Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tirir önündeki gezgin objeyi yerli yerine.(12) Haşim'in mektuplarında da aynı şeyi görüyoruz. Bu mektuplar Niğde, Konya, Aydın, Aksaray, Manisa ve Ankara hakkında yazarın gözlemlerini verir. Bu şehirlerden tıpkı denemelerinde ve Frankfurt Seyahatnamesi'nde olduğu gibi "kısa, tok fırça darbeleriyle geçer." Orneğin Ankara için " Tahayyül edüecek bir cehennem için bu şehirden daha muvaffık (başan kazandıran) bir numune bilmiyorum. Yalçın kayalar üstüne dağılmış bu fare rengindeki harabe içinde ruhun ve asabın bütün iskencelerini tatmıştım."(13) der. Konya'da Selçuklular'dan kalma eserlerle tanıstıkça Selçuklulann hayat ve sanat hakkında vakurane kanaatler sahibi olmuş bir kavim olduğu fikrine ulaşır. Bu kadar velvelesiz, bu kadar aşırı teferruattan arınmış bir sanatın şarklı bir kavmın eseri olmasını şasırucı bulur.(14) Öte yandan Haşim'in Niğde teftişi sırasında Anadolu halkı hakkında edindiği izlenimleri bize adeta Yaban'ı haurlatır. Anadolu halkının evleri harabedir. Haşim'e göre Anadolu köylüsü kanncalar gıbidir. Yalnız yiyeceğini sağlamak fikri ile sersemleşmiş, neşesiz ve yorgundur. Sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni aynlmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruvup siyahlaşmış bu insanlar tıpkı kanncalar gibi ya gıda maddesini biçmeye uğraşırlar, ya onu taşımaya ya savurmaya ya da depolanna çekip götürmeye... Haşim, Anadolu insanının sürekli gıda eksiklıği çektiğini, çok ilkel koşullarda yaşadıkknnı, Anadolu'nun tammaen temizlikten yoksun, baştan aşağı frengili olduğunu söyler. Bir köy, kasaba veya şehrin kalabahöına bakılsa, o kadar topal, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki insan eşyanın seklini bozan tümsekli bir camla etrafa bakıyorum zanneder der.(15) Ahmet Haşim'in gün ışığında gerçekleri seyretmekten korkan gözleri, Anadolu halkının sefaleti karşısında adeta şaşırmıştır. Yakup Kadri, Haşim'in acımak nedir hiç bilmediğini yazar. Ona göre Haşim'in kalbi mermerdendir. Ve Yakup Kadri'ye göre Haşim'in hemşehrisi Fuzuli kadar büyük şair olamamasının nedenini burada aramak gerekir. Çünkü şair ancak kalbiyle, kalp tarafından büyüktür. Hayal gücü ne kaaar geniş, ifade kuvveti ne kadar yüksek, ruhu ne kadar ahenktar olursa olsun, kalbi insanî bir şefkatle çarpmayan şairin büyüklük ve ululuk mertebesine ermesinin imkânı yoktur.(16) Yakup Kadri, Ahmet Haşim e "Ne mutlu sana ki, bu kozmik faciaya şahit olmak üzere iken gözlerin başka bir âleme çevrildi."(17) diyerek seslenir. Yakup Kadri, dünyayı Haşim'in bir şiirinde söyıediği gibi "sönen, gölgelenen bir dünya" >olarak niteler. Çünkü sular çekilip denizler kurumakta, toprak ölüp ağaçlar taş kesilmektedir. Yakup Kadri've göre nerede ise yeryüzünde de ayda olduğu gibi hayattan eser kalmayacaktır. Sönen, gölgelenen bir dünyanın şairi Haşim için yazılmış küçük monograti kitabını anlatan sözlerimı Yakup Kadri'nin Haşim'e bir seslenişiyle bitirmek istiyorum. ...aziz Haşim, sakın, bıraktığm bu fani dünyanın hasretini çekme. Zira burada, artık bütün güzel sesler durmuş ve aşk bir ızdırap halıni almıştır. Burada renk ve ışık vardır, fakat tat kalmamıştır."(18) • (1) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Ahmet Haşim, tletişim Yay., Ist. 2000, s.12 (2) aj.e. s.44 (3) Tanpınar, Ahmet Hamdi. "Ahmet Haşim'e Dair Haüralar", Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yay. Ist. 1977, s.288295. (4) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Ahmet Haşim, îletişim Yay., Ist. 2000, s.25 (5) a.g.e. s.27, (6) a.g.e. s.42, (7) a.g.e. s.41, (8) a.g.e. s.14, (9)a.g.e. s.16, (10) a.g.e. s.32,(ll)a.g.e.s.4O (12) Banır, Enis. "Ahmet Hâşim ve îacques Lacan: 'Bir Akşam Sohbeti' ", Yazının Ucu, YKY. tst.1993, s.2830 (13) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Ahmet Haşim, îletişim Yay., Ist. 2000, s. 59 (14) a.g.e. s.62, (15) a.g.e. s.5256, (16) a.g.e. s.43, (17) a.g.e. s.38, (18) a.g.e. s.37 SAYFA 16 baglansak da içimizi hep o arkaik duygu yani o sezgisef güç kemirir durur. Yeni bir dille yani aşkla sözcüklerin kucaöına fırlatılırız. Ama hüzün izleği şairin derininde durur hep. Bir çıkış noktası bulduğunda ise kendıni söyleme yürekliliği gösterir. Zamana dizilmiş su tanesidir şiip BETUL TARIMAN sta çırak ya da çırak usta ilişkisi... Şair hep çırak mı kalmalıdır? Ya da en güzel şiirler acemiyken yazılır düşüncesinden yola çıkarak o tatlı acemilikle yazılan şiirler neden bizi etkiler? Bu yüzden mi şiirin kilometre taşlannı tüketmiş, şiirinin doruk noktasında olan şairlerimiz usta olmaktansa çırak kalmayı yeğlemişlerdir? Diyelim ki öyledir. Usta nep çırak kalmayı yeğlerken cırak da usta olmak isteyecek ama çırak kalarak ve içinde birtakım merak duyguları da uyanacaktır. Ustası onu tanıyor mudur? Tanıyorsa şiiri onun için anlam ifade etmekte midir? Bu pek çok genç şair icin geçerli olsa gerektir ki ben de aynı duyguları yaşadırn, yaşıyorum. Hem de şiirin sonsuz sularında acıyarak, eriyerek. Şiirini hayatla ilişkilendiren, şiire bakışı, duruşu, taviz vermeyen kisiliği ile usta diye nitelendirdiğim şair Abdülkadir Budak "Ayna Sandım Şiiri" adlı kitabında konuyla ilintili olarak şöyle diyordu: "Kendi payıma, bir dergide yayımlanmış ya da kitabımda yer almıs şiirimin / şiirlerimin Melih Cevdet Anday'a, Cahit Külebi'ye, Turgut Uyar'a, Ahmet pktay"a, Gülten Akın'a, Hılmi Yavuz'a, Ülkü Tamer'e, Cemal Süreya'ya, Ece Ayhan'a, rastlayabileceğini düşünmüş, heyecanlanmışımdır. Hele bir gün bu ustalardan biri ya da birkaçı taranndan şiirimin değerlendirüebileceği umudu, heyecanı!"(l) Ne muhteşem bir duygu! O heyecanı yaşamak, çırağın ustası ile karşılaşması ya da fark edılmek. Bir Adana gününde bunu yaşadım desem bilmem bana inanır mısınız? Ya da şiiri ta derinlerimde hissettiğimi söylesem? Belki size çok uzak ama yakın bir isim. çıkageliyor karşınıza. Şiir ırmağına sürüklüyor. Artık şiirden çıkmış ete kemiğe bürünmüş biri Vjjr karşınızda. Bende Yasadıklanmdan Oğrendiğim Bir Şey Var kitabı ile başlayan sonra Aşk tkı Kişiliktir ile süren bir serüven bu. Kırlarla, tarlalarla, otlarla buluşmak türünden bir şey. Aşk Iki Kişiliktir'i okuduğumda duyurnsadım tüm bunlan. Atilla Tozsef in şenrinde bir köprüden Tuna'ya baktım da vişneçürüğü kiremitler, Cafe Havelka'da Musevi bir garson, yalnız ve gizemli bir kadın da gördüm. Ataol Behramoğlu'nu okunur, beğenilir kılan da bu olsa gerek dedim. Çünkü onun şiiri sade, hayatla, başka yaşamaklarla, aşkla buluşan şiirlerdi. "Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman Annem olan bir sessizlikte Belki de onun kalbidir açan Derin bir gülün içinde" (s. 57) Derin bir gülün içinde ne çok acımak ne çok yaşamak. Aaana ertesinde Ataol Behramoğlu'na sevgilerimle. • (1) Abdülkadir Budak, Ayna Sandım Şiiri, s. 48, tlkyaz Kitaplığı, 1998. Aşk tki Kişiliktir/ Ataol Bebramoğlu/ Adam Yaytnlart/ 1999 U Uzunca şiirin son dizeleri ise şöyle bitiyor: "Gece yartsı Kar yağtyor Viyana'ya Yürüyorum bomboş sokaklarda Gecikmis birkac sarbos Htzla geçen birkac araba Hayat bildiği yolaa ilerliyor Derin, bilge, ağtr Aktyor Tuna...' (s. 38) Öyle ya hayat bildiği yolda ilerliyor ve biz asklara tutunarak göğsümüzün arasına sıkıştırdığımız karannlle nefes alıyoruz. Ve aynlıklar o bizi derinimizden sarsan ayrılıklar eski bir fotoğraf gibi süzülüyor yüreğimize. On ayrılık Şiiri ve kalbimize saplanan dizelerde ise DU O kadar belirgin ki. "Ellerimiz ayrtldt Kokulartmız Aynı yatakta uyanmalanmız Gülüîlerimiz Gözyaslartmız Düflerimiz ayrtldt birbirinden" (s. 41) Keşke ayrılmasaydı ve taze bir gülüş tadı kalsaydı. Deniz o mavi deniz, mevsim aynı mevsim. "îçimde cam kırtklarına benzeyen bir gönül kmklığf Kapatıyorum sayfalarım eskimis bir kitabtn Tozlu hüzünler, solgun bir gülümseyis tadı" (s. 50) Tıbbtn GündeHk Yaşamında EMk Prof. Dr. FEYZA ERKAN S »GökgüriiltnsüdupAfk Acıtan bir mutsuzluk ve yaşamanın nedenidir de aşk. Bu yüzdendir ki Haydar Ergülen "Şiire inanmak, aşka inanmaktır. Aşka düşmek de şiire düşmektir. Askın catısı şiirle kurulur" der. Aşkla, şiirle kurauğumuz dünyada gözyaşlan olsa da hep o kapıyı açmaya cider elimiz. Ve Aşk Iki KişiuKtir adlı şiirbiraz da kedere götürür. "De&ijir yönü rüzgârtn Solar ansmn yapraklar; Şasmr yolunu denizde gemi Boşuna bir lımart arar; Gülüjü bir yabanamn Çalmıstır senden sevdiğini; îfinde biriken zebir Sadece kendtnt öldürecektir; ölümdür yasanan tek bastna, Aikikikısıliktir."(s.53) Aşkın dini yoktur, kitabı da. Yok bir cenneti arar durur insan ve derine düşer. Çünkü "Her aşk ve şiir eylemi bir düşüştür" Herkes kendi suyunda yüzer, batar ve çıkar. "Bir anı bile kalmamtşttr Geceler boyu sevişmelerden; .•«, Binlerce kez dokunduğun ten Yazabileceğin şiirler Çoktan yaztlıp bitmiştir; ölümdür yasanan tek bastna, Ask ikikisifiktir." (s.54) Gelenekler, alıskanlıklar bir yana ne çok geçmiş ne çok alışkanlık vardır bilmediğimiz. Birey olarak hayata sımsıkı "Bir dü} müydü korudan kpıarak akan üç ceylan Üç küçük okullu gibi Mutlu, özenli El ele sanki Hoplaya zıplaya" (s. 18) "Sartşm genç ktz koridorda Tırnaklartm kesiyor erotik çtttrttlarla Ve atıyor pencereden dışart Ve hüzünlü köy mezarlıkhm Dağılıp bozulmuş çiçekler Ve yan yana yatmış tahta haçlartyla" (s. 20) Binlerce yıl uzaklârdadtr n. Arın Namal tarafından . Türkçe'ye kazandırüan Tıbbın Gündelik Yaşamında Etik" adlı kitap bana sanki uçsuz bucaksız çölde bir vaha bulmus gibi seyinç ve coşku verdi. Paradan baska hiçbir değerin sözünün edilmediği bir toplumda elbette hekimlik ve üp kendini ortamdan tam olarak soyutlayamaz. Birlesik kaplar kanunıı kendisini sosyolojide ae gösterecek, insana ait yüce değerler tüketim toplumunun maddi hırslanna karşı direnemeyecektir. Hastanın insan olarak değil, bir yatak veya kart numarası olarak görüldüğü ancak ödeme gücü ile koşut olarak sağlık hizmetinden yararlandığı bir ortamda yayımlanan bu kitap güzel bir davet niteliğini taşıyor. özellİKİe up ortamını ve hekimleri, kendini güncel kâr motivasyonundan kurtararak yeniden insanı değerlerin aydınlık dünyasına dönmeye çağınyor. Kitap Almaııya'da Tıp Etiği Enstıtüsü Başkanı Prof. Dr. Dietrich Engelhardt'ın derlediğ^ makalelerden oluşuyor. Etiğin tarihçesi ve felsefi temelleri tanıüldıktan sonra tıhbın değişik dallanndaki etik uygulamaları anlatılıyor. Ötanazi, k,ürtaj, gen teknolojisi, hayvan ve insan üzerinde yapılan tıbbi araştırmalar gibi güncel tartışma konulan etik açıdan irdeleniyor. Hastaya etik yaklaşım ülkemizde ve dünyada up eğıtimi ve sonrasında ne yazık kı genellikle eksik bıralulan, fakat çok önemli bir boyuttur. Kitaptaki makaleler işte bu boyutu günümüz tıp pratiğine yeniden getirmeyi amaçlıyor. Üzerinde uzun düsünmeyi gerektiren soyut felsefi, ahlaksal tartışmalann yanında somut örnekler sunuluyor. Kitap yalnızca hekimlerce değil, üp dunyasının etik kurallan üzerinde düsünen nerkese yararlıdır. Dr. Arın Mamaİ'ı günümüz ortammda etik konulu bu kitabı Türkçe'ye kazandırdığı için içtenlikle kutluyorum. Bu kitabın yalnız okunmakla kalmayıp içerdigi düşüncelerin tıpta yolumuzu aydınlatmasını, gündelik nayaamızın vazgeçilmez bir parçasıolmasını diliyorum. • (*) Göğüs Hastaltklan Anabilim Dalı Başkant Tıbbın Gündelik Yaşamında Etik /Dietrich v. Engelhard / Çevtren. Arın Namal / Nobel Tıp Kttabevlert / 312 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 54i