KeskınJ Roman/ Bılgi Yiyınevı/ 197 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI S46 Turkiye'de Ielsefenın kendini tanıması ve tanıtması ARSLAN KAYNARDAG Felsefede eskiden beri insanın kendi sini bilmesinden söz edilir. Onemlidir kendini bilmek. Yalnız bireylerin değil toplulukların, özellikle bilgi ve kültür amaçlı toplulukların da kendilerini bilmeleri gerekir. Bu konuşmamda; felsefecilerin kendilerini bilmelerinden, bir topluluk olarak kendilerini tanımalarından ve tanıtmalarından söz edeceğim. Aynca Turkiye'de felsefecilifiin gelişen yönlerinin yanında kimi eksik kalan yönîerini de ele alacağım. Şimdi soruyorum: Türkiye'de çağdaş anîamıyla felsefe var mı? Benim yanıtım şu placaktır; evet var. Var ve gelişiyor. Oyleyse şu sorulan da soruyorum: Var olan bu felsefenin nitelikleri nangi ölçüde biliniyor? Felsefeciler bu konuda ne biliyor? Başkalan ne biliyor? Felsefe, bilim, sanat ve kültür olayları söz konusu olunca bunlann bilgisi için önce günümüzdeki durum ve onun sorunları karşımıza çıkıyor. Ancak, günümüzdekinin iyi anlaşilması için tarihsel olanın bilinmesi de gerekmektedir. Tarihsel yöntemle ulaşılan bilgiye perspektifli bilgi diyebiliriz. Düşünce tarihimizin aşamalannı bilmeden, yani perspektifli bakışa geçmeden, bizdeki relserenin durumunu yeterince değerlendiremeyiz. Geçmiştekı her aşamanın konulan, sorunlan, basanlan, başansızlıklan görülür, bunlar birbirini etkilemektedir. Eleştiriler, tartış,malar, gruplaşmalar olmakta, diyalekuk süreç içinde yeni düşünceler, yeni felsefe eğilımleri, değişik saptama ve yorumlar birbirini izlemektedir. Tarihsel olanın, geçmişte gerçeklik kazananın perspektifB bilgisinden sonra günümüzdekinin yeni veyaşanmakta olan bilgisine geçilmelidir. Tanıma böyle gerçekJeşir. Kendisiyle ilgili bilgiyi edinen felsefe bu bilgiyi başkalanna da aktarma Ulusumuzun tarihindeki gelişme ve ilerlemelerin önemli vılda nümleri kutlanırken bu gelişme içinde felsere ve felsefecilerin nasıl bir yeri olduğuna değinilmelidir. Orneğin; Cumhuriyet'in 75. yılı böyle bir değerlendirme için iyi bir fırsat olmuştur. Türkiye Felsefe Kurumu bu amaçla bir seminer düzenlemiş, seminerlerde 75 yıl içindeki felsefe etkinlikleriyle ilgili bildiriîer sunulmuş ve konuşmalar yapıt m ı § t l n Hllml Zlva Ülken ulaş,tığı çağdaş felsefeye, bu felsefenin öğrenılmesine açılan kapı biraz daha aralanmıştır. Batı da ortaya çıkan felsefe bu dönemde çeşitli yönleriyle ve çeşidi bağlamlarda gündeme getirilmiş, dergi, kitap ve gazetelerin bilgılendirilmesiyle de etkilemealanı bulabilmiştir. Avnca Batı'dan yapılan felsefe çevirileri DU dönemde başlamıştır. Eğitim alanında ise yine kayda değer bir sey görülmez. Kimi olumlu gelişmelere karşın egemen olan mutlakiyet rejimidir ve bu rejim gerici medrese zihniyetinin büyük etkisi altındadır. Toplumdaki uyanışı önlemek için baskı artınca, kimi aydınlar Bao'ya ve özellikle de Fransa'ya sığınmıslar, oradaki ilerici düşünce ortamıyla doğrudan ilişki kurmuşlardır. Ancalc bütün bu hareketlenmelerde salt felsefeyi öğrenme isteği henüz yoktur. Düşünceye ve felsefeye politika konusu olarak bakılmakta, Avrupa'daki düşünce ve felsefe akımlan benimsenirse onlann toplumun derderine deva olacağına inanıimaktadır. Bilindiği gibi çağdaş düşünce denilince Renaisance'ta başlayan, Descartes'tan sonra iyice gelişen Batı düşüncesini anlıyoruz. Felsefe tarihine bakınca şunu görmekteyiz: Başlıca konuları ahlak, siyaset, bilim teknik ve sanat olan çağdaş felsefe, önce bunlann teorilerini hazırlama çabası i^indedir. Çağdaş düşüncenin ilk aşamasındaki tavrı daha çok eleştireldir. Dinsel düşünceyi ve doğmalan eleştirir. Ancak ikinci aşamasında kendi ilkelerini ve yöntemlerini ortaya koymaya yönelir. Türk düşüncesi de Tanzimat'tan sonra bu iki aşamadan geçecektir. Yeni düşünce, ilkin medrese ve tekkenın gericılik ve tutuculuğu ile karşılaşacak, onlarla hesaplaşacak ve ülkede artan bılım ve reknik ilgisinden de yararlanarak başanlı olaSAYFA 9 Maclt Gökberk bdır. Felsefenin varlığını sürdürebilmesinde kendisini tanımasının ve tanıtmasının büyük etkisi vardır. Yöntemi böyle belirledikten sonra Türkiye'deki düşünce ve felsefenin tarihine geçebilirim: Türk tarihi 5000 yıldan fazla bir zamanı kapsamaktadır. Bunun 4000 yılı lslam dininin kabul edilmesinden öncedir. Islamlığın kabulünden Tanzimat'a kadar geçen dönem ise yaklasık 1100 yıldır. Kuşkusuz her dönemde, ilkel ya da mitolojik de olsa düşünce ye felsefe görülmektedir. Ama çağdaş felsefenin Türk toplumunda ortaya çıkması, Tanzimat döneminde yani 1839 ile 1878 arasındadır. Üniversitemizin ilk kuruluş tarihi 1870'tir. Ne var ki programlarda felsefe dersine uzun süre yer verilmez. Daha çok Aristoteles mantığına yönelik dersler yapılır. Felsefe dersleri üniversitede 1912'den sonraki aşamada başlar ve felsefe bölümü de bu aşamada kurulur. Tanzimat'ın basınyayın alanındaki felsefe ilgisi çekingen de olsa eöitım alanındakinden biraz daha çoktur. Felsefeye karşı bu çekingenlik ve korkaklık sonraki dönemlerde azalmış, yeniyle eskinin diyalektiği düşünsel ortamda yeninin her an daha başarılı olmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, Batî'nın çok önceleri